1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

“Kıvırbaş”

"O... Herkesin sahip olduğu bir “o” var, benim uzaktan izlediğim. Kimdir, nasıl bir şeydir? Neye benzer? Ne sever? Onu da benim gibi “kıvırbaş” diye seven olmuş mudur?"


0

Kıvırbaş, kıvırbaş öykü, Gri boşluk, ciğeri yakan bir duman, bitmek bilmeyen koşturma, beynimi delen ayak sesleri… Kıvırbaş nedir?

Gri boşluk, ciğeri yakan bir duman, bitmek bilmeyen koşturma, beynimi delen ayak sesleri… Uzun, karanlık bir koridor, boşluk, sonra bir ses: “Çabuk olun, sağ taraftan ilerleyin.” Zihnimin kırıntıları. Hayal meyal hatırlıyorum. Gözlerimi açamıyorum. Biraz çabalasam, o beyazlık bu kez bıçak olup saplanıyor. Takatim yok, zorlamayacağım. İlaç kokusu mu tentürdiyot mu hangisi bilmiyorum, oldum olası bu odalara düşmanım. Çıkarsınlar beni, iyiyim ben. O nerde?

O… Herkesin sahip olduğu bir “o” var, benim uzaktan izlediğim. Kimdir, nasıl bir şeydir? Neye benzer? Ne sever? Onu da benim gibi “kıvırbaş” diye seven olmuş mudur? Bir telini bile ondan almış mıyımdır bu katran karası saçlarımın? Bazı resimler var aklımda dolanan, ama silmek istediğim her şey gibi onları da silmişim. Ya da hâlâ ordalar ama varlığını unutmak istiyorum.

Hafta sonu diye bir kavramım yok, çünkü dar sokakları bana zindan olan bu şehirden iyi bir mesleğe sahip olursam kurtulurum, polis olursam onunla ilgili her şeye erişebilirim -erişebilirdim- vs vs. Ne çok şey var zihnimde… Ama bunun bir önemi var mı artık? Hâlâ gerçekten istiyor muyum polis olmayı? Beni bekleyeni bilmek istiyor muyum?

Bildiklerim yetiyor bana oysa. Eksiğim, yedi yaşımdan beri. Babamla birbirimize yaren olduk. Önceleri sadece hissederdim, şimdi yavaş yavaş gözlerinin içindekileri okuyabiliyorum. Ne zaman konu ona gelse bir gölge oturuyor, kendi susuyor da o gözlerinin içi başlıyor konuşmaya. Yaralı, yarım, sesi olmayan bir öfkesi var. Ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilemiyorum böyle zamanlarda.

Dershanenin girişinde bir pastacı var, Nesrin Abla, arada kurabiyeler de koyar vitrine, bazen şanslıysak elleriyle yaptığı ıspanaklı peynirli börekleri ekler, sadece gözümüze değil, tüm ruhumuza şenlik kokular, tatlar. Bizden küçükler bazen anneleriyle uğrar, orada gördüm ilk. Geçmişten gelen hayaletim. O yaşta tam anlamasam da annemin bir daha gelmeyeceğini biliyordum. Şimdi bu neyin nesi? Sol bileğinin içinde bir yıldız. Ona benziyordu. Başka yıldız bilmem ki, annemden kalan tek yıldız o bileğindekiydi. Pastasını alırken, önümdeydi o gün. Ben beklerken parası düştü, onu alırken gözüme ilişti. Ayakkabımın önünde durdu, eğilip aldım, ona verirken, yanaklarından inciler saçıldı: “Teşekkür ederim.” dedi. Bir sokak arkamızda oturuyormuş. Biz geleli üç yıl olacak, o çok daha önceden buralardaymış. Kimi kimsesi yok dediler. Nesrin Abla’dan daha fazlasını öğrenemedim. Her denk geldiğimde onunla sohbet etmek için bir fırsat kollamaya başladım. Nihayet sınavımın olduğu gün, dershane çıkışı pastaneye kurabiyelerinden getirecekti. O da pek severmiş, Nesrin Abla’ya yardıma gelecekmiş. Sınav günü kalabalık olurmuş. Çok zamandır tanışırlarmış. “Tamam” dedi Nesrin Abla, “Sen kendin sor. Ben de yanında olacağım.”

Zil çaldı, bütün eşyalarımı topladım. Sıramın altına baktım, bir şey unutmamışım neyse ki. Sınav kâğıdımı teslim ettim. Bu sınav puanım, gerçek olanın eşdeğeriymiş, öyle söyledi öğretmenler. İyi bir puan alırsam, aklımdakini yapabilirim. Sınıfım diğer sınıfların en arkasında. Koridorun en sonunda. Üçüncü katın penceresinden giriş kapısını görebilirim aslında, ayaklarım yalpalamayı keserse en azından pencereye kadar yürüyebilirim; yürümeyi yeni öğrenmiyorsun kızım, bunu yapabilirsin. Asansöre on adım var, şu kalabalık azalsın. Bekleyeyim biraz. Kalabalığın azalmasını yani… Ya gelmemişse? Nesrin Abla’nın yanında bir kadın, hayal meyal… O mu gerçekten? Kırmızı bir etek, üzerindeki buluz beyaz galiba? Nesrin Abla ile aynı boyda mı? Yoo, ondan biraz kısa sanki. Hatırladığım hayalle eşleşmiyor. Tamam, sakin ol. İnelim aşağıya, haydi bir adım, çok değil…

Sonrası sarısı kırmızısı birbirine geçmiş bir ressamın paleti. Boğazımı yakan kesif bir koku. Gri. Gözlerimi her açtığımda gördüğüm bu. Çantam nerde? Simler serpiliyor, parıl parıl. Gözlerimi açamıyorum. Gündüz vakti yıldız yağmuru… Etrafımdakiler sadece ağzını oynatıyor, sesleri kısılmış. Serpilen simlerin parıltısı gitmiş. Gri. İs. Nefes alamıyorum. Kırmızı parkalı biri vardı, “Merak etmeyin, herkesi tahliye edeceğiz, hızlı hareket etmemiz lazım.” diyordu en son. Başıma ıslak bir havlu sardılar, “Nefes al ve benim elimi tut, sağdan ilerle, merdivene ilerleyeceğiz”. Havayı soluyamadım, havluyu çıkardığımda simsiyah bir katrandı içime çektiğim, havluya sarındım tekrar. Siyahın griye karıştığı bir uzun tünel, bitmek bilmeyen.

Merdiven neden bu kadar uzakta?

Yazarın (filhakikas) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

İlginizi Çekebilir
piknik

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir