Yakamoz’dan Veda’ya
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Yakamoz’dan Veda’ya

Yazan: Amelie

0

Yakamoz’dan Veda’ya

“Dünya üzerindeki herkes yazı tura atsaydı, eninde sonunda birisi 5698 kez üst üste yazı atacaktı.”

Bu sözün devamında kendini özel hissedecek olanlarla, aslında özel olan durumların olmadığını bilenler var; tıpkı bazen bazı şarkıların yaşanmadan önce yazılması gibi. Bir şarkıyı dinleyip, sonra onunla bir bağ kuruyorsunuz ve bu şarkı gerçek oluyor bir süre sonra. Mesela “There Is a Light That Never Goes Out” diye bir şarkısı var The Smiths’in. Ya da Melih ve Çiğdem’in “İşte Öyle Bir Şey”i gibi. Gibi gibi.

***

Yakamoz’un gölgesinde yazılıyor bu satırlar. Oysa dışarıda kar yağarken dinlenmesi gerekenlerden. Kar dindi. Örteceği kadar örttü demek, acıyı, kederi, hüznü ve efkârı. Hikâyede göklere harman olmuş, kanatları sırmadan kuşa emanet edilmiş bir Yıldızlı Atlas. Üstelik altı çizili, kelimeleri karalı. Derler ki altını çizdiğin kelimelerin, senin yaralarındır; teslim edeceğini iyi seç. Onca sene, oradan oraya gelmiş. Şimdi, bir kuşun kanadında; uçsuz bucaksız yollar ile denizlerin kavuştuğu diyarlar bekler onu. Misafirlik kısa sürer demişti biri; gölgesine uzaktan misafir olmak da olmaz. Diyor ya; “Ben sana yazılacak bir mektup olsaydım, sana neler söyleyeceğimi, neler anlatacağımı yine bilemez, sözün tam burasında biterdim.”

***

“Öyle miymiş?” diye soran yazara imreniyorum. Zaten Dip dizisindeki İmre Rodoplu karakterinin hep Şule Gürbüz olduğunu düşündüm. Niye, bilmiyorum. Diyor ki bir yerinde kitabının: “…Bir ilhammış insanın insana verebileceği ancak, sır değil. Bir çiçek gibi insan da açabileceğinin en güzeliyle açar ve solarmış. Hiçbir gül açtığından daha güzel açamazmış. Her şey ferden ferda imiş, başlar ve bitermiş. İnsan tanıkmış, kâinat ve sır bir şiir gibi yazılı ve ancak öyle okunurmuş. Bir yara, gizli ve uçucu, bir sezgi ancak bırakırmış…”

***

Bir ferahlık gerek şimdi. Kalbinin üzerine karanlıklar oturan için, dağların zirveleri gerek. Yemyeşil. En koyusundan en açığına… Yeşilin dört yüz elli bin tonu varmış benim doğduğum topraklarda. Geçmiş midir o yerlerden de göçebeler? Bin yıl önce de aynı toprağa dokunup, aynı göğe şükretmiş midir onlar da? İnsan nihayetinde… Mahiyeti ile seyri arasında düştüğü uçurumu, fikriyle felakete gark olduğu zamanı biliyor. Ötesine kör, sağır, dilsiz…

***

“Ölsem yeridir” diyor bir şarkıda. Neden? Bir kitapta da “Hayatı, ölmeyi isteyecek şekilde yaşamak gerek ihtiyarlamak ve ölmek için” diyor. Bunu söyleyenin unutulmaktan korkmadığını düşünürüm hep. O zaman da “unutulmamak ne” diye soruyorum kendime. Bir hafızaya nakış nakış işlenmek? İnsan, önünde “farkına varabildiği kadar” bir parça zamanı olan; aciz olan. Mucize kelimesinin de kökeni aynı zamanda. Acz ve mucize. Acizliğinin içinde mucizen var demişti hocam. Farkına varabildiğin kadar.

***

Bir mavi, deniz olmasa da kavuşmuş bir yeşile; o yeşil orman olmasa da. Birleştiği yerde, toprak beyazla örtünmüş. Dallardaki yapraklar, o toprağa emanet edilmiş. Yeniden rengini bulsun, canına can versin; kök salsın can suyuna renk versin diye. Koyusundan karanlık, kalbinin üstüne oturanla birleşince; Yakamoz’la başlayan, Veda’ya bağlanıyor. Bir de pencereye bulaşan karanlık var. O karanlıkta kendi aksini izleyene bahaneydi kendi; görülmek istenen kalbine aksedendi.

***

Veda’dayız. O halde hangi çiçeğin ortasında uyumayı seçmeye geldi sıra. Hiç değişmedi, hep filbahri oldu. Bir “ferahnak” istiyorum, bir de filbahri.

***

İki nota arası mesafeye sığabilenler için olsun o zaman.

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Yakamoz’dan Veda’ya

İlginizi Çekebilir
Hangimiz Öteki?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir