1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Yolları Çatallanan Öykü


0

Yolları Çatallanan Öykü

Bu öyküyü yazmamda bana çok yardımcı olan Kübra Cengiz’e teşekkürler.

Öykünün bilgisayarda okunması önerilir.

 

Sonra, insanoğlunun başına gelen her şeyin, tam ama tastamam şimdi’de geçtiğini hatırladım. Yüzyıllar geçiyor ve yalnızca şimdiki zaman’da oluyor her şey; havada, yerin ve denizin üzerinde sayısız insan var, ama gerçekte, olup biten her olay bana oluyor…

Jorge Luis Borges – Yolları Çatallanan Bahçe

 

5 Nisan 1994… Güneşli bir ilkbahar günüydü ve ilk zaman yolcusu olan Mustafa, dut ağacının altında bu başarılı yolculuk için şükrediyordu öncelikle. Yerinden doğrulduğu an, ilk iş olarak eliyle gömleğinin en üst düğmesini yokladı. Sonra derin bir nefes aldı. O en üst düğme, onun dönüş biletiydi çünkü. O düğmeye bastığında tekrar 2021’e dönecekti.

Cebindeki kimliği kontrol etti telaşla. O sahte kimliği kullanmak zorunda kalmamayı umuyordu. İşler fazlasıyla yolunda gitmeliydi. Bunları düşünürken bir yandan da eldivenlerini düzeltti. Burada olabildiğince iz bırakmaması gerekiyordu. Çünkü bırakılacak en ufak bir izin, geleceğe çok büyük etkileri olabilirdi. Hasan’dan duymuştu tüm bunları. Hasan… Asırlardır bilim insanlarının rüyalarını süsleyen zaman makinesinin mucidi.

Üzerinde ‘94 İstanbul Haritası’ yazan eski bir kağıt parçasını cebinden çıkardı ve kırmızı kalemle daire içine alınmış ‘Kürşat Çoban’ ismine uzun uzun baktı. Kürşat Çoban, 80’ler ve 90’ların ünlü rock yıldızıydı. O dönemlerde ülkenin her köşesinde onun şarkılarını duymak mümkündü. Ama bu büyük yıldız 94 senesinde, bahar dallarının yeni filizlendiği nisan ayının beşinde başına dayadığı bir silah ile bu dünyadan kaymıştı. İşte Mustafa’nın ilk zaman yolculuğu için bu günü seçmesinin nedeni de buydu. Kürşat Çoban’ın evine gidecek, intiharına engel olacak ve planlarını uygulayıp Kürşat Çoban’ı intihardan tamamen vazgeçirecekti. Böylece dinlemeyi çok sevdiği ama o doğmadan önce ölen Kürşat Çoban’ı hem canlı görmüş olacak hem de hayatını kurtaracaktı. Fakat bu yaptığının kötü bir sona yol açma ihtimali de vardı. Eğer tekrar 2021’e döndüğünde Kürşat Çoban’ın yaşaması olumsuzluklara yol açmışsa bu kez tekrar geçmişe dönüp intihar ettiğinden emin olana kadar orada bekleyecek ve sonrasında çaresiz geri dönecekti.

Olabildiğince kimseye gözükmeden Kürşat Çoban’ın evine kadar geldi. Bahçe kapısından sessizce içeri girdi. Burası, eski gazetelerden de gördüğü gibi iki katlı ve bahçeli bir villaydı. Kapı önüne geldiğinde heyecandan kalbinin sesini duyuyordu adeta. Zile bastı. Kısa bir süre sonra kapı açıldı ve Kürşat Çoban karşısındaydı. Dağılmış, uzun, sarı saçları; sarı bıyıkları ve uykusuzluktan yorgun düşmüş gibi duran mavi gözleriyle kapıda dikiliyordu. “Buyurun.“ dedi yorgun bir şekilde.

“Me… merhaba!” dedi Mustafa, heyecanla kekeleyerek. “Be…ben Mustafa. Kü… Kürşat Bey, be… ben sizin hayranınızım. Şarkılarınızı severek dinliyorum. Aynı zamanda da bir mucidim.” Kürşat Çoban uyudu uyuyacak gözlerle sabırlı bir şekilde onu dinlemeye çalışıyordu. Kim bilir hayranları ne gibi saçmalıklarla çıkmışlardı karşısına bugüne kadar? Bu da onlardan biri olmalıydı. Mustafa cebinden akıllı telefonunu çıkarttı. “Bunu sizin için yaptım.” 

Telefonu gören Kürşat Çoban’ın birden gözleri büyüdü: “Bu nedir?”

“Bir beste makinesi. Durun size göstereyim.” Telefonunu açtı ve popüler şarkılardan birinin enstrümantal haline tıkladı. Gelmeden önce indirmişti bunları. “Bakın.” dedi “Şu üçgen tuşunun olduğu yere dokunduğunuzda makine beyin dalgalarınızı algılamaya başlıyor ve onları anında müziğe dönüştürüyor.” Müziğin çalmaya başlamasıyla beraber Kürşat Çoban’ın yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdi. Ekranda dolaşan renkler, müzikle birlikte onu hipnoz etmiş gibiydi. Hiç tepki vermeden öylece sonuna kadar dinledi. “Nasıl buldunuz?” diye sordu Mustafa.

“Güzel bir icat ama bir sanatçı için biraz ruhsuz bir besteydi. Aceleye getirilmiş gibi. Hani müzik ruhun gıdası derler ya, bu biraz doyuruculuktan uzaktı. Müzik dediğin tam bir gıda olmalı. Ruhu öyle beslemeli ki yıllar geçse de insan onun açlığını hissedip tekrar tekrar dinlemeli. Seninki daha çok… bir uyuşturucu gibi. Sadece anlık bir haz. Kusura bakma eleştirdiğim için ama eleştirim icadına değil. Belki daha da geliştirebilirsin diye söylüyorum sadece.”

“Ne demek Kürşat Bey? Ben de zaten sizin bu konuda fikrinizi alabilmek için geldim buraya. Bir de şu var ki çalan müzik benim beyin dalgalarımdan oluştu. Bir de sizinkiyle deneyelim isterseniz.” dedi ve onay beklemeden telefondan Duman’ın ‘Her Şeyi Yak’ şarkısının enstrümantal halini açıp çalmadan durdur butonuna bastı. Telefonu Kürşat Çoban’a uzattı. 

Kürşat Çoban telefonu eline aldı. Titreyen ellerinin arasında kırılacak bir eşya varmış gibi tutuyordu telefonu. Çalacak müziği ne kadar heyecanla beklediği de gözlerinden okunuyordu. “Şimdi ne yapacaktım?” diye sordu.

“Şu üçgene basacaksınız.” Hayran olduğu adamın bir öğrenci gibi ondan bir şeyler öğrenmeye çalışması çok hoşuna gitmişti.

Kürşat Çoban, akıllı telefonla yeni tanışan hemen her insanın yaptığı gibi telefonu sol eliyle tuttu ve sağ el işaret parmağını yanlış bir yere basmaktan korkar bir şekilde yavaşça oynat butonuna dokundurdu. Müzik çalmaya başladığında Kürşat Çoban hayran bir şekilde telefonun ekranına kilitlendi. Müziğe başıyla ritim tutmasından beğendiği anlaşılabiliyordu. Müzik bittiğinde “Bu güzeldi işte.” dedi, zevk aldığı belli bir şekilde gülümseyerek. “Çay içmeye vaktin varsa biraz oturup konuşalım. İlk defa gerçekten mucit olan bir hayranımla tanıştım. Biraz konuşmak isterim.”

“Ben de çok isterim, tabi evdekiler rahatsız olmayacaksa.” dedi Mustafa bilmiyormuş gibi yaparak. Aslında Kürşat Çoban ve eşi o dönemde ayrı yaşıyorlar ama çok göz önünde olup da çocuklarını yıpratmamak için bu durumu basından gizliyorlardı. Eski gazetelerden okumuştu tüm bunları.

“Evdekiler…” dedi yüzünde acı bir gülümsemeyle. “Evde kimse yok şu an. Olsa da sorun olmaz zaten.”

İçeri girip üst kata çıktılar. Hayran bakışlarla etrafına bakıyordu Mustafa. Tablolar, vazolar ve daha bir sürü sanat eseri… Hangisine bakacağını şaşırmıştı. Bunu fark eden Kürşat Çoban, “Sen tablolara bakarken ben de çayı getireyim.” dedi ve yanından ayrıldı.

Etrafı incelerken gözü masanın üzerindeki ilaçlara çarptı Mustafa’nın. Üzerlerinde uyku ilacı oldukları yazıyordu. İşte o zaman Kürşat Çoban’ın gözlerindeki o yorgunluğu daha iyi anladı. Gazetedeki intihar haberi geldi aklına. İntihardan önce uyku ilacı aldığı yazıyordu. Vücudu ilaca karşı direnç geliştirmiş olmalıydı. Yoksa uyku ilacı almış bir kişi nasıl kendisinde intihar edebilecek gücü bulabilirdi ki? Hap kutusunu eline aldı. Kürşat Çoban’ın çayına biraz o ilaçtan atsa bu uyumasını sağlardı belki. O uyurken Mustafa da intiharı engelleme planını uygulamaya başlardı. Tabi bir seçenek daha vardı. Çayına ilaç atmayıp zaten kendi aldığı ilacın etkisiyle uyumasını da bekleyebilirdi. Kürşat Çoban’ın intihar ettiği saati düşündüğünde ilaç etkisini gösterene kadar sohbet etmek için vakti de olurdu. Sonrasında da planını uygulamaya başlardı.

İLACI ÇAYA AT

 

İLACI ÇAYA ATMA

24 Ekim 1994 Bursa doğumluyum. Cumhuriyet Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik mezunuyum.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
Konuşan Oda

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir