Ara Değil “Veda”
2

Ara Değil “Veda”

Zamanın farklı vakitlerine serpilmiş anılardan toplamalar, çiçeklerden derlemeler vardı buralarda. Renkler vardı, ekrular, erguvana nazire yapan eflatunlar, filbahrilerin beyazları, ya o denizlerin mavileri, orman kuytularının yeşilleri…? Sonra kuş sesleri, kavak ağaçlarının yapraklarından dökülenler, çam ağaçlarının rüzgâra kendini bırakıp da ona eşlik ettiği şarkılar… Renkler sustu, sesler grileşti, kelimeler çiçeklenmeyi bıraktı. Çünkü “Siz benim canımsınız” diyeni toprağın altına koyan için hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Bir “on yıl sonraya kendime notlar” yazısı yazılmıştı, vakti zamanında, tüm bunlar olmadan önce. O zamanlardan kalanlar bunlar canım okur, veda olacaksa da böylesi makbul…

***

İlk defa kendisine bir yaş eskitme yazısı yazıyor Amelie. Bir de artık vedalaşıyor kendiyle. O yüzden biraz uzun olacak bu yazı. Eh az buz mu, 39332693 yaşında ne de olsa, o kadar olsun.

On sene sonraya gitmeden, şimdideki bir şarkıyı yazayım. Badem diye bir grup vardı. “Bana kara diyen dilber gözlerin kara değil mi” diye soran Karacaoğlan dizelerini melodilerine eklemişti. Hâlâ vardır muhtemelen ama eskisi kadar seslerini duymuyoruz, keşke yeni yeni şeyler yapsalar… Benim şu an dinlediğim şarkısında “bir an için ümitlendim” diye başlıyor nakarata, “hiç gitme hep kal isterim” diye dilekler savuruyor etrafa. Yazık, bilmiyor ki sen istedin diye olmuyor; olması gerektiği için öyle. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın sözü, ben söylemiyorum, o diyor ki;

“Deme şu niçin şöyle
Yerincedir ol öyle
Bak sonuna sabr eyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler…”

Onlar yeni şeyler yapmıyorlar ama yeni şeylerle bizi çiçeklendirenler var: “Dil Tengî”. Ben onlarla Raşit Ulaş sayesinde tanıştım. “Metrobüs, Domates ve Ev Kirası” diye bir kitabı vardı. Sonra şiirler yazdığını öğrendim ki şiir yazan güzel insanları da tanıştırdı benimle (Abdulhâlik Aker mesela ki onun da “Şehrin Şarklısı” diye bir şiir kitabı var, içinde bir sürü çok sevdiğim şiiri). Bilmiyorum, belki grubun içindekilerle dostluğu da var ama o muhabbetlerine misafir olmak isterdim. Hangisi olursa olsun, yorumladıkları her eser ışığa kanan pervane gibi hissettiriyor bana. Bir ateş yakılmış ortada, gecenin en koyusu. Bir meclis kurulmuş o ateşin etrafında, bağlamaya vuruyor biri, biri gitarla eşlik ediyor, diğeri o yakıp kavuran sesiyle “kanadım yok, uça uça varayım” diyor. Böyle ateş harlanıyor, ben o ateşte yanan, kanadı olmayan… İlk tanışıklığım da bu yazdığım, kelimelerin notalarla harlandığı eserleri “Mümkün Değil”. Âşık Sümmanî’den sözler. O yüzden yerleri başka.

***

Cemil Meriç, hakikat uğruna gözlerini feda edebileceğini yazmış. “Hazin bir tecelli” olarak bu sözünden yirmi yıl sonra gözlerini kaybetmiş. Şu ara külliyatına gömülmüş biri olarak Jurnal ile başladım. Çok önce “Bu Ülke”yi okumuştum, tekrar okuyacağım; ona ayrılan, zamanın bu vaktiymiş. Zaten Jurnal’in daha önsözünde duvarları üzerime yıktı:

“Görenin yalnızlıktan şikâyete hakkı yoktur (…) Körlük, bir nevi ölüm. Hayır ölümden çok daha beter bir işkence, öldükten sonra yaşamak gibi bir şey. Bir hortlak gibi yaşamak, şekillerin silindiği, güzelliklerin kaybolduğu, cisimlerin katılaştığı bir dünyada yaşamak. Dünyanın dışında yaşamak… “

Duvarların altında ezildim. Kafamdaki soru ile delirmemek için yazıyorum. Peki ben, hakikat uğruna neyi feda ederdim? Bunun bir cevabı var, belki gerçek olur bir gün diye sır olsun, yazmayalım.

***

Bu yazılara her başladığımda zamanın başka bir anına misafir oluyorum. Mesela şu an bu satırları “Destur”un “Deli Bu Dünya” şarkısı ile yazıyorum ama az önce okuduklarınız da az sonra okuyacaklarınız da çok başka zamanın kelimeleri. Acaba zaman da kendinden sonraki anlara yükler yüklüyor mudur? Biz gibi? İnsan, zaman ya. Her insan bir zaman… Biz ki yükler yüklemekten kendimizi alamayan zavallılar, oysa bırak yarını tek nefes sonramızın gerçek olduğunu kim söyleyebilir? Bir filmde diyordu, “şimdiden başka zaman yoktu”; sonra da ekliyordu: “Eskileri hatırlıyorum, yenileri unuturken.” Bu da insanın zavallılığı mı artık acizliği mi sen karar ver canım okur. Çokça rüyalardan aklı perişan, her sabah nefes nefese uyanıp bir bardak suya muhtaç halde güneşi karşılıyor bir süredir bunları yazan. Yorgun. Uykusuz. Yine bir rüya ile uyandı. O rüyanın dalgınlığı, bıçağın keskin yüzüne bileğinin değmesi ile karşılık buldu.

***

Sakarlıklarından vazgeçmelisin. Sırf sana bunları yazacağım diye sol el yaralı, üç beş kelime ile yol göstermeye çalışıyorum sana. Salaklıkların da sakarlıkların da bir sınırı var. Bu gayri nizami kendine not olsun, yeni yaşının hediyesi. Her not için de bir şarkı hazırladım, en saçmasından en iyisine. Aslolanların listesi aşağıda:

***

Not 1: Rüya rüyadır. Gerçek olsaydı kelimeler emanet ettiğin, emanet aldığı kelimelerin senin gönlün olduğunu bilir, kıyamazdı. Hiç değilse yüz yüze iki kelamı esirgemezdi, vedanın da adabı var, öyle ya. Yine de bu senin kendi kabulün, kendinle ilgili olan. Kelimelerde kaybolmak isteyebilirsin bundan mütevellit… “Doğmamış değil, yok olmak değil; hiç var olmamış olmayı diliyorum” diyor bir yazar, insanın ancak bunu dileme hakkı olduğunu savunuyordu. Böyle dilekler diletmesin artık kimse. Rüyaları da dilekleri de o bileklikle kaldır raflara.

Not 1 şarkısı, Hatıram Olsun/Rubato & Buray.

***

Not 2: Bir adam konuşuyor diyor ki insan önce kendi önündeki kendini önünden çekmeli. Yorulmuş olan bir yüreğin artık son attığı adımlar. Yol bitmedi mi diye anneme sorduğum, küçükken yürüdüğüm o yollar geliyor aklıma. Öyle ihtiyacım var ki “az kaldı yavrum, biraz daha…” denmesine. Ama büyüyünce böyle olmuyor. Bir yola çıkıyorsunuz, daha önce çıktıklarınıza hiç benzemeyen. Hiç benzemeyen de tabi her şeyiyle ilk. Susuyorsun, toprak dilini anlıyor; konuşuyorsun, kuşlar sana lâl oluyor. Gidiyorsun. Bir de yola çıkarken güvenmişsin ya o öncekine hiç benzemeyişe. Oysa unuttuğun, benzersiz olanın kimsesiz olduğu. Kimsesiz olan, hiç sana yol arkadaşı olur mu? Bilemiyorsun işte. Hissediyorsun da ihtimal vermiyorsun. Anca yarı yolda, elin böğründe kalınca anlıyorsun. Yani diyeceğim o ki, her şey yalan; insan, o yalanın en büyük aldananı. O yüzden cehennemini yine yanında taşımaya devam. Senin başka türlü mümkünün yok.

Not 2 şarkısı, Ne Tuhaf (Cover)/Birsen Tezer-Batuhan Karatay

***

Not 3: Bazen bazı şeylerin elinden gelmediğini kabul etmeli insan, not 1’i hatırla. Yolda olmayı da yol arkadaşı olmayı da beceremiyorsun. Bu, senin kendi kabulün olmalı. Kaldı ki iyi yazamayan biri olarak bu işi de beceremediğin aşikâr.

Not 3 şarkısı, Bir Şuh-i Sitemkâr/Erkan Oğur & İsmail Hakkı Demircioğlu

***

Not 4: Gömülsem karanlığa, ışık olmayan deniz kuytuları gibi. Ya da bir bulutun kenarına köşesine takılsam, kalmasam buralarda. Bir kuşun kanadı, kanat çırptıkça parçalıyor, deşiyor, darmaduman ediyor. Binlerce anı parçası elimi, yüzümü, dizimi paramparça etti, artık acıdan aldığım nefesi hissedemiyorum. Bu sondu. Son olan hep en kötüsü olur ya… Ölenle anılar da ölür mü gerçekten? Bunun cevabı bende değil. Bu arada aklında olsun “pişman olduğun zaman” şarkısını herkes Sezen Aksu’dan dinliyor ama Mabel Matiz daha güzel söylemiş. Tıpkı “Sultan Süleyman” gibi. Dinleyeceksen ondan dinle bu şarkıları.

Not 4 şarkısı, Sultan Süleyman/Mabel Matiz

***

Not 5: Bir zaman gelecek, hepsi geçecek. Biliyorsun, ben sana sadece ufak bir hatırlatma yapıyorum. Sen şimdi; “Hepsi geçti, ama hepsinin bir nedeni vardı. Oysa nedenini bilmediğin senin ömrün boyunca kalbinin en orta yerindeki kor ateşindir. Bir ömür seni yakıp kavuracak olan. Ne unutabilirsin, ne geçmesini umarsın, ne yoluna devam edebilirsin. Hepsi can yaktı, hepsi cehennemleri taşıttı da buncasına nasıl dayanırsın?” diyorsun. Kafanda bunlar var şu an, farkındayım. İnsan, nisyan kelimesi ile akraba. “15 yaşında çocuğumu kendi ellerimle yıkadım, bembeyaz örtülere sardım da bu ahşapların içinde toprağın altına yine kendim yerleştirdim.” dedi, sen gece vakit o gasılhanenin önünde son kez yüzünü görmeyi beklediğini düşünürken, hatırla. Ötesini zamana bırak.

Not 5 şarkısı, Altın Hızma/Aysun Gültekin

***

Not 6: İnsanlar, kendilerini yanlarındayken daha çok sevebildikleri insanları daha çok severler. “Ben kendimi, senin yanındayken daha çok sevdim.” Cemil Meriç’in söylediğini ezber et, kazı aklına: “Bunları senin için yazıyorum, Meçhul Dost. Bu bir davet, sevgi daveti. İsterdim ki kelimeler çiçek çiçek eşiğine yağsın; isterdim ki kelimeler yıldız yıldız aydınlatsın odanı. Sönen gözlerimin bütün aydınlığı kıvılcımlaşsın onlarda. Kelimeler buseleşsin ve güvercinler gibi, kuğular gibi, kırlangıçlar gibi uçsun sana… Güller, menekşeler, krizantemler bir mevsimlik, kelimeler Paros mermerinden daha ebedi… Ama ben ne onlarla bir türbe kurmak istiyorum, ne bir heykel yapmak. Şöhretin en azametlisi bir dakika yaşamaya değer mi diyeceksiniz. Doğru. Yalnız kelimeler o dakikayı ebedileştirdiği ölçüde mânâlıdırlar.” (Jurnal Cilt I, s. 37, 1992)

Not 6 şarkısı, Bir Fırtına Tuttu Bizi/Özer Özel

***

Notlar iyi de bir de “öyle miymiş”ler var. “-miş’li geçmiş zaman”lar. Yani aslında senin hiç yaşamadığın, başkasından duyduğun. Duyulan geçmiş zaman. “di’li geçmiş zaman”lar var bir de. Yaşadığın, bizzat içinde eridiğin. Bir de bunların birbirine dönüşmesi meselesi var. Misal sen geniş zamanın içerisindesindir, hatta şimdiki zamanda, anın “tadını çıkarıyorsun”dur. Ama bir bakıyorsun aslında o öyle değilmiş. İşte senin yaşadığınla aslında var olan birbirini örtmüyormuş. Birbirine yabancı, uzakmış. Sen kendini kandırıyormuşsun, izin vermişsin. Köşe bucak kalelerin içinde sakladığın o küçük kız çocuğu, hiç o kalenin penceresinden bakmamalıymış. Neden? Çünkü bilmeyince her şey güzel, cennetin de cehennemin de kendi içinde. Alıştığınla iyisin, kötü olsan bile. Bir de insanın bunu öğrenme şekli var tabii. Cemil Meriç demiştim yazının başında… Beynime attığı kıymık parça parça etti tüm hücrelerimi:

“Ey karşısında vecitli saatler yaşadığım eski dostum kâğıt! Ne zaman dertlerime kulak verecek, ne zaman kafamdakilere mâkes olacaksın? Fikirler kelebekler gibi, onları hafızaya iğnelemeye kalkınca bir toz yığını haline geliyorlar… Yazabilsem benim de hürriyetim olacak. Belki yaşadığımı ve yaşamaya layık olduğumu hissedeceğim. Bu zavallı satırların hiçbir okuyucusu olmasa bile. Denize atılan bir şişe onlar. Belki dalgalar asırlarca sonra âşina bir ele tevdi edecek onları…” (Jurnal Cilt I, s. 36, 1992)

Bu kısmın da şarkısı buradan gelsin (Ελένη Βιτάλη – Γράμμα και γραφή):

https://www.youtube.com/watch?v=YEZGAhOQij4&list=RDYEZGAhOQij4&index=1 

***

Bu yazıyı yazmaya başladığımda çocukluğumun çiçekleri etrafımdaydı. Şimdi, çocukluğunu kaybetmiş biri olarak dökülüyor bu kelimeler. İnsan birini kaybedince, büyüyormuş. Bunu Onur Hoca “babam öldüğünde, ben büyüdüm” diyerek anlatmıştı. Şimdi ekleme yapacağım izni olursa: “dedem öldüğünde, çocukluğumu kaybettim”. İnsan çocukluğunu kaybedince büyüyor. Artık çocukluk yok, bir kız çocuğu da yok. İçinde bir şeyler susuyor. Sanki kelimelerim bitti. Söyleyecek sözüm kalmadı. Burada gevelediklerim de son parçalar. İnsan bir ölüye kızamaz, ona öfkelenemez ki sitem diyorlar, sitem sevgiden doğar; ona sevdiğini de söyleyemez, ondan hiçbir şey bekleyemez, ona hiçbir şey de veremez. Tek yapabileceği uğurlamak. Söz verip de göremeden uğurlamak var, sözünü tutamamak, bir zaman bir arkadaşım “en acısı da sarılamadan vedalaşmak” diye yazmıştı. Sarılmak değil de son Yasin’i başucunda okumakmış nasibe düşen. Bembeyaz örtünün içinde bir varmış bir yok olmuş olan için. “Geleceğim tabii, bayrama ne kaldı, söz” dememek lazımmış. Sabahına bambaşka bir şehirde başladığın zamanın sana ayrılan vaktinde bir telefonla “dedeni kaybettik kızım”lı cümleler, asıl gerçeğin. Hiçbir gerçek bundan daha açık, bundan daha yalın ve bundan daha can yakıcı değil. Olmadı, olmayacak. Gerçekten öte hakiki olan. Çünkü hakikat, seni duvara çarpandır.

***

Doğduğun güne en hakiki hediyen, ölüm. Ölen için düğün, en afilli “veda”; kalan için- kesif yalnızlığı kendine mercek edinmiş, mefhumları beyninin içinde konumlandırmaya takati kalmamış aciz insan için- uzak görünen ara. Ölüm, bir kara kaplı kitap, sayfası bilinmeyen kelimelerle yazılan; bilenin sır olduğu, bilmeyenin ayan. İnsan, bir varmış bir yok olmuş olan. Ne mutlu gidene, kavuştu nihayet.

Kalanın doğduğu gün dileği niyetine: Bizim için vuslat ne zaman?

22.06.2020, 14.30

Diğer yazılara da okuyabilirsiniz.

İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

Ara Değil “Veda”

İlginizi Çekebilir
yeni dünya

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (2)

  1. Muhteşem..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir