Pembe
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Pembe

Yazan: Özlem D. P.

0

Pembe

Lise iki falandım sanırım. Geceleri uyuyamama bir moda haline gelmişti bende. Başımın ucundaki radyodan gece boyu romantik şarkılar dinler, radyocuların buğulu seslerine kendimi bırakırdım. Bazen canlı yayın aramaları olurdu. Espriler havada uçuşuyor öyle zamanlarda. Herkes ya tam kendi oluyor ya da olmak istediği benliğe bürünüyordu bence. Kahkahalar, sevgililerle dalga geçmeler falan. Ne basitmiş şu hayat diyorum. Seni görmeyen ve hatta senin gerçek adını bile bilmeme ihtimali olan insanlarla konuşmak. Gece 3.30. Sabah 7’de uyanmak için ne geç bir saat oysa.

Âşık falan değilim o zamanlar. Hani tam nasıl bir şey dese biri; bolca ağlamaca gibi şeyler söylerim. Âşık olup da mutlu olanına rastlamadım radyoyu arayanlardan. Herkes acıklı şarkılar istiyor. Sezen Aksu açık ara önde. Şimdi hangi şarkısına baksanız bir yara görürsünüz. Bakmayın “Beni Al” şarkısında milletin dans edip coştuğuna, aldatılmışlığın acısı nakış nakış işlenmiştir her bir harfine.

Sürekli “Benim bütün rüyalarım seninle” diye başlayan bir şarkı dönüyor radyoda. Bir kaç yayın arasında dolaşırken her gece iki-üç kez dinliyorum. Yine o çalıyor. Kendimi öyle üniversitenin kampüsünde çimlere bırakıyorum. Mavi gökyüzü kaplıyor bedenimi. Beni sevdiğini söyleyen biri falan derken “Pembeeee” diye bir sesle irkiliyorum. Pembe ne ya, diyorum. Bir renk; pembe elbise, pembe ayakkabı, pembe boya. Yok hayır o ses detone edercesine bütün şarkıları “Pembeee” diyor. Sabah 5 olmuş. Sokaklar pembeye, turuncuya dönüşüyor. Pencereden bakıyorum. Tülün ardından. İki kadın, bir adam; kadınlardan biri önce, elinde salladığı bir yemeni sanki… Bir eliyle de eteğinin ucunu tuta tuta koşuyor. Arkasındaki kadın, koşamıyor. Hızlı adımlarla yürürken hep tökezliyor. Bazen eli belinde bir kaç nefes alıyor. Ama o bağırmıyor. Yürüyor sadece, olabildiğince hızlı yürüyor. Adam arkada. Boğazı patlıyor “Pembe” demekten. Pembe de pembe…

İnsan niye koyar Pembe ismini? Kız olduğu ayan beyan belli olsun diye mi? Yoksa böyle tam bir hanım hanımcık, uslu mu uslu, pembiş mi pembiş, tatlı mı tatlı bir kız çocuğu dileği gerçek olsun diye mi? Niye Pembe yani?

Adam “pembe”yi siyaha boyarcasına sabaha kusuyordu harfleri. Hani yakalasa Pembe’yi, renkler solacaktı ve pembe, boya kalemlerinden, duvarlardan, tül eteklerden kaldırılacaktı. Biraz yürüyor, baktı mesafe açıldı koşuyor. Bu sefer iki elini dizlerine koyup soluk soluğa nefes alıyor ve tekrar hızlı hızlı yürümeye başlıyordu.

Balkona çıkmaktan hep korkmuşumdur. Şimdi biri elini beline atar ve göğe boşaltır şarjörünü. Hiç kuşku yok ki o da bana saplanır. Böyle büyütüldük biz. Şiddetli kornalarda, kaza anlarında, kavgalarda, düğün konvoyları geçerken hep perdenin arkasından ve bir kaç adım gerisinden gölge gibi izledik. Ölmeyelim diye! En azından Niyazi olmayalım diye. Hani hastalanırsın falan neyse. Ama böylesi ölüm olmazdı. Babamın kuralları. Ne diyeceksin? Susup kalıyorduk biz de.

“Pembeeee” diye inledi açılmamış dükkânların gri kepenkleri. Oysa Pembe çoktan dolambaçlı yollardan birine sapmış, pembe topuklarını toza bulamıştı. Kimdi onlar, ana-babası mı? Öyle ise niye kaçıyordu Pembe? Kime kaçıyordu? Benim bütün rüyalarım seninle şarkısını o da istemiş miydi radyodan? Belki de oydu en son istek yapan kişi ve gecenin şehvetine yenik düşüp rüyasını yaşamak istedi.

Sabah erkenden okula yol alıp sekiz saati de tüketince evin yolunu tuttum haliyle. Kafamda Pembe. İnsan olan mı, renk olan mı? Pembe işte. Ne fark eder ki? Annem öğrenmiş bütün detayları ve eminim sakız da edilmişti ağızlara. Pembe üç sokak ötede oturan bir kızmış. Yarım akıllıymış. Gece-gündüz demez sokaklara atarmış kendini. Kaç kez kürtaj olmuş. Serseriler kaçırmış. Namussuz herifler! Aile çaresiz, yalnız, başı önde. Ondan hiddetlenmiş babası çok. Öldürecekmiş nerdeyse adam. Namus dediğin şey böyle… Ölümü de öldürmeyi de göze alıyor insan! Bulamamışlar Pembe’yi. Polis arıyormuş. Babası hem ağlıyor hem dizlerine vuruyormuş. “Allah’ım al şu kızın canını. Al şu kızın canını. Al.” diye.

O gece radyo dinlemedim. Pembe’yi düşündüm. Karanlık sokaklarda gördüğü sarı dişli adamları öldürdüm. Ona poğaça verirken kalçasını sıkan adamın eline bıçak sapladım. Geceye fener oldum. Üşüdü sonra hırka verdim. Caminin tuvaletine gitti. Kapısını tekmeleyen çocukların bisiklet tekerleklerini patlattım. Sonra onu masmavi bir denize götürdüm. “Yıkan burada” dedim. O saatlerce oynadı orda. Çocuk gibi oynayıp genç kız gibi güldü. Bazen gerdanını kırdı, bazen kahkahalara büründü yüzünü suya daldırarak.

Onu öylece bıraktım orda. Tek başına, pespembeydi o. Maviye ne kadar da yakıştı. “Öldü” dedim babasına. “Öyle diyorlar, ölmüş.” “Gömmüşler mi?” “Bilmem” dedim. O bir daha sormadı, ben de başka bir şey demedim. Otuz yılın yorgunluğunu omuzlarından o gün atan adam öylece iki eli başında ne kadar durdu bilmiyorum. Saksıda bir menekşe pembe. Bahçeden sarkan gül dalı, kapıdaki plastik terlikler Pembe. Her şey Pembe. Herkes biraz Pembe…

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir