Prenses’in Yıldızları
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Prenses’in Yıldızları

Yazan: Özlem D. P.

0

Prenses’in Yıldızları

Kara gözlerine, kara gece inip upuzun yıldızlı bir gökyüzünün altında uyudu sanki. Keşke odayı daha karanlık, yıldızları daha parlak yapabilmeye muktedir olsaydım. Belki daha derin, daha sıcak ne bileyim anasının koynunda gibi uyurdu o zaman. Karanlığın rengi başka olurdu, kara başını dayadığı yumuşak göğüste. O her şeyden habersiz, süt gibi beyaz uykusuna belki de en çok annesini ortak ederek dolu dolu iki saat uyudu. Bu sefer kimse o derin, ninnilerin sarmaladığı, masalların döşek olup altına serildiği uykusundan uyandırmadı.

Tıpkı diğerleri gibi kalktı, oynadı. Raftan bir oyuncağı alıp, diğerini başka çocukların elinden çekiştirdi. Biraz peynir, kraker ve elma yedi. Kırmızı bardaklardan kana kana içti üç yudum suyunu. Doktor olup, göğsümü dinledi, öksür dedi. İlaç verdi. Gülüp meyve-sebze sepetine uzandı elleri. Havucu kemirmeye çalıştı. Güldüm ben. Şakacıktan ye, dedim. Bir an kızım sandım ona. Türkçe bilmiyor ki dedim. Silly ben. Pretend Prenses, dedim. Anneliğin bütün dillerin üstünde olduğunu düşündüm. Güldüm kendime. O da anlamadığım bir dilde bana baktı. Svahilice ne düşündü acaba diye baktım gözlerine. Bir avuç hasret vardı.

Dayısı gelmedi o gün. Her gün 2- 2 buçuk gibi gelirdi oysa. Saat üçü çoktan geçmişti. Biraz başka meyvelerden yedi Prenses. Kaleye çıkıp el salladı bana. Ne kadar da büyüdün, dedim. Başın göğe değecek Prenses. Parmağıyla saati gösterdi. Gelecekler, dedim. Hızla arkasını dönüp bilmediğim duyguların üstünde tepinircesine zıpladı pembe ayakkabılarıyla.

Bir avuç boya getirdim bir ara masaya. Herkes minik vücutlarının cuk diye oturacağı o küçük sandalyelerine oturup renkli kâğıtlara başka renkler çizmeye başladı. Anlamsız şekillere anlam yüklemeye çalıştım. Prenses’inkine daha birçok baktım sanki. Beni hep içten ağlatıyor, oysa o bilmiyor. En çok siyahı almış eline. Teni gibi kara kara boyamış. Delikler açmış, deliklere başka delikleri eklemiş. Bir yumak gibi, çamur gibi sıvamış kâğıdını pastel boyayla.

Gelen anne-babalara öylece bakışını izledim her fırsatta. Herkesin sadece annesi gelsin istedim o gün. Eksikliğini çektiği, belki de ölmüş olan ve hiç göremeyeceği babasının eksikliğini fark etmesin ve herkesin onun gibi olduğunu varsaysın, ona inansın istedim. Hatta bazen yabancı birilerinin gelip arkadaşlarını almasının da… Dakikalar geçiyor ve herkes gidiyor, Prenses’ten başkası kalmıyordu. Saat çoktan zamanını aşmış ve iki şaşkın, bakışlarımızı birbirimizden kaçırıyorduk. Yolumu bekleyen miniğimin gözündeki yıldızların sönmesini nasıl istemezsem, Prenses’in de yıldızlarının hep parlak kalmasını istiyordum. Zaman çok hızlı, zaman çok yavaş, durgun bir göl…

Akşam yemeği vakti çoktan gelmiş, her ikimiz de acıkmıştık. Ona biraz kraker, biraz peynir çıkardım dolaptan. Şarkı söyledim o yerken. Temizlikçi geldi, konuştuk ayaküstü. O işini bitirdi. Işıklar sönmeye başladı. Ben korkmaya. Karanlıktan değil de, onun yıldızlarının sönmesindendi korkum. Tedirgin, telaşlı ve korkulu ahizeyi kaldırıp aradım annesini. Bilmediğim dilde harfler çarpıyor kulağıma. Okul diyorum. Medrese. School. Ecole. Prenses diyorum tekrar tekrar. Kaç dilde söylenir ki. Ama ben anaçlığımın dilini kullanıyorum bu sefer. Telefon yüzüme kapanıyor.

İçimde kocaman bir taş. Taşıyamayacağım kadar ağır. Öyle duruyor göbeğimde. Düşecek, beni de düşürecek kayalıklardan aşağıya sanıyorum. İki kraker daha verip sayısını hesaba katmadan kitap okuyorum ona. Öylece kucağımda uyuyor. Kara gözlerini neye kapattı acaba diye düşünüyorum. İçimdeki taş parçalanıp, yıldızlarımı damla damla döküyorum üstüne. Hüznünü, öksüzlüğünü, yetimliğini yıkayayım istiyorum. Anneliğin şefkatinden bir çıra tutuşturuyorum, elim, dudaklarım hep yanıyor için için. Migren bir ağrı hançer gibi sallanıyor göz kapaklarımda.

Kapıda iki tıkırtı, üç siluet… Kapıyı açıyorum, yorgun ama en çok da kırgın. Ama kime, niye bilemediğim bir hüzün. Annesi gözleri bir alev topu, yüzü katran karası… Üzüntüden mi, kendini öldüresiye suçladığından mı bilmiyorum. Sorgulamıyorum da. Prenses, anasının kokusunu duyunca koşup geliyor, sarılıyor bacaklarına annesinin. Özür dileyecek oluyorlar üçü birden. Başka başka dillerde… Gidin diyorum. Karanlığı birlikte kucaklayın yavrularınızla. Annesi dönüp sarılıyor bana. Ben de iki tane yıldız bırakıyorum omuzlarına. Kendi yavrumun yıldızlarını yakalamaya gidiyorum koşarak. Ah Prenses, diyorum yavruma sarılırken. Ah. Yıldızların bol olsun.

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. 

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Prenses’in Yıldızları

Prenses’in Yıldızları

İlginizi Çekebilir
Öykü: On Bir Elli Dokuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir