Umutlu Umutsuz 2023 Panoraması
  1. Anasayfa
  2. Hayatın içinden
Trendlerdeki Yazı

Umutlu Umutsuz 2023 Panoraması

0

Umutlu Umutsuz 2023 Panoraması

Yazamadığım kelimelerin hesabını tutarak bitirdiğim bir yılın sonu, bir o kadar da uzak kalacağım kelimelerin hasretiyle başladığım bir yılın başı. Esasında bu yazı çok zaman önce yazılmaya başlandıysa da bir türlü sonu getirilemedi. Önce bir kitapla başladım, bir yazı ile bir kitabı sevdireyim diye. Bir yazı ile bir kitap sevilmez ama sevdirmek niyetine değil. İlay’ı sevdiğim için mi yoksa çok önceden onun yaşadığı Rumeli’nin her parçasına bir aidiyetim olduğundan mı bilmiyorum, Çiçekler Büyür romanının bir büyük yeri var içimde. Nereye gitsem İlay peşimde. “Çalın Davulları” türküsü de cabası. Sanki bu türkü, bu romana, İlay’a bir ağıt. Bir ağıtla başlayan tiyatro oyunumun da bitişi.

***

Sahur yapmayan bir oruçlunun yoluna denk geldiğim iki yıl evveli, bir hicazın armağan edildiği “kayboldum kaybolan yıllar içinde”nin sonuna yaklaştım. Bütün güzel olanlar gibi, her parçanın sonu da yine her güzelliğin üst üste geldiği zamanlarda, birden bire oluyor. Bir şehrin sabahında, kuru soğuk sabah vaktinin nefesi ciğeri parçalarken aynı keyfi akşamında almanın tadı, sonra her birini birlikte yapabilmenin şükrü… Paylaştığın, “noksan” dediğinin tamamlanması. Heidegger’in “birbirine ait olanın henüz bir arada olmayışı” dediği noksanlık, bir araya geldiğinde fark ediliyor. Öncesini bilmiyorsun çünkü. Bildiğin zaman noksan olduğunu anlıyorsun. “Kendini bilen Rabbini bilir” sözünün hikmeti boşa değil. Bu kez zaman ayrı akmıyor, aynı anda bir akış da o ait olduğunla birlikte başlıyor. Mekanı ya da zamanı senden bağımsız, senden uzak olabilir. Ama o akış senin içinde, senin gönlünde, zihninde devam ediyor. Aslında senden ayrı ve uzak görünse de senle bir ve seninle. Bu, Melih ve Çiğdem’in yaşadığı durum. Öyle olmasa bir dönemin kendine has müzikleri, müzisyenleri, şarkıları, besteleri olmazdı. Her eserin kendine ait bir ruhu, bir zamanı ve mekanı olmazdı. Hissettiğimiz şeyin hikmeti, bu birliktelik. Zamanı mekana karışmış, mekanı zamandan ayrı kalamayan anlar, işler, sesler, renkler, nihayetinde insanlar.

***

İnsanın olduğu yerde bir olay, olayın olduğu yerde insan var. İnsan, her devirde zihnine, gönlüne, gözüne ilişeni anlatma derdinde. Bunları da anlatabilmek için çok yol var derler. Biri, lisân-kâl; “Kâl” söz demek. Bu dil kelimelerin dili. Sözle konuşmak. Zihne hitap eder. Lisân-ı hâl dedikleri ise kelimesiz konuşmak. Kişinin “hâl”inin dili, yani konuşmasa da duruşundan, havasından dile gelen lisandır. Duygulara hitap eder. Şeyh Küşteri diye bir meydanda başlayan Karagöz ile Hacivat’ın anlattıklarından bu yana, perdenin arkasında ne olduğu bilinmez, ama dünyanın hâlinin “hâl” diliyle hikâyesi, bu perdenin arkasından anlatılır. Işık söndüğünde ise, suretten kimseler yok olur gider. O suretler, anlayabilen için, çok şey anlatırlar.

***

Her yılın bir panoraması vardı, 2023 için de yapalım eksiği kalmasın…

Bu yıl, her yıldan daha fazla “nasıl geçti, ne oluyor, nasıl bitti” diye her anında sorguladığım ve buna rağmen hiçbir şekilde tam manasıyla tadına doyamadığım bir yıldı. Durup, sadece etraftaki sessizliği dinleyip, bir nefes alıp tekrar havayı çektiğim ciğerlerim için şükretme anlarını neredeyse hiç yakalayamadım. Zamanı ağır ağır akıtamadım, sanki etrafta akıp giden bir nehir var, ben o nehrin kenarında akışı izliyorum, zamanı geldiğinde görevimi ifa edip tekrar izlemeye başlıyor hissindeydim.

İlk defa bu kadar çok proje, etkinlik, uygulamanın içindeydim. Hele bir haziran ayı vardı, evlere şenlik, hangi günü ne iş yaptım kesinlikle hatırlamıyorum.

Bu yıl, uzunca zaman sonra çocukluğumun yanında bir Geyikli ile geldiği zamandı. Çokça sorguladığım şeyler vardı, uzunca zaman arayıp sormamak, aranızdaki bağı neye dönüştürür? Ya da geriye bir bağ kalır mı? Kalırsa o bağ, ilk zamanın kokusunu taşır mı?

Bu yıl, hayatımda azdan da daha az kitap okuduğum en rezil yıllarımdandı. Koca on iki aya okumak için sığdıramadığım her kelimeden utanıyorum.

Venedik, sanırım kendim için yaptığım ilk ve tek güzel şeydi. O suyun kenarında günün doğduğu zamanı izlemek, tüm yıl özlediğimdi. Bu yıl Avusturya-Macaristan var, bakalım.

Şahane tiyatrolar yaptık. Sahnede olmanın artık en sevdiğim şey olduğunu biliyorum. Evet müziği başka severim, resim, heykel ve mimariye ayrı düşkünlüğüm var ama aylarca bir oyunu sergilemek için çalıştıktan sonra oyunun prömiyerine çıktığımda duyduğum heyecanın yerini hiçbir şey alamaz. Ve o heyecandan sonra da artık hayattaki hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.

Bu yıl harika bir iş yaparak-yaz döneminde- kanun çalmak için eğitim almaya başladık hicazla. Hicaz’ın ilerleyişini mutlulukla izliyorum, kendi beceriksizliğimi de bir o kadar hüsranla. Ama olsun, bu ara kısa bir molada olsak da ilerde belki aynı sahnede bir ney ile bi kanun, bir hikaye anlatır belki.

Aile dediğimiz kavramı sorguladığım zamanlar. Kan bağına mahkum olduğun aile, senin en büyük sınavın. Ben de en büyük sınavımı kan bağına mahkum olduklarımla yaşıyorum. Bu zamanlar da geçecek, biliyorum.

Bunca yıl görev yaptığım işimde, hep etraftan duyduğum “makam insanları değiştirir” sözüne canlı şahitlik ediyorum. Liyakatsizliğin kol gezdiği, gelene ağam gidene paşam diyen dalkavukların etrafı çepeçevre sardığı bir zamanı yaşıyorum. Her gün, bir sonrakinden daha iyi. İş bilmez, edep bilmez, usul-erkan bilmez hadsizlerin çoğaldığı bir zamanın geri kafalısı olarak etrafı izliyorum. İzlemek, kendi kabuğuna çekilmek çok başka bir hismiş, Ahmet Hocamı şimdi çok iyi anlıyorum. Her kelimesiyle her zerresiyle tiksindiğim şu çağa, bir umut öğretmen yetiştirmek için cebelleştiğim şu zamanlarda, yaptığım işe umudumu artıracak bir gerekçem kalmıyor git gide. Yolun sonunu görmek istemiyorum.

Ve… İki yıl sonradayım artık. Dokuzkasımikibinyirmibir. Üçüncü yıldan gün aldığım bir yolun, artık yan yana vakti zamanı dolmuş kısmının geride kalacak olan kısmındayım. Bu da bu yılın sonu, gelecek olan yılın başına denk geldi. Hani böyle radyoda en sevdiğin şarkı çalar, tam böyle dinlemek için her şeyi ayarlayıp frekansları sabitlersin, ses net gelmeye başlar da şarkı 5-6 saniye sonra biter ya, öyle bir zaman dilimindeyim. Bunca çirkinliğin içerisinde bana filbahri kokusu veren zamanlarım vardı. İlki Münir Nurettin Selçuk’u anma gecesine hicazla gittiğimiz zamanlar, İstanbul zamanları. Çengelköy, Çınaraltı, Aşiyan Mezarlığı, Beyoğlu, Koro festivali… Hangisini saysam? Çok sevdiğim, alıp da rafa koyup zamanı gelsin de okuyayım diye hasretle beklediğim bir kitabı okumak gibiydi bu zamanlar… Sonra Erzurum… Palto oyununa biletsiz halimizle gidip, gişede bir umut gelmeyen olursa onun yerini satın alır gireriz deyip, sonra bilet satın alıp gelmeyenlerin yerine bizi içeri alan gişe görevlilerinin bize bıraktığı anı ve aynı gecenin tüm bu yan yana geçecek zamanların artık kesin ve geri dönülemez şekilde bir sonunun da başlangıcının olması… Kendime ait, kendim için olan, beni seni bizle karıştırdığım zamanların sonu. Ankara… Hacı Bayram Veli, umutsuzluk, öfke, üzüntü ama tüm bunlardan sonra Ankara’nın da en güzel zamanlarını birlikte eskitmek. Bunlar, bana iki yıldan kalan hatıralar. Artık yenileri nasıl olur bilinmez, ama yan yana geçen zamanlar hiçbir zamanın yerini tutamaz. Belki yenilerine umut olur bu yıl, belli mi olur…

O zaman, Hacivat’ın okuduğu bir perde gazeliyle yeni oyuna, yeni zamana, yeni perdenin arkasına “hoş geldin” diyelim:

Eğer dikkat olursa Karagöz’le Havı Evhad’a

Mealin fehm eden ehl-i kemale başka halettir

Nice mana olur melhuz tahtında bunun seyr et

Nikatın anlasın ehli deyü arz-ı nezakettir.”

Umutlu Umutsuz 2023 Panoraması

Yazarın (filhakikas) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Umutlu Umutsuz 2023 Panoraması

İlginizi Çekebilir
Kadın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir