1. Anasayfa
  2. Deneme

Güvercin (Hrant Dink)

"Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz."


0

Güvercin, Hrant Dink, Güvercin hakkında, Hrant Dink hakkında, güvercinlere dokunmazlar. ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz

Nedenini bilmiyorum; insanlar bize havada süzülürken öyle güzel bakarlar ki… Bu bakışların hakkını vermek için çok çaba gösterdiğim olur. Onlar uçmak için çok büyükler ve kanatları yok! Ama bizlerin de sıcak bir yuvası yok. Onlar bizden daha şanslı bence. Ve hep bir şeylerle meşguller. Bir yerlere gidiyorlar, bir yerlerden geliyorlar; üzerlerindekiler sürekli değişiyor. Kimi zaman gözlerinden yağmur damlalarına benzeyen sular -ki insanlar gözyaşı diyor- akıyor. Kimi zamansa yüksek sesler çıkararak şekilden şekle giriyorlar. Yaptıkları çoğu şeye bir anlam veremiyorum. Zaten benden beklenen de bu değil. Yani muhtemelen değildir…

Atalarımla insanoğlu çok yakın bir etkileşimdeymişler. Zamanında bu dünyanın en önemli canlıları arasındaymışız. Tabi bu çok öncedenmiş. Dünyanın işleyişinde her şey önemini er ya da geç yitiriyor. Bunu büyük şehirlerin, yüksek binalarında apaçık görebiliyordum. O yüzden atalarımın yanında, benim ve benim gibilerin değersizliğini çok da önemsemedim. Biraz buruğum sadece… Eski güzel günlerin sürmesi fena olmazdı hani…

Büyük şehirlerde tutunmak güçtü. Hele hele benim gibi sıska bir güvercinin bu tempoya ayak uydurması beklenemezdi herhalde. Ama buna rağmen yaşamaya çalıştığım koca şehrin türlü belalarına tanık oldum. Bir gün, bir yazısında bizden bahseden bir adamın öldürülüşüne tanıklık ettim mesela. Her gün odasının penceresinde durur, Onun yazısını bitirmesini beklerdim. Bazen pencerenin önünde yemem için bıraktığı şeyleri yerdim afiyetle. Seviyordu sanki beni. Ama ben Onu çok seviyordum. Son nefesini yıllardır gelip gittiği binanın hemen önünde verdi. Her yer kandı. Kötü adam kaçtı. Ben bir süre takip ettim adamı. Sonra metal bir kutuya -ki insanlar otomobil diyorlar- binip, benim yakalayamayacağım bir hızla uzaklaştı. Geri döndüğümde herkesin gözünden yağmur boşanıyordu. Ve adam yerde yatıyordu hareketsiz. Ayağına giydiği şey delikti. O an ilk defa benim de gözümden yağmur yağmaya -ki insanlar gözyaşı diyorlar- başladı.

Sonra hiçbir şey yine eskisi gibi olmadı. O adam bir daha o binaya girmedi. O masa bomboş kaldı. Günlerimi o adamın gelişini bekleyerek geçiren bense, bir süre sonra bu hareketimin manasızlığını anladım. Kimse pencereye çıkmadı, kimse pencereye yemem için bir şeyler bırakmadı. Annem de gitmişti zamanında ve bir daha da dönmedi hiç! Sonra ben bu şehirden çok sıkıldım. Uçtum, öyle uzun uçtum ki; kimi zaman bunu düşündüğümde hayret ederim kendi kendime. Bazen insan-hayvan kendinden beklenmeyecek büyüklükte şeyler yapabiliyor bu hayatta… Nitekim şehirden uzaklaştım. Gördüğüm doğaydı. Gördüğüm bozulmamış toprak parçalarıydı ve her şey çok da büyük değildi. Yükselmemişti henüz yeryüzü. İnsanların yuvaları küçüktü.

O uzun seyirden sonra, nihayet küçük bir kasabanın büyükçe bir binasında soluklandım. Geldiğim şehrin binalarının yanında, epey küçüktü gerçi bu bina. Bir sürü insan yaşıyordu içerisinde. Konduğum yuva hafif karanlıktı. İçeriyi bir masa lambası aydınlatıyordu. Aynı daha önceki o adamın masası gibiydi. Ama daha genç bir adam vardı bu sefer masanın başında. Oturmuş bir şeyler yazıyordu. Bir şeylere üzülmüş gibiydi. O adama gelmiştim. Hissediyordum. Burada kalmalıydım. Ona ulaşmalıydım…

Sonra bir gün tüm kederimle yazarken, pencereme bir güvercin kondu. Çelimsiz, yorgun ama sanki beni gözlüyordu. Hemen yazdığım hikâyeyi bırakıp, balkona çıktım. Normalde beni görüp kaçan güvercinlerin aksine o öylece bana bakıyordu. Mutfaktan bir avuç buğday alıp balkona attım. Ayakuçlarımdaki buğdayları hiç çekinmeden, ürkmeden yemeye başladı. Yüzüme uzun süre sonra bir tebessüm takıldı. Yazmakta olduğum yazıyı bir çırpıda sildim ve daha umutlu, daha güzel bir anımı yazmaya başladım. İnsan bir kederden uzaklaşmak istediğinde çocukluğuna sığınıyor nedense… Belki de o zamanlar hayatı gerçek manada bilmiyorduk ve daha güzeldi o günler kim bilir?

Güvercinle kısa sürede dost olduk. Sigara içmek için balkona her çıktığım vakit, penceredeki yerinden balkonun korkuluklarına uçuveriyordu. Ben de bir avuç buğdayı ayakuçlarıma atıyordum. Yorgun hali kalmamıştı. Ancak biraz zayıftı. Kederine bazen bir kuş bile ortak olabiliyor. Göz göze geldiğimizde bana bir şeyi hatırlatıyordu. Ama nedense bulamıyordum, çıkaramıyordum Onu…

Birincisinden güçlükle kurtuldum. Ancak yanımdaki genç güvercin ağır yaralandı. Yerde öylece hareketsiz duruyordu. Uçmalıydım ama sanki bir savaş yeriydi o an sokak. İnsanlar ellerindeki şeylerle birbirlerine bir şeyler fırlatıyorlardı. Çok hızlı ve çok küçüktü fırlayan şeyler. O adamı vuran şeylerden -ki insanlar silah diyorlardı- vardı ellerinde. Nasıl bir düşmanlıktı bu? Neden birbirlerinin canını yakmaya çalışıyorlardı. Kurtulmak üzereydim o cehennemden. Kanadıma bir şey değdi o an. Havada o taklacı güvercinler gibi savruldum. Evimin bir alt katındaki balkona düştüm. O an üstteki dostum balkonda göründü ve hemen içeri kaçtı. Kanıyordum. Çok kanıyordum. Gücüm yoktu kalkmaya, uçmalıydım. En azından dostuma son bir veda etmeliydim. Son kez bakmalıydım gözlerine…

Dışarıda birileri birilerinin üzerine kurşun yağdırıyordu. Balkona çıkmamla girmem bir oldu. Neyin kavgasıydı bu? Neyi paylaşamıyorlardı o insanlar. Tam bir şok halindeydim. O an… Kanlı kanadıyla çırpınarak fırladı güvercin ve balkona düştü. Donakalmıştım. Balkondaki kışlık çizmelerin arasına sokuldu. Bir çocuk gibi masumdu. Her şeyi bırakıp; tüm bu silah seslerini, kavgaları, ölüm tehlikesini… Çıktım balkona… Titriyordu. Yanına yanaştığımı görünce kaldırdı başını. Usulca okşadım o küçücük başını. Gözlerinden yaş geliyordu, gözlerimden yaş geliyordu…

Sonra çıktı balkona, korkusuzca… Yanıma yanaştı ve başımı okşamaya başladı. Canımın acısını silip almıştı. Sanki artık kanamıyordum. Gözlerinden yaşlar geliyordu, gözlerimden yaşlar geliyordu…

Kapandı gözleri. Artık bitmişti. Yitip gitmişti bir güvercin daha. Sonra o güvercinin bana neyi hatırlattığını buldum:

Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.” Hrant DİNK

Belki de yanılmıştı Hrant; bu ülkede ilk olarak güvercinlere dokunuyorlardı…

15.05.15 18.12

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarını da okuyabilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir