Gösteri
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Gösteri

0

Gösteri

Sekizden ona kadar, sekizden ona kadar. Lale karanlıkta el yordamıyla ilerlemeye çalışırken bir yandan da insanların ayaklarına basmamaya çalışıyordu. Sekizden ona kadar, sekizden ona kadar.

“Ne oldu tatlım.”

“Hııı”

“Yok bir şey.”

“Sekizden ona kadar bizim sıramız.”

“Tamam ileride galiba, gördüm şimdi, iki sıra ilerde.” İkisi kalabalığın arasında bebek adımlarıyla ilerleyerek koltuklarına yerleştiler. Lale devetüyü kaşmir paltosunu çıkarıp özenle katlayarak kucağına koyarken Selim onu dikkatle izliyordu.

“Ne var,”

“Hiç. Dalmışım sana bakarken.”

“Hadi çıkar montunu sıcak içerisi”

Selim Lale’den gelen komutla montunu çıkarmaya başladı, onun kadın kadar sabrı yoktu çıkardığı montu özenle katlayacak kadar. Gelişigüzel ikiye katladı, kucağına koydu. Keşke girişte vestiyere verseydik diye söylendi. Lale’ye baktı onu duymamıştı; kadın yerine oturmuş, sırtını dikleştirmiş, ipek gömleğinin boynundaki kurdeleyi düzeltiyordu. Göz kenarlarındaki kırışıklıklara takıldı gözü istemsizce. Onlar hep burada mıydı, ne zaman oluşmaya başlamıştı fark etmemişti. Kadının kızıl saçlarına baktı, tepede sıkıca toplamıştı tam da sevdiği gibi. Ateş kızılı saçlarının tonu beraberlikleri boyunca hiç değişmemişti. Surat ifadesine bakarak mutlu mu yoksa mutsuz mu olduğunu anlamaya çalıştı ama nafile, mermer gibi bembeyaz, soğuktu, tek bir ifade bile okunmuyordu. Bir zamanlar âşık olduğu kadından izler aradı o suratta, tek bir iz, bir gülüş, bir göz kırpış, belki sebepsizce akan bir gözyaşı. Lale’nin sesiyle kendine geldi.

“Şimdi başlar, ışıkları söndürdüler. Çok övdüler bu oyunu, geçen sezon bilet bulamamıştık. İyi ki erken davrandım bu sene.”

“İyi ki” diyebildi Selim. Hangi oyunu seyredeceklerinden haberi yoktu. Olmasına da gerek olmadığını düşünmüştü bugüne kadar. Lale yapardı planları, ona da uymak düşerdi. Bu akşam tiyatrodayız, hafta sonu Eylemler gelecek, yazın Selinlerle tatildeyiz. Sürekli planlar, planlar, planlar. Beş yıldır plan yapmadan gittikleri tek bir etkinlik bile olmamıştı.

“Kadın oyuncu nefismiş Sena Yüksek, şimdiden geleceğin en çok ses getirecek oyuncusu olduğunu söylüyorlar. Özellikle uzun monologta çok iyiymiş. Geçen sene başka bir oyunda izlemiştik onu hatırlarsın belki. Resmi Geçit’ti oyunun adı. Uzun yıllar sonra galiba yirmi yıl sonra birbirini bulan eski yakın arkadaşları anlatıyordu. Yirmi yıl hayatlarındaki, hayallerindeki, ülkedeki, dünyadaki gelişmeleri, değişiklikleri iki karakter üzerinden izlemiştik. İki arkadaş, iki sevgili… Kaosa sürükleniyorlardı oyunun sonunda. Bitmeyen bir girdabın içinde debelenip duruyorlardı. Güzeldi, çoğu insan beğenmese de ben beğenmiştim.” Selim’e fikrini sormamıştı, sanki kendi kendine konuşur gibi bir hali vardı. Perde açıldı ve oyun başladı. Sahneye ilk olarak biraz önce Lale’nin bahsettiği kadın oyuncu çıktı.

“Aşk, aşk nedir? Hayatından vazgeçmektir en çok, kendinden vazgeçmek, hayallerinden vazgeçmek. Durun bir dakika hayal mi dedim, hangi hayal. Aşk ve hayal aynı cümle içinde bile bulunması mümkün olmayan iki kelime. Aşk varsa hayal yok, hayal varsa aşk yok. Sen yoksun bir kere tüm bunların içinde, neredesin? Tüm hayatın ellerinden kayarken sen nereye gidiyorsun, hangi hayalin peşinden sürükleniyorsun?” sahnede oyuncu monoloğuna devam ederken Selim’in dikkati yanında oturan Lale’ye kaydı. Gözlerini sahneye dikmiş, neredeyse kırpmadan izliyordu. Göğüs kafesi her nefes alışta inip kalkıyor, tıpkı küçük bir serçe gibi hareket ediyordu. Ellerine baktı, alyansıyla oynuyordu. Yüzüğü parmağında bir ileri bir geri hareket ettiriyor, sanki sıkıştığı yerden onu özgürlüğüne kavuşturmak ister gibi bir hali vardı. Sahneyi izlemeyi bıraktı. Odağını tamamen karısının ellerine getirdi. İri kemikli parmakları sürekli bir hareket halindeydi.

“Aşk hareket halinde olmaktır. Hayat yerinde durup oturanları sevmez. Sevgilim hatırlıyor musun bir zamanlar…”

“Sevgilim deme bana.”

“…hatırlıyor musun bir zamanlar. Sadece sen ve ben vardık, başka kimseyi umursamazdık. Sonra başkaları geldi. Senin annen, benim annem, alt komşu, bakkal, manav, kapıcı, yönetici, senin arkadaşların, benim arkadaşlarım. Her kafadan bir ses çıktı. Çok ses vardı, çok düşünce, çok uğultu, senin sesini duyamıyordum. Kendi sesimi bile duyamıyordum. Kendi sesimi kaybetmiştim kalabalıkta. Kim olduğumu, benliğimi kaybetmiştim. Geçmişimi kaybetmiştim, geleceğimden umut yoktu.”

“Ve gittin.”

“Gitmek zorundaydım.” Selim sahnedeki sesleri duyuyor ama dinlemiyordu. Parçalar halinde üzerine yağan kelimelerden kaçış yoktu. Onun gözleri tek bir noktaya sabitlenmişti. Lale’nin ellerine… Çıkarmaya uğraşıp bir türlü çıkaramadığı alyansına. Suratına baktı. Hâlâ aynı donuk ifade vardı, gözleri sahnede pür dikkat izliyordu. O da sahneye yöneldi.

“Gitmek zor mu diyorsun peki kalmak? Giderken arkana baktın mı, ben ne haldeyim düşündün mü hiç?”

“Etrafında insanlar vardı”

“Ama sen yoktun”

“Sesimi kaybetmiştim, kimliğimi kaybetmek üzereydim, böyle giderse tüm benliğim tanımadığım insanlar tarafından ele geçirilecekti.”

“Onlar bizim arkadaşlarımızdı”

“Senin arkadaşlarındı, senin istediğin yerlere gittik, senin istediğin yemekleri yedik, senin seçtiğin müzikleri dinledik. Hep sen, sen, sen, sen ne istersen onu yaptık. Hiç yalnız kalamadık, hep başkaları vardı yanımızda. Sen öyle istedin diye. İçindeki lanet olası yalnızlığı, o derin boşluğu doldurmaya çalıştığın insanlarla…”

“Sen de seviyordun, eğleniyordun onlarla, sevmediğini söyleyemezsin.”

“Katlanıyordum, bir gün çekip gitmelerini umut ediyordum. Bir sabah kalkacaktık ve yine ikimiz olacaktık, sadece sen ve ben. Koca dünyada ikimiz olmak bana yeterdi.”

“Gittin ve paramparça ettin hepsini. Beni, ailemi, arkadaşlarımı… Hayal kırıklığına uğrattın hepimizi.”

“Bana hâlâ onlardan bahsediyorsun.”

“Onlar benim bir parçam.” Selim sıkıntıyla cebindeki telefonu çıkarıp saate bakmaya çalışırken Lale bir hışımla elinden telefonu aldı. Karanlıkla bile çakmak çakmak parlayan gözleriyle adama doğru bakıyordu. “Bunu hep yapıyorsun” diye fısıldadı belli belirsiz ama Selim duymuştu.

“Neyi, neyi yapıyorum söylesene.”

“Yok bir şey”

“Hayır söyle, neyi yapıyorum?”

“Sus şimdi olmaz.”

“Hayır söyle”

“Hep mahvediyorsun.” İkisi de susmuştu. Lale hâlâ elindeki yüzükle oynamaya devam ederken Selim sahneye bakıyordu.

“Senden vazgeçmedim ben. Gitmeye ihtiyacım vardı gittim. Nefes almaya, kendimi bulmaya ihtiyacım vardı. Senin gölgende büyüyemiyordum, nefes alamıyordum. Gitmek gerekiyordu yoksa ölecektim.”

“Madem bu kadar gitmek istiyordun, neden geri döndün? Neden şimdi? Tam şu an da hayatımı yerine geri koymuşken, işler rayında giderken neden geri döndün, tüm bunları mahvetmek mi istiyorsun? Hep yaptığın gibi… Ben sana söyleyeyim mi neden gittin? Gittin çünkü korkaksın, gittin çünkü sevmeyi beceremiyorsun, gittin çünkü hayatta kendinden başka kimseyi sevemeyecek kadar bencilsin! Gittin çünkü sen yapmaktan çok yıkmayı seviyorsun. Yıkmayı, dökmeyi, paramparça etmeyi… Tek bildiğin mahvetmek çünkü! Bundan zevk alıyorsun. Özenle yaptığı kumdan kaleyi yıkmaktan zevk alan, sonra da bunun için oturup ağlayan küçük çocuk gibisin.”

“Ela seni seviyorum. Sensiz yapamadığım için geldim.”

“Ben seni sevmiyorum artık. Git, giderken kapıyı kapatmayı unutma. Tekrar beni mahvetmene, yıkıp dökmene izin veremem. Parçalarımdan yeni bir ben yaratmışken olmaz, lütfen git.” Oyuncular sahnede son sözlerini söylerken Lale de oyunun başından beri parmağından çıkarmaya çalıştığı alyansı nihayet çıkardı ve Selim’in avucuna koydu. Adam avucunun içinde parlayan yüzüğe baktı, sonra karısının ona bakan gözlerine. İki damla gözyaşı duruyordu orda akmayı bekleyen ama bilirdi karısının inadını. Tutuyordu kendini, gözyaşlarını tuttuğu gibi. Parmaklarını yüzüğün üstüne kapatarak yumruk yaptı, sıkabildiği kadar sıktı. Karşısında karısı ise aynı surat ifadesiyle kendisine doğru bakıyordu.

“Bitti.” dedi. “Zaten uzun süre önce bittiğini biliyorsun.”

“Bitti” dedi adam. “Zaten uzun süre önce bitmişti.”

Kalabalık ayağa kalkmış oyuncuları alkışlarken ikisi kendi koltuklarına gömülmüşler hayatlarında son kez birbirlerinin gözlerine bakıyorlardı. Son bakış, etkisi ömür boyu sürecek o son bakış…

“Mahvettin bana ait ne varsa” dedi Lale. “Artık dayanamıyorum.”

“Senin hayatında ben sadece bir figüranım, kolundan tutup istediğin yere sürüklediğin bir figüran. Asla başrol olamayacağım senin hayatında biliyorum. Kimse seninle rolleri paylaşamaz.”

“Güle güle”

“Bitti. “ dedi Selim. Elini uzattı karısına, bir zamanlar delicesine âşık olduğu bu kadının yerinde bir yabancı vardı şimdi. Son kez öpmek için uzandı ama kadın ölü kadar hareketsizdi sanki, öylece duruyordu. Kadına sarıldı, buz gibiydi, tüm sıcaklığı gitmişti. Acaba hep böyle miydi diye düşündü, kendini geri çekti. Sahneye baktı, oyuncular gitmiş, perde kapanmıştı. Artık gitme vakti gelmişti. Avucunu açınca yüzük elinden kayıp yere düştü. Kucağından montu aldı ve ayağa kalkıp çıkışa doğru yürümeye başladı. Lale ise kucağındaki kaşmir montu ile hâlâ hareketsiz oturuyordu…

gösteri

Yazarın (Zeyno) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. Gösteri

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Gösteri öyküsü

Gösteri

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir