Lacivert Yağmurluklu Adam
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Lacivert Yağmurluklu Adam

0

Lacivert Yağmurluklu Adam

Pencereye vuran yağmur damlalarının sesiyle uyandım. Çünkü haziran sıcağında yağmur sesini duymak bile insanı ferahlatmaya yetiyordu. Yağmurun çok uzun sürmeyeceğini bildiğimden yatağımdan kalkıp bir an önce balkona çıkmak istedim. Önce yastığımın altındaki telefondan saate baktım: altı çeyrek. Bugün tatil olmasa hiçbir güç sabahın bu saatinde beni yatağımdan çıkaramazdı. Ama tatildi ve günlerdir devam eden bunaltıcı sıcağın ardından yağmur yağıyordu.

Hızlıca yatağımdan kalktım ve balkon kapısını açtım. Kapıdan çıkmadan önce toprak kokusunu derin derin içime çektim. Bu kokunun insanı ayıltma etkisi inanılmazdı. Balkondaki sandalyeme oturdum ve etrafı izlemeye başladım. Sabahın bu saatinde hemen hemen her şey uykudaydı.

Yağmur damlaları dışında hareket eden hiçbir şey olmadığını düşündüğüm sırada karşı arsada toprağa bir şey gömen lacivert yağmurluklu adam takıldı gözüme. Daha doğrusu her ne gömüyorsa artık gömmüştü ve fark edilmesin diye toprağın üzerini eziyordu.

Yavaşça başımı arkaya yaslayarak izlemeye devam ettim. Eğer benim baktığımı fark ederse gözlerimi kapatıp uyuyor gibi yapacaktım. Toprağın üzerinde birkaç tur atan adam, gömdüğü yeri yeterince iyi gizlediğini düşündüğünden olacak toprağın üzerinde yürümeyi bıraktı. Yerdeki küreğini omzuna aldı ve oradan uzaklaşmak üzere bizim apartmana doğru döndü. İşte o an göz göze geldik. Bana bakar bakmaz gözlerimi kapattım uyuyormuş gibi.

Bir süre sıkı sıkı yumduğum gözlerimi biraz araladım, bana hâlâ bakıp bakmadığını öğrenebilmek için. Evet, gözlerini dikmiş hâlâ benim balkonuma bakıyordu. Soğuktan mıydı yoksa korkudan mı bilmem ama tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Benim, gözlerimi kısarak ve olabildiğince fark ettirmeden tarafı olduğum bu bakışma kısa bir süre daha devam etti ve lacivert yağmurluklu adam bizim apartmanın tam tersi yöne dönerek sokakta kayboldu.

Hiç hareket etmeden bir süre daha oturdum sandalyede. Ardından evin içinde volta atarak ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım. Adamın gömdüğü şey her ne ise önemsiz bir şey olmadığı kesindi. Yoksa daha güneş bile doğmadan gömmeye gelip neden gizlemeye çalışsındı ki?

Aklıma gelen ilk seçenek polisi aramak oldu. Ama eğer polis adamı hemen yakalayamazsa ve ortada bir cinayet varsa… Bunun devamını düşünmek istemiyordum. Polisi aramak benim açımdan çok tehlikeliydi. Hem belki de adam kalp krizinden ya da ne bileyim herhangi bir hastalıktan ölen evcil hayvanını gömmüş olabilirdi sadece. Boşandığı eşinden kalan ve bir daha görmek istemediği eşyaları da gömmüş olabilirdi. Bu ve benzeri düşüncelerle polisi aramama konusunda ikna ettim kendimi. Ama içimdeki ses -sanırım vicdan olan- rahat durmuyordu. Bir yandan dürtüyordu beni.

Tatil günümün tamamını vicdanımla gerçekleştirdiğim sıkıcı müzakereyle geçirdim. Sonunda orta yol diyebileceğim bir yerde buluştuk. Bir hafta boyunca hiçbir şey yapmadan bekleyecektim. Belki olayı gören başka birileri çıkar diye. Eğer kimse çıkmazsa bir dahaki tatil günümde polise gidip olanların hepsini anlatacaktım. Bu plan vicdanımın da yatışmasını sağladı. Ben de gecenin ikisinde orta yolu bulmanın verdiği rahatlıkla uykuya daldım.

Sabaha her iş günümde olduğu gibi hayatımın monotonluğu hakkında canımı sıkarak başladım. Hayatım iş ile ev arasındaki bu sıkıcı tempoda daha ne kadar devam edecekti? Bir an bunu düşünmekten mutlu oldum. Çünkü dün yaşanan olayı unutmuş gibiydim. Dünkü olayı unutmuş gibi olduğumu düşünmek aslında dünkü olayın tekrar aklıma geldiğini gösteriyordu ve bu, zaten anlık olan mutluluğumu tekrar yerle bir etmeyi başarıyordu. Kendime oynadığım saçma akıl oyunları eşliğinde işe gitmek üzere hazırlandım. Kapıyı açtım, ayakkabılıktan aldığım ayakkabılarımı giymek için yere attım. Ayakkabımın yan dönen sağ tekinin içinden etrafa topraklar saçıldı. Kamera şakasına benzeyen bu durumun bir göz yanılması olup olmadığını anlayabilmek için sensörlü ışığa el salladım. Işık tekrar yanınca kapımın önüne saçılmış toprağı daha net gördüm. Ama neden?

Godfather’da yatağına at kafası koyulan yönetmenin karşılaştığı tehdide benzer bir tehditle mi karşı karşıyaydım? “Bak, kimsenin ruhu bile duymadan daire kapına kadar geldim ve ayakkabına toprak doldurdum. Eğer gördüğünü birine söylersen gerisini sen düşün!” anlamı mı çıkarmalıydım bu durumdan? Ben bu anlamı çıkarmıştım çünkü.

Kapının önündeki toprağı tek bir tanesi bile kalmayana kadar bir market poşeti içine topladım ve banyoma koyup işe gittim. Günümü dalgın bir şekilde, kapıma bırakılan toprağa anlam arayarak geçirdim.

Sonraki sabah yine ayakkabımın sağ tekinin içi toprak doluydu. Korkum yavaş yavaş kızgınlığa da dönüşüyordu. Bir sonraki gün ayakkabılarımı içeri alarak tepkimi koydum. O da toprakları paspasın üzerine dökerek karşı tepkisini verdi. Bu şekilde toprakları poşete doldurmak daha zor olduğundan “Bari bunun içine doldursun.” diyerek ayakkabılığa eski ayakkabılarımı koydum. Anlaşmaya yanaştı ve bu kez eski ayakkabımın sol tekine doldurdu toprağı. Artık öyle bir hal almıştı ki bu durum “Sağ tekine de doldursun da ikisini birlikte poşete dökerim.” düşüncesiyle birlikte üşengeçliğe de başladım. Öyle de oldu ve sonraki gün eski ayakkabı çiftimin içindeki toprakları poşete doldurdum. Poşette yer kalmamıştı artık. Ağzını bağlayıp yeni poşete geçtim.

O sabah lacivert yağmurluklu adamın -her ne gömdüyse- gömdüğü yerin yakınından geçerek yol kenarından da olsa oraya bakmayı planladım. İçimdeki merak duygusunu başka türlü yatıştıramayacaktım. Yol kenarında yavaşlayıp oraya doğru baktığımda gömülü yerde ufak ufak çukurlar gördüm. Bunlar benim evimin önüne bırakılan toprakların alındığı yerlerdi. İşte o zaman anladım lacivert yağmurluklu adamın yapmak istediğini. Toprakları parça parça benim evime taşıyıp suçuna beni de ortak etmek istiyordu. Böylece kimseye söylemememi garanti etmeye çalışıyordu. İyi de kapıma kadar geldiği ilk günden sonra benim zaten bunu söyleme gibi bir niyetim kalmamıştı ki. O ilk gün beni yeterince korkutmaya yetmişti zaten. Bunu ona belli etmeliydim ve belli edebileceğim bir fikir de aklıma gelmişti.

Ertesi sabah, daha doğrusu gece saat dörtte uyandım. Toprak dolu poşetleri aldım ve dışarı çıktım. Eski ayakkabılarımın içini kontrol ettim. Lacivert yağmurluklu adam henüz günlük toprağı doldurmaya gelmemişti. Apartmandan çıkıp gömülü yere gittim. Poşetlerdeki toprağı küçük çukurlara güzelce paylaştırdım. Sonra üzerinde yürümeye başladım. Bu, lacivert yağmurluklu adama bir mesajdı. Ondan korktuğuma, o her ne gizliyorsa onu gizlemesine yardım edeceğime dair bir mesaj…

Yaklaşık on dakikalık toprak ezme seansından sonra tam yürümeyi bırakmıştım ki hemen yanımdaki apartmanın loş ışıklı dairesindeki perdenin hızla hareket ettiğini fark ettim. Biri benim burada yaptıklarımı görmüştü. Belki de toprağın altında her ne varsa onu benim gömdüğümü düşünüyordu. Uzun bir süre pencereye baktım. Şaşırtıcı bir şekilde, görülmüş olmak beni tedirgin etmedi. Çünkü ne yapacağımı biliyordum. Hemen yerden biraz toprak alıp poşetin içine doldurdum. Birinin ayakkabısının içine toprak doldurmak ne kadar zor olabilirdi ki?

lacivert-yagmurluklu-adam

Yazarın (Emre Akkol) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

– Lacivert Yağmurluklu Adam

24 Ekim 1994 Bursa doğumluyum. Cumhuriyet Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik mezunuyum.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir