Başı “İlenç”, Sonu “Yakarış”
  1. Anasayfa
  2. Deneme
Trendlerdeki Yazı

Başı “İlenç”, Sonu “Yakarış”

"Nasıl bir girdabın içinde dönüp duruyorsa yanınızdaki, sizi de çekiyor. İnsan, bunca zaman içinde nefretle yaşayamıyor."

0

Başı “İlenç”, Sonu “Yakarış”

Uzunca zamandır hançeri kanamayanı, kelimeleri dökülmeyeni; “Bizim muradımızı bize unuttur, kendi muradınla bizi muratlandır.” diye dua edeni izliyorum. Kenarında köşesinde kalmış yine, sessiz, sakin. Bir şehir değiştirdi de sırmadan kanatlarına dualar eklediği, sisten göğün gözünü, suyun yüzünü görmediği diyarlardan; günü yıkıp da güneşi önüne kattığı diyarlara geldi. Geldi de ne oldu… Zamanı da mekânı da kendi yarattığı bir “ân”a hapsoldu, sonra geri geldi. Bir parçası günün yıkılan tarafında. Güneş, gökte turunçtan süs olmuş da asılmış, kokusunu üzerine bırakmış, ışığından bir lütufla: “Al da zamanı erit, dem bu demdir…” derken; Çiğdem ve Melih’i çok zamandır çok kişiye anlattığı melodilerde, çoğundan da çok basit cümlelerle yorumlar aldı yine. İlk kez birinden “onların arasındaki bağ, bir başka” diyeni buldu. Şimdi onun içinde bulunduğu bir “mıntıka”da “Ferahnak”ın onca yıl sonra yeni bir kaydını dinliyor. Bu şarkının çok başka bir yeri var onda. Niye? Bilmiyorum. Belki uzun bir zaman daha var bunu derinleştirmek için. Onu da bilmiyorum. Ama o, şarkı; şarkı da o, galiba.

***

Nasıl bir girdabın içinde dönüp duruyorsa yanınızdaki, sizi de çekiyor. İnsan, bunca zaman içinde nefretle yaşayamıyor. Kemirgen gibi, başlıyor içinde oyuklar açmaya. Oyuluyor da oyuluyor. Sonrası… katran karası.

***

İnsan derdini anlatmak için bir yol seçer ya, seçtiği yola ad verir: Lisân-ı kâl, lisân-ı hâl, lisân-ı elhân, lisân-ı ezhâr… Hepsi birbirinden farklı dil. Biri sözle seçmiş anlatmayı, lisân-ı kâl demiş adına… Diğeri kelimeler olmasın, kifayetsiz olanı anlasın demiş karşımdaki, lisân-ı hâl olmuş onun adı… Bir de ruhuna şarkıları işleyen, derdini şarkılara dökenler var, lisân-ı elhân… Hepsi var da çiçekler olmaz mı? Onlar olmasa hâlimiz ya niceydi; lisân-ı ezhâr…

Hâr… İçinde biten gonca güle minnet eylemeyeni de anmak gerek bunu yazınca. İz bırakmış, geçtiği her mekânda, her insanda. Haberi olması gereken şeyleri vakti zamanında hiç sormamışken, hiç kendisini ilgilendirmeyenleri sorar olmuş… Onca diyarın yükünü yüklemeye kalkmış karşısında eriyip gidene, sorarım neden? İnsanın bunca acımasızlığının bir sebebi olmalı… Yarası mı, yardan ötesi mi… Hangisi?

Bir kitapta yazanı söyleyeyim: “Gerçeğe varmak zor, talip olmak bile zor ki ne zor, olmak zor ki ne zor…”

***

Şairin anladıklarından bize fayda yokmuş, öyle diyorlar. Hazinenin unutulmak olduğunu, hatta hiç bilinmemek olduğunu söylüyor bir bilen, “zamanın farkında” olduğu diyarlarda. Hatta şöyle özetliyor: “Acaba hazine dedikleri olup da hüküm sürüp de hiç bilinmemek mi?”

Ya “isimle ateş arasında” kalan? Buhurun kokusunda erirken, kendisi ile karşısındakinin bir katreye mahkûm ama kendisinin karşısındakinden daha âciz olduğunu anlayanın da söyleyecekleri var elbet. Hem geçmişi hem geleceği bir kızıl şafakta eritmeye niyetlenmiş, ama yapabildiği sadece gecenin içine saklanıp günü beklemek olmuş. Hangi beklenen gelmiş? Gelseydi, “Gelecektin, gelmez oldun” diye yazar mıydı şair hiç? Zaten “yaktığı gemilerde kendini de yakarak, yıktıklarının enkazı altında kendi de kalarak” beklemiş. “İsmi konulmamış bir hâle düşme”nin bedeli bu bekleyiş.

***

Şimdi,

Bunları yazanın duası niyetine,

Bir şairin yorgunluklarından sonra, anladığını kelimelere döktüğüdür:

“söylesen, tanrım desen, görklü tanrım, çalab’ım

var bir yol göster nasıl çıkarım cehennemden”

ı "İlenç", Sonu "Yakarış"Yazarın (filhakikas) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Başı “İlenç”, Sonu “Yakarış”

İlginizi Çekebilir
öyle kolay değil

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir