Sandalye
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Sandalye

“Bu kadar sandalyeyi napacağız?”

0

Sandalye

Kasabaya ara ara iniyorum. İhtiyaçlar oluyor. Ayın başında maaşımı çekiyorum. Esnaf lokantasına uğrayıp bir tas yemek yiyorum. Gazetelere bakınıyorum bir kahvehanede, çay içiyorum. Yürüyüş yapman gerek dedi doktor. Yoksa aksayan ayağım yürümez olurmuş. Onu da bahane ediyorum. Uzun yol değil ama başta zorlanıyordum. Şimdi alıştım. Şu ayağım aksamasa daha kolay olacak da işte yaşlılık…

Çöpün kenarına bırakılmış sandalyeyi eve kadar sürükleyerek güç bela götürdüm. Eskiden olsa sırtıma alıp kısa sürede taşırdım. Şimdi ise kısacık yolda sekiz defa mola verip ancak götürebildim. Aksayan ayağım muhtemelen gece boyunca uyutmayacak. Ama yapacak bir şey yok. Böylesi bir sandalyeyi bu zamanda kimse üretmiyor. Ceviz ağacından sandalye mi kaldı memlekette! İnsanlar da ne acımasız, böyle sandalye atılır mı hiç? Cilası kabarmış, hafif çatlamış diye atmışlar… Bir zımpara, iki kat vernik; al sana sapasağlam sandalye… Otuz yıl daha bir şeycik olmaz… Bunu atanlar şimdi gidip yenilerinden alacak. İki sene sonra da kırılacak diye üzerine oturmaya korkacaklar…  Aman bana ne? Gideyim de bir elimi yüzümü yıkayayım. Daha yemek yapacağım. Yemek dediysem de bol domatesli bir menemen… Başkasını pek beceremiyorum, içim almıyor. Yanına kuru soğanı da kırdım mı al sana ziyafet…

Bu musluğu daha geçen onarmıştım. Yine damlatıyor meret! Şimdilerde hiçbir şeyi sağlam yapmıyorlar! Neyse yatmadan vanayı kapatayım da boşa akıtmasın. Yarın bakarız çaresine… Yumurta da azalmış. Salı pazarından birkaç tavuk alayım, böyle başa çıkamayacağım. Arka bahçeye de bir şeyler ekecektim. Yetişemiyorum hiçbir şeye… Senden sonra…

Karnım tok sırtım pek. Bizim Cemil’in kitaplarını buraya getirmeyi iyi akıl ettim. Yoksa onları da atardı hergele! Okuyorum birkaç sayfa da olsa… Kaç gündür aradığı da yok. Anasının kuzusuydu zaten, beni hiç gözü görmezdi ki! Neyse günahını almayayım. Haberlerde gördüydüm, Ankara yine karışıkmış. Ama ben demiştim, “Ne işin var polislikte oğlum, sen öğretmenlik okudun. Git öğretmenlik yap…” diye. Kızmıştı hergele! Ekmek aslanın bağırsağına inmişmiş. Gerçi haksız da değil. Bir sene bekledi atanmak için çocuk. Napsın, en sonunda o da dayanamadı. Mahalleden Veysi’yle gittiler mülakatlara. Sen çok ağlamıştın. Ben de güçlü görünmek için sana çıkışmıştım. İçim ağlıyordu aslında… Bana sinir olmuştun…

Cemil dedim de… Öğretmenliği kazanınca, seninle hayaller kurmuştuk. Oğlan bitirecek okulu, gidecek Anadolu’da bir köy okuluna. Biz de satıp evi, kaçacaktık yanına… Köyde sağlıklı bir hayat, sen ekip biçecektin. Bana sigarayı bırakmamı şart koşmuştun. Ben de at alırsak bırakırım demiştim. Kahkahayı patlatmıştın. Ben hemen bir sigara yakmıştım. Sen gözlerini belertip içten içe kızmıştın. Bırakamadım… Bir at da almadım. Alsam da üzerine çıkacak dermanım yok. Yoruldum epey. İnsan yarım olarak doğuyormuş. Sonra karşısına onu tamamlayacak birisi çıkınca da tamamlanıyormuş. Bunu sen gidince anladım. Şimdi yarım yamalak topallıyorum. Bir sandalyeyi nimetten biliyorum. Yetişebildiğimce aksayan, eskiyen, bozulan her şeyi onarıyorum. Ama kendime bir yararım yok…

Tıraş olmayı hiç bırakmadım. Memuriyetten gelen bir alışkanlık diye geçiştiriyorum ama sensin sebep. Hani 74 kışında düşüp ayağımı kırmıştım. İki ay yatmıştım evde. O zaman çok yük oldum sana. Cenazende helalleşirken de aklıma gelmişti o kış. Benim ne hakkım geçti ki sana… Sen helal et beni… O iki ay tıraş olmamıştım. Sonra iyileşip tıraş olunca, “Ay seni bir daha hiç sakallı görmek istemiyorum, resmen başka bir adama dönüştün!” demiştin. İşte o günden sonra zorunluluktan değil, sırf sen beni sakallı görme diye tıraş oldum hep. Şimdi de her sabah hiç üşenmeden geçiyorum aynanın karşısına… Bu ben miyim?

Nazlıcan aramış. Telefonu evde sürekli kaybediyorum. Bir yer bulamadım koyacak. Yine telaşlanmıştır. Aramak da içimden gelmiyor. Hep aynı şeyler… Senden sonra, ablasının biricik eşi için tedirgin. Kaç defa dedim “Cemil bile bu kadar merak etmiyor Nazlıcan, iyiyim ben merak etme beni…” diye. Ama dinlemiyor. Ablası gibi inatçı… Kışı onlarda geçirmemi istiyorlar. Ben yapamam ki biliyorsun. Ne kadar akrabamız da olsalar başkasının evinde, düzeninde yaşayamam ben…

Musluk işi boyumuzu aştı. Burada olup başıma gelenleri görsen çıldırırdın. Biraz fazla sıktım herhalde musluk kırıldı. Her tarafım sırılsıklam oldu. Neyse ki vanayı kapatabildim. Yarın kasabaya gidip bir tesisatçı çağırmam gerekecek. Hem sandalye için de birkaç malzeme alırım.

Tesisatçı, Cemil’in yaşlarında bir çocuk… Çabucak halletti. Ben de sandalyeyi zımparaladım gün boyu. Böyle işçilik yok artık. İyi ettim alarak. Yarın da iki kat vernik atarım mis gibi olur. Sen olsan “Bu kadar sandalyeyi napacağız?” diye çıkışırdın. Ne yapayım be Kiraz Hanım? Sen yoksun, oğlum yok, kimsem yok bu köy yerinde. Söylesene ne yapayım?

Sandalye

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Sandalye

İlginizi Çekebilir
Soğuk Oyunlar

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir