Eylül Esintisi (1. Bölüm)
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Eylül Esintisi (1. Bölüm)

0

Eylül Esintisi

Kapı her açıldığında, içeriye istisnasız sinekler doluşuyordu. Henüz yeni gelmiştim. Bakkala olan borcumun epey kabardığını öğrenişim ve bu nedenle sigarasız kalışımı bu mahalle arasındaki ufacık kahvehanede kutluyordum. Bu yıkılış, sabah küflü ekmeğe eşlik eden bayat kahvenin ıstırabında tamamladığım kahvaltımın gebe olduğu hüsranın bir yansıması olsa gerekti. Beterin beterinde bir yerlerde, kovulacağım bir kahvehanenin ücretsiz sunduğu gazetelerin iş ilanlarında kayboluyordum. Ama içeriye mahallenin başıboşlukları girdikçe, dikkatimi dağıtan sinek sayısı gitgide artıyordu. Odaklanamadığım her şey gibi, iş arama işi de boşa kürek çektiğim işler arasına girdi.

Babadan kalma bir gecekondunun çatlak duvarlarından içeri giren gün ışığı gibi, hayatıma müdahale eden yüzlerce hikâyenin arasında debelenip duruyordum. Anlatacak çok şeyi olup susan, milyonlarca insandan biriydim. Kahvehanenin bir köşesinde, diğer köşeleri zapt eden insanlardan tek farkımın çay bile alacak paramın olmayışı; sığındığım kahvehanede çok vakit geçiremeyeceğim anlamına geliyordu. Bu yüzden bir an önce gazeteleri tarayıp buradan ayrılmalıydım. Fakat planını yaptığım her şey gibi bu plan da Kahveci Remzi’nin, “Çay alır mısın birader?” sorusuyla son buldu derken; içeriye giren Mahmut’u bekliyormuşum gibi bir tavra bürünmemle en azından ötelenmiş oldu.

-Mahmut hoş geldin bilader. Gel otur.

-O Asım, hayırdır pek uğramazdın buralara.

-İş bakıyorum be abi. Baya aylaklık ettik. Kabarmış veresiyeler.

-Remzi Abi iki çay ver bize. Eee dedik sana gel broşür dağıt diye. Sen erkekliğe bok sürmemek için… Açtırma ağzımı işte!

-Abi ben bu muyum yani? Gözünüzde değerim bu kadar mı? Ulan ben üniversite okumuş adamım. İş mi bu yani? Şaklaban gibi giyinip sabahtan akşama! Bırak Allah aşkına!

-Lan sus! Hala bilmişlik taslıyorsun. İyi ara, bulunca da haberim olsun!

-Neyse Mahmut, bozulma hemen. Bir sigara ver de yolumuza bakalım.

-Asım, senden bir yol olmaz oğlum. Ama insanlık bizde kalsın. Al paket senin olsun!

-Eyvallah Mahmut, ben yolumu bulunca göreceğim seni de.

-Hadi len oradan!

Derin bir nefes… Hepsi bu… Bu kadar alçalmanın bir kutlaması… Kahvehanenin dışında, içeri girmeyi bekleyen yüzlerce sinek durmadan burnuma, alnıma ve yüzümün çeşitli yerlerine konarak yorgun bedenimi deliye döndürmeye devam ediyor. İçeriye girsem, biliyorum Mahmut başka çay ısmarlamayacak. Eve gitsem, öğle sıcağı evin duvarlarından sızıp bir işkenceye dönüşecek. Ufak adımlarla sokaklarında yürüdüğüm bu mahalleyi çocukken de sevmezdim. Annem kendini astığında henüz on iki yaşında bir çocuk, babam öldüğünde ise yirmi beş yaşında bir delikanlıydım. Erkenden göçüp gitmelerinin bir nedeni vardı. Ama sebebi ben miydim, bilmiyorum.

Üniversite hayalleri arasında; ülkenin kurtuluşu olacağıma inandığım her gün aslında onarılması güç yaralar açılmış benliğime. Yitip giden onlarca şey arasında, okumak istediğim bölüm ve kahramanlığımı inşa ettiğim düşüncelerim de yerini aldı. İstemediğim bir bölümü okuyup askerliğin yolunu tuttum. Üniversite yıllarında kahramanlık makamına erişememiştim, ancak askerlikte komando olup zaferle yükseleceğime inandırmıştım kendimi. Aksilik mi demeli, yoksa bir lanet mi bilemiyorum. İzmir Gaziemir’de bir kışlada patates soyarken bulmuştum kendimi. Aksiliğin ya da lanetin peşimi bırakmadığı olaylar silsilesi ve uzayan askerlik anıları peşi sıra geldi. Başkalarının on sekiz ayda bitirdiği askerliği, yirmi dört aya çıkarıp sonunda çürük raporuyla tabiri caizse postalanmıştım. Yanımda iki dava, kırık dişler ve psikiyatristin yazdığı haplarla dönmüştüm baba ocağına…

Arzuladığım konumlara erişmeyi bırakın, hak etmediğim yerlerde sürünmeye böyle başladım. Başarısız herkes gibi, saygı duyulmayan bir ahmaktım insanların gözünde. Oysa okuduğum kitapların kapaklarıyla bile bir kere olsun yan yana gelmemişti o insanlar! Beni anlamamaları da bu yüzdendi zaten! Dikiş tutmaz yaralarımın sebebi ben değildim. Benim hayalini kurduğum gelecek, hiç gelmemişti sadece. Başkaları o gelecekte yaşıyordu. Bense, kötü bir düş yaşamış olmak istiyordum. On yaşımda, annemin dizlerinin dibinde koşturduğum günlere dönüp yeniden başlamalıydım. Babamın şarap şişelerini kırıp, annemin yaralarını sarmak isterdim. Kim isterdi ki kötü olmayı? Kötü bir hayatı kim hak ederdi? Bir çocuğun hayallerini yıkan acımasızlık, nasıl olur da başka bir çocuğa hayalinin ötesini sunacak kadar bonkör olabilirdi?

Zaman geçip giden ve son seferini yapan bir trendi belki de… Tepesine çıktığım inşaat, mahalleyi uzaktan görüyordu. Bizim Mahmut’un sigara paketinde kalan son sigarayı yakıp, derin bir nefes aldım. O an aşağıda kimseler yoktu. Bir eylül esintisi elimden alıp uçurdu sigaramı. Bir eylül esintisi, alıp uçurdu bedenimi…

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir
Öykü: Farklı Bir Yol

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir