Şelalelerin altına geçip, buz gibi sulara girmeliyiz
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Şelalelerin altına geçip, buz gibi sulara girmeliyiz

0

Şelalelerin altına geçip, buz gibi sulara girmeliyiz

Kir bedenimi dolduruyordu. Ruhuma taşmasından çekiniyordum. Ama bu önünde sonunda olacaktı. Ruhuma taşacaktı ve dünyanın en kirli mahlûklarından biri olacaktım. İçimdeki sevgi zerresini, bir başkasına enjekte ettikten hemen sonra gerçekleşiyordu bu. Bir kere yüreğinin içindekini şırınganın içine çektiğinde, bir daha yeşermiyordu aynısı… O boşluk karanlık bir şeyle doluyordu. İrin gibi, ur gibi bir şey… Öldürmüyordu da! Ama aynaya baktığında, gözlerinin içine doğru eğildiğinde görüyordun o karanlığı. İçini kemiren, içinde dünya savaşları çıkaran bir düğümdü bu. Kurtulamıyordun ne yaparsan yap! Ve kaplıyordu bedenini. Ruhuna taşmasından çekiniyordun. Ama önünde sonunda olacaktı. Ruhuna taşacaktı ve dünyanın en kirli mahlûklarından biri olacaktın.

Herkes… Büyük bir çoğunluktan söz ediyorum. Dilleriyle değil, gözleriyle yalan söylemeye başlamışlardı. O rengârenk gözlerden yalan bakışlar savuruyorlardı çevrelerine… Aynı cümleleri kuruyorlardı. Özlüyorum, seni bekleyeceğim, seni tanıyorum, sana aşığım, çok farklısın, seni hiç unutmam… Bunun gibi sözler, herkesin dilinin altında gizleniyordu. Herkes karşısına çıkana dağıtıyordu cümlelerini. Ben… Ben bu cümleleri duydukça daha da kirleniyordum. Bedenimi aşacak ve ruhumu kaplayacaktı bu karanlık…

“Özlüyorum…” Özlemenin anlamını nereden bilebilirsin ki? Hiç gelmeyecek olanı özledin mi sen? Hiçbir ihtimal dâhilinde olmayan bir düşü bekledin mi? İki kuruşluk yaşamında, kapladığın alanın farkına vardın mı da özlüyorsun? Özlemenin ne menem bir şey olduğunun farkında mısın ki? Hem senin bu gereksiz yaşamında, bir insanı özlemen için ne gereklidir? Bir tarifi var mıdır özlemek denen şeyin? Üç günlük yaşanmışlıklarınla; hangini, nasıl özlüyorsun bir anlatsan! Büyük özlemleri olan, özlemlerin kederini tutan bir adamım ben!

“Seni bekleyeceğim…” Bir trafik ışığına bile tahammül edemeyen sen, beni nasıl ve ne hakla bekleyeceksin ki? Hem bekleyip ne olacak? Gelecek miyim ki? Gelmeyecek olanı bekledin mi hiç? Ölümü ne kadar bekliyorsun? Neden olacak olandan bu kadar korkuyorsun? Şu hayatta en büyük beklediğin şeyin ölüm olduğunu görmezden gelip ve ölümün gelmesinden korkup, beni neden beklersin ki? Bir otobüs değilim ki ben, belirlenmiş bir saatte durağına geleyim!

“Seni tanıyorum…” Her gün aynaya bakıp da; ben kimim diye sorup, sonra hiçbir cevap bulamayan birini nasıl tanıyabilirsin? Ya içimden geçenlerin siyahını ya da beyazını? Kendini ne kadar tanır ki bir insan, başkasını tanıyabilsin? Adını bildiğin herkesi tanıyabilir misin? Tanımak ve tanıtmak için girdiğimiz hayatlara ne kadar açabilirsin kendini? Herkesin herkesten sakladığı onca şey varken neyi, kimi tanıyoruz şu hayatta? İçi kapalı bir kutuyum ben, tanımadığın ve tanıyamayacağın!

“Sana aşığım…” Kaç kere aşık olur bir insan? Kaç kere tutulur yürek? Bir yürek tutulmasıdır aşk… Yürek tutulması nedir hiç bilir misin? Aşkı var eden yürektir. Diline pelesenk ettiğin şey ise aşk değildir! O, bir bedenin bir diğer bedene peşkeş çekildiği, adı aşk olan kirli bir oyundur artık. Kirden dolayı görülmez özü. Özünü kavramaktan acizlerin eline düşmüştür çünkü. Ayaklarınızla çiğnediğiniz o kirli halı aşk mıdır? Yoksa kılıfına uydurulan diğer şeyler gibi, aşka da çağın vebasını mı bulaştırdınız? Aşka inanmayan, yalnız bir adamım ben!

“Çok farklısın…” Farkı fark edecek ne göze, ne yüreğe ne de akla sahipken; nasıl olur da farkına vardın ki farkımın? Sana farklı gelen sıradanlıklardan, çoğu insan tiksinir olmuşken; nasıl olur da farkı ortaya koyabilirsin? Henüz yaşadığının bile farkında olmayanın, farklı olanı bilme ihtimali var mı? Hem ne kadar insan tanıyıp farklı olunandan bahsedilebilir? Her kapalı kutunun içi farklı değil midir zaten? Ya da aynı olmak utanılacak şey midir? Farklı olana erişemeyen, her şeyin farkında olan bir adamım ben!

“Seni hiç unutmam…” Her şey silinir bu hayatta. Her şey yiter. Hayat bir kaybediş öyküsüdür aslında. Hayat unutkanlıkların bir toplamıdır. Unutulmaz anlar yaşayıp, ölürken usul usul; unuttuklarımızla büyürüz aslında. Ve herkes her şeyi makul şartlarda unutmaya mahkûmdur! Unutamazsa, uyuyamaz çünkü. Uyuyamazsa çıldırır. Çıldırırsa da ölür. Öyle günler yaşadım, öyle insanlar tanıdım; her biri hiç utanmadan unuttular bu beni…

Şelalelerin altına geçip, buz gibi sulara girmeliyiz. Belki o zaman arınır kalbimiz. Belki o zaman yeniden bu hayatı sevebiliriz!

25.06.15 04.00

Şelalelerin altına geçip, buz gibi sulara girmeliyiz

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

Şelalelerin altına geçip, buz gibi sulara girmeliyiz

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir