1. Anasayfa
  2. Deneme

Anlam Telaşı


0

Anlam Telaşı

Deneme: Anlam Telaşı

Dehşetli bir savruluşun ardından boylu boyunca uzanan bedenim, bir çılgınlık derecesinde takılı kalmıştı. Bazen öyle olur, hayat rutin akışında ilerlerken kendi basit hikâyemizin durduğunu fark ederiz. Durgun su nasıl yosun bağlıyorsa, duran bir hayat da usul usul kök salar derinliklere… Ne kadar durağanlaştıysa, o kadar derine gider kökleri… Ve hareket etmek o denli güçleşir…

Tükenen cümlelere inat, ağzımda gevelediğim sözcükler bir bütün olup çıkamıyordu yeryüzüne… Gözlerimle durumumu anlama çabası içindeydim. Yer ve zaman bilincim yoktu. Sadece gözlerimi belli belirsiz sağa sola çeviriyordum. Kısa süre sonra durumumu biraz olsun kavramaya başladım. Hemen sonra bir şeyden kaçtığımı anımsadım. Bir şeyden kaçıyorsam ve hâlihazırda durumumu değiştirebilecek bir güce sahip değilsem, kısa süre sonra kaçtığım şeyle yüzleşecektim ve bu yüzden oluşan huzursuzluğu içimde hissediyordum.

Hissiyat çok önemlidir. Bunu gözden kaçırıp yaşamın koşturmacalarında depar atarken, inceliklerle bezenmiş ayrıntıların farkına varamıyoruz! Oysa insan, anlamını aramaya gelmişti bu dünyaya… Ama dünya bu arayış için kısıtlıydı. İçinde keşfine çıkacağımız benliğimiz de günden güne daralıyordu. Küçücük alanlarda köşe kapmaca oynamaktan öteye gidemiyordu anlam arayışımız… Kısıtlanıyor ve kısıtlıyorduk ruhumuzun en anlamlı kıvrımlarını. Kıvrımlar bir süre sonra kaba bir kabukla kaplanıyordu. Sonrası zaten bilindik hikâyelere çıkıyordu. Aynı kapılar, aynı evler, aynı odalar, aynı kuruluk…

Benzersiz bir düşü, bir kâbusa eviren günlerin yükünü taşımak çağın ahmak bireylerinin omuzlarında komik duruyordu. Bundandır bir cam kadeh gibi her an kırılabilecek ruhlarımızı çelikle kaplama telaşımız! Yoksa bir gücün peşinde, koca bir ömrü tüketmek hangi akla sığabilir ki? Kim kabul edebilirdi bu aciz tavrı? Evcilleştirilmiş arzularımızla döküldük sokaklara. Ama sokakların soğuğunu bilmedik hiç. Köşe başlarında dönen dolapları bir çocuk tebessümüyle izledik. Anlamaktan çok öte, kandırılmaktı yaşadığımız…

Şimdi bir cinnet gibi sürükleniyor kalplerimiz. Birbirine çok yakın ve bir o kadar da uzak. Nedenini, niçinini sormadan geçen saatlerde yitiyor gözlerimiz. Damarlarımızdaki kirli kanla harmanladığımız sevgilerimizi avuç avuç saçıyoruz kurak topraklara. Bir faydası olmayacağını bilsek de aynadaki yansımamızla konuşuyoruz. Daha iyi olacağı umuduyla uykunun huzuruna sarılıyoruz. Oysa kâbuslarla uyanıp çaresiz karışıyoruz yorganlara…

Bu ikili tavırlar, bu sahte suretler, bu anlamaktan ve anlamlandırmaktan uzak tükenişten kaçamıyor hiç kimse. Bir hastalık gibi yapıştı paçalarımıza! Bir yönüyle, kurtulmak için de çaba sarf etmiyoruz. Çünkü bir yemek tüketir gibi, tükettik duygularımızı. Duyularımızın algıladığı dünyayı benimsememiz için hiçbir sebep yok! Sahteliklerle süslenmişi tüketip yaşıyormuş gibi yapmaktan utanmıyoruz. Ruhun kabuklarının katmanları arttıkça, maddi varlığımız olan bedenlerimiz de çökmeye başlıyor. Birileri ihtiyarladığına inansa da, bu bir çöküşten başkası değil!

Bir süre öyle boylu boyunca yatınca, kaskatı kesilen bedenimin kapladığı alanın bilincini de yitirdim. Beynimde dolaşan sözcüklerin, ruhumun kabuğunu aşması için bir sebep kalmamıştı. Ve kaçtığım benliğimden başkası değildi zaten. İçimden çıkartamadığım sözcüklerin bir kara bulut gibi üzerime çullanışından sıkılıp koşmaya başlamıştım. Biliyordum, istesem o kabuğu paramparça edebilecektim. Fakat sadece benim kurtuluşum bir şey ifade etmiyordu. Çünkü dilime dolanan kelimeler, bir bütün olup da çıkıverseydi ağzımdan; bin yıl pişman edeceklerdi gözlerimi… Gözlerim kanayacaktı, kör olacaktım…

Ama biliyorum; eğer kırabilseydim kabuklarınızı, insana bir anlam bulacaktım…

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Anlam Telaşı)
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir
Sebebi Sensin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir