Kimse(s)siz
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Kimse(s)siz

Yazan: Batıni

0

Kimse(s)siz

Kimse(s)siz

Saçlarıma taş çıkartan kısalıkta adımlarım var tam da şu an. Yanlış anlaşılmasın, bir hafta önce kestirdiğim saçlarımdan hâlâ pişman değilim. Uçlarının enseme batması canımı sıkmıyor, az önce on ikinci işimden kovulduğum için sanırım bu böyle. Aslında güçlü bir kadınım. Evet; evet öyle -zaten canına kıydığım saçlarımdan bunu anlamalıydınız-… Güçlüyüm. Dar sokaklı, kalabalık çocuklu, çok sesli ve az merhametli mahallemde sayısız dedikoduya sabır ve anlayış gösterebildiğim için değil, ama ne bileyim… Sadece güçlü olduğuma inanıyorum işte. Fakat her ayağa kalkma çabamda kaderin bana çelme takması can sıkıcı oluyor. Bugün on ikinci iş, yarın belki de işsizlik. Tek başınalıkla, güneşe çalan kızıllığıyla saçlarımın kırışan yüzümdeki çizgilerden kendime pay çıkararak ya da… Devam etmek, edebilme gayretine kadınlık taslamak her geçen gün daha acınası hissettiriyor sadece.

Hâlâ yaşadığımı izah edebilmek ve insanların da bunu görmesini sağlamak adına başımı adımlarımdan söküp aldığımda, dik bir bakışa sahip olduğumda diyorum yani; sanki hayata küsenler için yapılmış, sanki dünyanın bütün ümitsizlerinin ümitsizlik çukuruna oturur halde düşmesi için oraya konulmuş eski bir bank gördüm. Birkaç küçük adım daha attıktan sonra dibine geldiğim banka vücudumu atar gibi oturdum, yavaş ve sebepsiz…

Başım tekrar ayaklarıma mahkûm, gözlerim tetiksiz ve tekdüze bir silah gibi ipleri çözülmüş spor ayakkabılarıma bakıyor. Oysa istediğim bu değildi. Karşımda dans eden denize bakmak, denizin başka kıtalardan önüne katıp getirdiği rüzgârı hissetmek, damlacıklar halinde üzerime sıçrayan dalgaya çemkirmek istiyordum.

Söylenenlere bakılırsa asi biriymişim, hatta bu yüzden evlenmiyormuşum. Ve bir an önce evlenmem gerekiyormuş. Çünkü tek başına hayat zormuş, evlenip evimin hanımı olmalıymışım. Evet bunlar doğru; hayat zor ve tek başına yaşamak -özellikle bir kadın için- zahmetli ve güç. Bu söylenenler değil beni rahatsız eden. Söylenenlerin; iki çocuklu ve eşinden boşanmış bir kadının, hiç evlenmemiş genç bir kızın ağzından çıkmasıydı beni asi yapan. Sonra da şikayetçiler bu halimden -asiliğimden-. Zihnimdeki bu huysuz sohbetten kurtulmak için manzaranın aklımı çelmesini beklemeden kulak kesildim denizin sesine, göz diktim manzaranın cimriliğine. Derin bir nefes aldım gözlerim kapalı. Her ne varsa saçma sapan, silip süpürecekti sanki bu nefes. Hemen ardımdaki parkta pamuk şekeri yere düştü diye ağlayan küçük kızı susturacak, pamuk şekerciye miras bırakacak, şeker yiyen bütün şişmanları zayıflatacaktı sanki. Bunların hiçbiri olmasa da aldığım nefes bir nebze rahatlattı içimi. Biraz daha parlak bakıyordum şimdi, biraz daha sepyadan kurtulmuş gibiydi gördüklerim.

Önümdeki üç metre uzunluğa sahip kaldırımdan insanlar geçmeye başladı. İki genç mesela, keşfettikleri yeni bir oyunun ne denli mükemmel olduğunu birbirlerine anlatıyorlardı. Bir amca sonra, bastonsuz ve ağrılıydı; ağrısından mütevellit biraz da sancı sesli, geçip gitti. Ayakkabı boyacısı, çekirdek yiyen delikanlılar, telefonla konuşan bir kadın ve daha başkaları… Geçen her insanın yüzlerine bakışlarımı sabitlediğim sırada dalgaların sesi arasında güç bela bir ses duydum. Nerden geldiğini bilmediğim, idrak edemediğim bu sesi biçimlendirebilmek adına zihnimden dalgaların sesini silip tekrar o sesi duymayı bekledim. Beni bunca zahmete sokan, ciddiye aldığım bu ses ardımdan geliyordu, “Miyav”.

Ardıma dönüp bakmama gerek bile kalmadan o kedi, ayaklarımın önüne geldi. Sarı ve beyaz renkli, ince, kısa tüylü ve ufakça bir kediydi. Amaçsız bir kediyi tanımlamak o an için cazip gelmediğinden etrafıma bakınmaya devam ettim. Derken kedi iç sesimi duymuş gibi dikkatimi ona vermemi sağladı. Bacaklarıma sürtünüp mırıldanması ona bakmama yetti. Sürtünmeyi ve dönmeyi bırakıp başını kaldırdı ve yüzüme baktı o da. Tekrar miyavlayıp devam etti bacaklarımla olan dansına. Ben öylece ona bakıyordum. Kendince oynadığı bu oyunu bölüp onu ellerimin arasına aldım, kucağıma yerleştirdim. Mırıldanışını karnımda daha güçlü hissettim. Titreyen bir telefon, çalan bir alarm gibi değildi. Bir deprem gibiydi. Bank da dahil beni de sarsıntıya kattı mırıldandığı yerde. Kendime gelmiş gibiydim, büyülenmiş, bir falcıdan; para, saadet ve refah garantisi almış gibi… İnandıklarıma dair görüşlerimin doğruluğu tescillenmişti sanki. Ve bir yandan da inandıklarıma yanlış açıdan baktığımı öğrenmek gibi bir his. Kestirme sandığım yolun aslında daha uzun olduğunu fark etmek, bardağın dolusuna ya da boşuna değil de o bardağın güzelliğine kapılmam gerektiğini aşılamaktı bana sanki o kedi ve karnımda oluşturduğu, bedenimi banka çivileyen depremi. Bedenimi aşıp içimi kuşatan bu depreme dokunmak istedim, ellerim kedinin başında ve bütün sırtında sonra. Dokunmanın, temasın yüceliğiyle tanıştığımda artık ben, ben değildim. On ikinci değil elli ikinci işten kovulsam, kader çelme takmayı bırakıp tokatlasa ruhumu, on yaşında bir ilkokul talebesi evlenmem için ahkam kesse; hiç kimse ve hiçbir şey velhasıl, bu sarsıntıdan öte akıl veremezdi, rahatımı bozamazdı -böylesine huzurlu ve ulvi bir halle-. Ben, ben değildim çünkü. O gün hayatımın dönüm noktalarında azim göstermeyi bırakıp noktalarımla bir dönüm, dönümümle bir hayat bağışladım kendime.

Çizen: Tuğçe Çelebi

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. Kimse(s)siz

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Kimse(s)siz

Kimse(s)siz

İlginizi Çekebilir
pembe

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir