Hayat böyledir, biter ve üstü kapanır bir şekilde
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Hayat böyledir, biter ve üstü kapanır bir şekilde

0

Hayat böyledir, biter ve üstü kapanır bir şekilde

İnsan ölürken, çıkardığı sesleri duyamıyormuş. Sanki her şey, bir film sahnesi gibiydi. Yerde sırtüstü yatarken, gökyüzüne diktiğim gözlerim bir kuşun geçişine tanıklık ediyordu. Beyaz renkli ve epey büyükçe bir kuş süzülüyordu gökyüzünde… O kuş içimdeki tedirginliği söküp aldı ve derin bir huzur kapladı içimi. Artık hiçbir şey hissetmiyordum…

Bu dağ evine ne zaman geldim bilmiyorum. Zaman ne kadardır hareketsiz, hayat nasıl kaoslarla bölündü, ya da insanlık bugün neye ağlıyor bunları da bilmiyorum. Bilmediğim milyonlarca şey, duymadığım milyonlarca haber ve benim burada yaşadığım sessiz bir yok oluş… Öyle büyük kederlerin sabahında, yüzüme önceki günlerde biriken yağmur suyunu çarpıyorum. Soğuk ve tatsız… Çatının çürümüş tahtalarını değiştirmeliyim. Bunu yaparken belki kayıp düşeceğim ve hemen ardından hırıltılar eşliğinde son nefesimi vereceğim… Çaresizlik, insanı olmayan çareler bulmaya itiyor. Çünkü elin elden üstün olduğu bir hayatta, yalnız bir el her şeyin üstesinden gelemiyor. Bir hafta önce hastalanan ve dün kaybettiğim köpeğim Berduş da bundan muzdaripti. Buraya gelirken kullandığım eski Java motosikletim de haliyle zamanla paslandı. Tahta çürüyor, metal paslanıyor ve insan da tökezliyor zamanla… Ama kısık sesimle ormana serenat yapıyorum mütemadiyen. Bazen kuşlar da eşlik ediyor. Bir insanla konuşmayalı bin yıl geçmiş gibi. Kendi sesimden ve doğanın doğal seslerinden başka hiçbir ses işitmiyorum artık. Eski yol yıllar geçtikçe kapandı. Buraya kim neden gelsin zaten!

Terk ettiğim onca şeyi düşünmeyi bırakalı hayli zaman oldu. Hayallerimin yıkıldığı o günü aklıma getiremiyorum bile! Ama bir depremin çürük bir binaya yapacağı yıkımdan daha büyük bir yıkımdı, o aklımda… Kötü şeylerden bahsetmemeli diyorum kendi kendime. Kurduğum tuzaklara bir kuş kapıldıysa ne ala! Ama buranın güneşi, yaşadığım tüm yerlerden daha bir farklı. Sanırım böyle oluyor. Yani hangi güneşin altında ölecekse insan, o güneş bir farklı doğup batıyor insana saygısından… Yatak çarşaflarımı, iki ağaç arasına gerdiğim ipe asıyorum. Birazdan yağmur başlayacak. Kendi kendine temizleniyor. Doğal bir temizlik… Size oldu mu bilemem, ama yağmurun altında ıslanırken kalbim hafifliyor. Göğüs kafesimde görülmez yeni bir delik açılıyor ve daha büyük nefes alıp veriyorum. Daha derin ve daha huzurlu…

Betonarme evlerinde, doğal olmayan yollarla ısınan ve ciğerlerine beş para etmeyen havalar sokan sizlerin, geçirdiğiniz krizler geliyor aklıma. Bir yandan da yağmur başlıyor burada. Şimdi susmalı ve doğanın şarkısına kulak vermeli. Ama siz çok uzaksınız buraya, ben de oralara çok uzağım. Siz benim huzurlu ezgimi duyamazsınız, bense sizin tüm acı çığlıklarınızı işitirim yüreğimde… Beni çok kırdınız. Beni çok üzdünüz… Bu dağ başındaki yalnızlığım, hep sizin yüzünüzden… Bir kere olsun, beni anlamak isteseydiniz; birlikte değiştirebilirdik insanlığın kara yazgısını… Ama siz bencilliğinizle verdiniz hükümlerimi… Şimdi damlayan bir çatının ıslak odasıyım. Ölmüş bir köpeğin arkadaşıyım… Paslanan eski bir motorun yaşayan son sürücüsüyüm. Bu dağ başının her gününe tanıklık eden; bir garibi, meçhulüyüm…

Çatıyı bir asır daha ayakta tutacak tahta parçalarıyla tırmandığım vakit, kayan ayağım ve yere sertçe vuran bedenimin hissettirdiği acıyı; çok öncelerden tanıyordum. Ama olay kafamda net değildi. Belki bir trafik kazası, ya da bir ayrılık… Ayrılıklarla, kazalar aynı güçteki acının çeşitlerindendir. Bir süre sonra her ayrılık bir kazayı, her kaza bir ayrılığı hatırlatır! Acı bedenime yayılıyor ve göğüs kafesim heyecanlı bir şekilde yükselip alçalıyordu. Boğazımda uzun süre önceden bildiğim bir tat vardı. Gerçeği kabullenmelidir insan! Kabullenmediğinden avutur kendini! Avuttukça, inanmadığı şey daha da gün yüzüne çıkar; gerçek daha da belirginleşir ve acı daha da güçlenir… Bu tat, vücudumu çepeçevre saran damarlarımın içinde dolaşan kandan başka bir şeyin tadı olamazdı! Hemen sonra, nefes almak artık imkânsızlaştı… Çünkü kan, damarından bir kere çıktı mı; bir daha zapt edilmesinin imkânı yoktur! Hele hele bu dağ başında ve vücudunun içinde olan bir yaranın ardından…

İnsan ölürken, çıkardığı sesleri duyamıyormuş. Sanki her şey, bir film sahnesi gibiydi. Yerde sırtüstü yatarken, gökyüzüne diktiğim gözlerim bir kuşun geçişine tanıklık ediyordu. Beyaz renkli ve epey büyükçe bir kuş süzülüyordu gökyüzünde… O kuş içimdeki tedirginliği söküp aldı ve derin bir huzur kapladı içimi. Artık hiçbir şey hissetmiyordum. Gökyüzü uzun süredir bu kadar mavi olmamıştı. Bunu hatırlıyorum. Sadece bu mavilik üzerine bir fikir yürüttüm. Sonra, televizyonun fişini prizden hızlıca çekilmiş hissi uyandı ve karardı görüntü. Bir süre, bu karanlık içinde gökyüzünün maviliğini ve büyük beyaz kuşu düşündüm. Sonra, bitti. Rüzgâr çıktı ve savurduğu toprak parçaları, bedenimi kaplamaya başladı. Hayat böyledir, biter ve üstü kapanır bir şekilde…

03.10 29.12.2016

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

Hayat böyledir, biter ve üstü kapanır bir şekilde

İlginizi Çekebilir
Eksik Yanım

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir