1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Bir Ağacın Gölgesinde

"Kaç zaman geçmişti, gelmemişti buraya. Belki son olur tedirginliğiydi yolunu buraya çeviren."


0

Bir Ağacın Gölgesinde

  • Şehrin son kalan parkındaki bir bankta oturan ihtiyarla torunu arasında geçen bir öykü kaleme alın.

Bu cümleyi daha önce de yazdığını hatırladı ama olsun; eli kalem tuttuğu, parmakları klavyenin üzerinde gezebildiği, aklını yitirmediği sürece tekrar tekrar yazabilirdi. “Dedelerle torunların yolcu oldukları hikâyeleri bilhassa severim. Bu hikâye dedeler ve torunlar için…” Aynı cümleyi ona bir kez daha kurduran önündeki yazma egzersizi maddelerinden biriydi.  Hem de ilki… “Şehrin son kalan parkındaki bir bankta oturan ihtiyarla torunu arasında geçen bir öykü kaleme alın.” diyordu madde. Bu maddeyi okuduktan sonra artık öteki maddeler ve hatta bütün yeryüzü pusluydu. Son bir park belirivermişti hemen gözünün önünde. Son bir park… Son bir park mı? O daha bu fikre alışamamış, fikri sorgularken geçivermişti önünden ihtiyarla torun. Bisikletli torununa yayan yetişmeye çalışan ihtiyar, tatlı bir tebessüm belirtmişti yüzünde. Belki de o an için sorgulamak gereksizdi. Bir durup seyretmek gerekirdi.

Kaç zaman geçmişti, gelmemişti buraya. Belki son olur tedirginliğiydi yolunu buraya çeviren. Güneş alabildiğine yaymıştı parkın üzerine bütün ışıltısını ve ısısını. Bir ağacın gölgesine oturmayı tercih etmesi bundandı ama bu ağacın gölgesine oturmayı tercih etmesinin hikayesi başkaydı. İhtiyar soluklanırken çocuk ağaçların arasında hayretle sürüyordu bisikletini.  Bu kadar ağacı her zaman görmüyordu belli ki. “Sağım, solum; önüm, arkam beton” oyununa fazla kaptırmışlardı çünkü kendilerini şehir inşa edicileri.  İhtiyar “Ozan!” diye seslendi. Ozan bisikletini ihtiyara doğru sürüp “Geliyorum dede!” diye karşılık verdi. Geldi. Bisikletinden indi ve bisikletini gölgesinde durdukları ağacın gövdesine yasladı. Dedesinin yanına oturdu. İhtiyar bir eliyle parktaki ağaçları işaret ederek “Biliyor musun Ozan? Ben de bu ağaçların arasında az bisiklet sürmedim.” dedi. Ozan’ın hayreti artmış, dedesinin de çocuk olup bisiklet sürdüğü hali hayalinde canlanmıştı. Gözü futbol sahasına iliştiğinden olacak “Top da oynar mıydın burada dede?” diye sordu. “Oynardım tabii!”. Ozan “O zaman bir dahaki sefere topumu da getirelim, ben de oynarım!” dedi hevesle. İhtiyar gülümseyerek başını sallamakla yetindi. Bir aşağı bir yukarı inip kalkıyordu başı ve ağaç yapraklarının gölgesinde donup kalan bakışları sanki tekrar yaşıyor gibiydi bazı anları.

“Biz senin yaşındayken bu ağacın gölgesinde piknik yapardık Ozan. Yedi arkadaştık. Paralarımızı birleştirir, o zaman şuradaki caminin altında bir bakkal vardı, oradan bisküvi, leblebi tozu, şekerleme alırdık kendimize. Sonra oturup bu ağacın dibinde yerdik. Herkesin çok parası yoktu o zaman ama olanı paylaşırdık işte!” Ozan merakla dinliyordu dedesini. “Bir arka sokağa hafta sonları pazar kurulurdu. Bir kasa limonu alırdık. – Parkın giriş kapısını işaret ederek – Bak, tam şurada bir çeşme vardı o zamanlar, nerede muslukta su, oradan küçük bidonlara suyu doldurur limonları da sıkar limonata yapardık. Hem kendimiz içerdik hem içmek isteyene parasıyla satardık. Yine bu ağacın altında yapardık onu da. Şu büyük hastane var ya, parkın arkasında iki şeritli tek yolu geçince, orası derme çatma bir yerdi önceden. Bir bahçesi vardı, dut ağacı dolu! Paramız olmadığında oradan dut toplar, onları yerdik. Çocuk aklımızla yolu geçmeyi başaramaz da bir arabanın altında kalıverirsek diye de bir sopa dayak yerdik üzerine. Bugün ister beğensinler ister beğenmesinler Ozan, bizi döverek severdi dedelerimiz.” Ozan’ın bunu anlaması imkansızdı. Meraklı bakışlarıyla “Canın acımıyor muydu?” diye sorup arkasından “Sen bana hiç kızmadın bile dede!” diyerek gülümsüyordu. “Biz sonra öğrendik öyle olması gerektiğini oğlum. Şiddetin her türlüsü yanlış ama bak, biz daha ne sopalar yedik: Bir bayram sabahı millet bayram namazındayken iş olsun diye birkaç ayakkabı çalıp çalıların arasına saklamıştık. Meğer kasapla yeğenininkiymiş ikisi, biri de muhtarınki… Onlar da ne sinirli, hoşgörüsüz adamlar… Ortaya çıkınca bizim yaptığımız, ne biçim sopa yedik biliyor musun? Çocukluk işte saatlerce ağlaşmıştık da ertesi bayram yine yapmıştık.”

Dedesinin bu hatıralarını dinlerken mutluydu Ozan. Dikkati uçuşup bir ağaçtan diğerine konan kuşları fark ettiğinde dağılmıştı. Uçmak Ozan’ın en sevdiği eylemdi. Bisikletini de bir nevi buna hizmet ettiğinden seviyordu. Dedesini dinlemek güzel olsa da o an bisiklete binip kuşlarla yarışmak daha güzel gelmişti ona. “Dede, ben artık bisiklet süreceğim!” deyip kalkmış, ağacın gövdesinden usulca kendine çekmişti bisikletini ve kuşları takip ederek ağaçların arasında ilerlemişti. İhtiyar “Son kuşlar bunlar Ozan!” diyordu. Ozan onu duymayacak bir mesafedeydi. Sait Faik konuşuyordu ihtiyarın kulağına… Ozan’a dese, bilmezdi Sait Faik’i! Bir gün gelir, bilir miydi? İhtiyar Ozan’ın arkasından şefkatle bakarken yarım kalan hatıralarıyla bir başına kalmıştı. Yine aynı arzu sarmıştı benliğini. Çocukken de gençliğinde de yaşlılığında da aynı arzu… Bu ağacın altında durmalıydı an ve ikisi birlikte sonsuz olmalıydılar. Sonsuzluk nasıl doyumsuz bir arzuydu o ağacın altında! Kaldı ki ağaçsızlık soluk kesiyorken artık şehirde… Kaldı ki devasa yapıların arasında ancak bir karış kadar görünüyorken maviliği göğün… Küsmüşken bulutlar hayallere… Kuşlar son kuşlarıyken Sait Faik’in… Soluk alıp veriyordu bu ağacın gölgesinde ihtiyar. Yeşilli mavili nefes doluyordu ciğerlerine. Bir bulut kümesi görse hâlâ heyecanlanıyordu hangi canlıyı andırıyor, hangi nesneye benziyor diye… Kuşlara güzergâh çiziyordu yarım yamalak coğrafya bilgisiyle. Sanki yine on iki yaşında oluyor, arkadaşlarıyla şu çimenlere uzanıp hikâyeler kuruyordu; içinde güneş, bulut, kuş, ağaç, belki arada salıncak olan hikâyeler… Arkadaşları artık yoktu! Doğrultamadığı beliyle çimenlere nasıl uzanırdı? Aklı yerindeydi nihayetinde, hikayeler zihninde hiç bitmiyorlardı. İhtiyar sonsuzluğu solurken ciğerlerinde, Ozan hâlâ bisikletinin üzerinde kuşlarla, rüzgarla yarışıyordu.

Gözlerinin pusu netliğe bırakıyordu yavaş yavaş yerini. Diğer maddeler belirginleşmişti artık gözünün önünde. “Uzun bir yolculuğun ardından ulaştığınız köyde geçirilen ilk günü anlattığınız bir öykü kaleme alın.” “Yıllardır sizinle birlikte yaşayan köpeğinizin ölümü ardından hissettiklerinizi kaleme alın.” “Uzun zamandır beklediğiniz o gün geldi. Bir hayal kırıklığı mı yoksa her şey hayal ettiğiniz gibi mi?” … “Bunlar da güzel konularmış!” diye geçirirken içinden aklının ilkinde kaldığı aşikardı.

Yazarın (eceeskiköy) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Siz de yazı egzersizlerimize katılabilirsiniz.

Yazar-Çevirmen Fransızca Öğretmeni

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir