Kutsal Sayılar ve Ben
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Kutsal Sayılar ve Ben

Yazan: Özlem D. P.

0

Kutsal Sayılar ve Ben

Avucumun içine alıyorum yanaklarımı. Pıtır pıtır dökülüyor gözyaşlarım. Yanaklarım bir şeftalinin tüyünü çalıvermiş, güneşin alnında azıcık da kızarıvermiş gibi. İçimdeki keder kanatlarını batırıyor kalbime. Okuyorum. Sağıma dönüp 3 Elham, 3 Kulhü, yetmiyor. Ayatelkürsi’yi de bitiriyorum. Felak ve Nas da iyi gelir demiş komşunun gittiği hoca iç sıkılmalarına. Allah razı olsun dinci Kazım Hoca’dan hepsini ezberletmişti. Sen, seksen aldın ama ben 85’ten 5 veriyorum. Ben, ben duyuyor musun ben demişti. Allah da böyle mi derdi acaba, diye çok korkmuştum o zamanlar. Sen günahkârın tekisin, ama ben seni cennete alıyorum, ben, ben. Her gece seksen almış ben, 5 puan eklenerek cennetle ödüllendirilme rüyaları görürdüm. Şimdi Kazım Hoca’yı görmek ve onu hatırlamak, ne bileyim… İnsan aklını da kalbini de kontrol edemiyor işte. Annem, İnşirah suresi okurdu çokça. “Peygamberin bile ruhu bunalmış da öyle indirmiş Allah bu sureyi” derdi. “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” diye başlıyordu. Bazı sayılar kutsal mı ne, kırk mesela sonra 7 ve 3. Kırka kadar çıkamasam da 7 kez okuyup sağıma dönüyorum yatağımda. Sağ elim yanağımın altına, sol elimi kalçamın üstüne koyuyorum. Peygamber de böyle yatarmış.

Her gece içimde bir tedirginlik. Ya soluma dönüverirsem diye. Uykuda olup bitenlerden mesul değil insan. E, iyi de gündüz ne ile meşgul olursanız gece de onun rüyasını görürsünüz dememiş mi geçen cuma hutbesinde hoca. Dedem bastonunu duvara vura vura haykırıyordu hocanın vaazını evde. Televizyonu da kapattırdı tam da kardeşim çizgi film izlerken. Mümin kardeşinizin açığını aramayın, yaptığı kötülükleri görünce başınızı çevirin demiş hocanın biri, annemle yengem konuşurlarken duydum. Sofra bezini çırparken balkondan Selim Abi’yi gördüm. Bana gülümsedi, ben de el salladım. Annem, dirseğiyle dürttü beni. Şuna bak, bir de göstere göstere sigara içiyor, ne yapalım yani oruç tutmuyorsan diye söyleniyordu. Çayları doldururken, Ramazan’da bile karıya kıza gidiyormuş, yüz verdiğini görmeyeyim sakın dedi.

Arabaya binip de bayramlaşmaya giderken akrabaları; içimde bir güvercin, birileri şeker, kimileri para verecek şimdi. Herkes sarılacak, öpüşecek. Bayramlaşma bitip de arabaya geri bindiğimizde küfürler havada uçuşuyor. Falancanın iyi arabası varmış, düşük modelli arabası olanı adamdan saymıyormuş, konuşurken yüzüne bile bakmıyormuş, dün muhtaçmış ekmeğe bugün ne olmuş böyle burnu büyümüş. Bayram namazında hoca demiş, küsler barışsın, akrabanızı ziyaret çok sevaptır diye. Havada uçuşan vaazlar, lanetlerle çarpışıyordu geçtiğimiz yollarda. Çocukların başını da okşayın, yetimleri sevindirin de demiş hoca. Annem fitreyi Nazlı Teyze’nin torununa verdiği için biraz gururlu. Çok şükür kısmet oldu, sadakamızı da verdik dediydi en küçük kâğıt parayı sıkıştırırken Nihal’in boğumlu ellerine. Nihal buruşmuş parayı atıp yüzünü tırmalamaya başlıyor, kesilmemiş tırnaklarıyla. Kandan kırışıklıkları büyüyor 17 aylık Nihal’in yüzünde.

Sabah hocayı dinlemek istemiyorum dediğimde babam niye başıma vurdu ki sofrada. Hocayı dinlemeyen bir ben miyim ki? Gözyaşım ekmeğin en kıtır yerine düştü de ıslanan yerlerini göstermeden yemiştim şeker diye o gün. Gavur musunuz siz, gavur musunuz ha, diye haykırıyordu dedem bir seferinde. Herkes birbirine bakarken ne oldu yine diye, kahve arkadaşı rüyasında zebaniyi görünce almış götürmüş dedemi o gün cumaya, onun gürlemesiymiş. Şaka maka yanacağız diye korkutmuş onu da, o da yanmayalım diye bize bağırıyormuş meğer. Dayım, manavda muzu tartarken azıcık teraziye bastırıverdiğini anlatıyordu geçen gün babama. Sarı dişlerinden irin akıyordu kahkaha yerine. Robin miydi Hood muydu neydi o diye dalgalarını geçiyorlardı aralarında. Sanki zenginden alıp fakire veriyormuş. Akşamına biraz parası olmuş o gün.

Şoför, bastonuyla kapıya vuran dedeyi görünce, geberin gidin siz de be, derken gaza da nasıl basmıştı. Dede yuvarlanıvermişti yere. Gezip gezip tam iş vaktini bekliyorlarmış. Kalabalık zamanı. Para da vermiyorlar nasılsa. Son durakta bile inmiyorlarmış bazen. Dolanıp duruyorlarmış akşama kadar. Saçında tek bir siyahı olmayan, hastanenin köşesinde her sabah ayakkabı boyayan amca. Lacivert takım elbiseli adam sana ne dedi de başını hiç kaldırmadan boyadın ayakkabısını. Nefes almadın, görmüştüm o gün. Gidince, gözündeki nehri akıttın gördüm. Aldığın paranın ardından Allah razı olsun, bereket versin, işini hayır etsin diye dua ettiğini de biliyorum.

Gece bitmiyor, kafamda 20 yılın anıları savruluyor, acıları. Kalbimde bir tırnak izi, Nihal’ın kanadığı yer duruyor. Saadet, hatırlıyor musun, ayakkabı boyacısı amcayı anlatmıştım sana. Çok ağladım demiştim. Deli misin, adam işini yapıyor, para kazanıyor demiştin. Kötü muameleyi kim hak ediyor ki demiştim. 17 aylık Nihal de olsa, 60 yaşında rızık peşinde koşan amca da olsa. Zorunlu olmadığımız eylemleri, başkalarına yaptık diyebilmek için doğmuşuz Saadet. Baksana etrafına, sırf çıkar için birbirinin yanında olan insanlara bak. Salt çıkarı için, öldükten sonraki hayatı için çalışan insanlara bak. İnsanlara iyiliği ne için yaptığına bak. Sevap kazanmayı bir yarışa mı benzetiyorsun sen de Saadet. Seninle konuşmamızın üzerinden 12 yıl, benim o amcayı hastane önünde görüşümden 21 yıl geçmiş. Her gece bildiğim duaları, kalbimi teskin etmek için okuyorum. Kalbimden şu insanlığın yükü kalksın diye. Yani ben de pek matah bir insan değilim. Al şunu da karnını doyur, demenin bin türlü yolu var Saadet. Kim bilir ben hangi iğrenç yöntemi deniyorum bunun için. İyilik yapan iyilik yaptığını sanıyor da yapılana sorsana sen bir de. Kafasından, kalbinden neler geçiyor acaba? Hangi duyguları coşup da bastırıyor elini kalbine, gözündekini hangi gün saklıyor diline gelip de saydıramadıklarını.

Kalbim İnşirah suresini okumayınca sükûnete ermiyor. Bu nimete şükrediyorum. 7’ye, 40’a çıkıyorum okurken. Allah’ın duası ama yine Allah’ın da bildiği gibi Kazım Hoca’nın değil de annemden duyup okuduğum için mutluyum. Bu sevabımı Kazım Hoca’yla paylaşmak istemiyorum. Onun kibir bürünmüş dilinin bu duama değmediği için genişlik kaplıyor göğsümü. Büyüdükçe insan sadece gördüklerini yapar, putunu yıkmayı öğreniyorum. Durup, düşünerek, koşmadan, ne derdim, ne düşünürdüm, ne hissederdim sorularını soruyorum hep kendime. Bunun deli gibi bir yorgunluk olduğunu söylemeliyim Saadet. O bakımdan insanları da sevemiyorum. Bir kabile yaratıp kendim çalıp söylemek de bana göre değil biliyorsun. Kalabalık sofralardan sakin sofralara göçmüş bana kolay gelmiyor. O nedenle ben şimdi bir Ebu Zercilik oynuyorum kendimle. Tek kişilik gönül ülkemde, bildiğim doğruları çocukluğumun tırnak izlerini de silerek yaşayacak ve Ebu Zer gibi bildiğim gerçekten şaşmayacak ve burada tıpkı Ebu Zer gibi yalnız yaşayacağım.

Şimdi kalbimin üzerinde kendimi suya bırakır gibi bırakacağım süt rengi uykuya. Yaşadıklarımı da unutmayarak ama suya anlatarak gönlümü hafifleteceğim. Migrenimi bala bulayacağım. Uzun, upuzun bir uykuya yalnız gideceğim. Bakalım kimle görüşeceğim orda?

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. 

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Kutsal Sayılar ve Ben

Kutsal Sayılar ve Ben

İlginizi Çekebilir
Neydi O Şarkı?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir