Çığlık atan trapez
Sahnede çığlık atıyor trapez
kesik parmağıyla piyano çalıyor bir kadın
şiir yazıyor kafamdaki yarıklar!
Sevgi;
ne güzel bir bahçeydi ben ölmeden önce
güneşlere sardım olmadı
yağmurlara bıraktım olmadı
olmadı olmadı olmadı!
dört vakit mesailerin cumadan gelirdi
kırdığın Kabe’nin bir parçası bende kaldı
bir saat
bir halat
eşiğimde çok ayaklı bir şiir
umutsuzluğu umutla değiştirmeye çalışan
o hiç dengeleyemediğim sözcükler
yüzünü kaybetti çocuklarım
komşu balkonlar;
kadeh tokuşturuyor gelecekteki bir ayrılığa
uykuya hazırlanıyor
buğulanıyor düşlerim bir çığlıkta
külünden dirilir mi Anka?
kim duyabilir ki silinmiş bir satırı
patlayan bir dinamit
doğru betimleme
en iyi satıcılar;
çağın adı bu!
indim payımı almaya
insan aşkla bekler mi bıçağını?
Bozuldu aramızdaki denklem
dolunaylar bastı rüyamı
yollar radikal
uçurumlar açıldı avuçlarımda
dağınıklığımı topladı Annem
zaten hep Anneler toplar kayıp çocuklarını
Ah
kimseler bilmedi
“içimde kıpırtısız bir buzul”
sokulup konuşmak istedim
zamanın bir yerinde
aynı anda
kan bağım kesildi
daha çırağım ben usta
buralı değilim
elinde titreyip duran
hangi sesin travması?
hem konuşkan
hem karanlık
ne olabilir?
bırakmış çocukluğunu
masada rakı, kül mezarlığı
belirsiz düşlerden geriye kalan
kimdir asıl yargılanan
soru mu, yanıt mı?
unutma o tek gözlü odayı
cinayetlerden geriye kalan ölüm!
bul ve konuş
bul ve bağır
bul ve sus
kemikleri kırıldı harflerin
cam gölgesi kadar naif
kırık tozlu aynalardan geçiyor yüzüm
bir parça ağlayış
biraz hıçkırık
yaprakların gürültüsüyle sevişiyorum
sıçrıyorum bazen rüzgardan
yine de dingin bir senfoni
yeni satırbaşları
uçurumlara doğru
şezlonga uzanıp hayatı kestiren biri değilim
tek bacaklı bir mevsim;
içine içine doğduğum
Bir acı ısmarladık evrenden kendimize
bir takım vaatler
mutluluğu kaçıran trenlere kestik biletleri
mutluluk neydi peki?
şiirle atarlanıyoruz;
tek tek yenildiklerimize
elimizin altında büyüdü kaygılar
sebepsiz değil, hepimizin akıntısı zorlu
ter döküyor harflerim
hamuru işçi alfabem
gitsem mi buralardan
belki uzaklaşsam;
kimden, neden?
kaçtıkça kaldığım
kaldıkça kaçtığım
ihtimal diyorlar
neyin ihtimali?
kimse titremiyor;
senin varoluş sancın üstüne
hep duyarlıydı rüyadaki gölgelerim
herkes anlamaz bu saflığı
biliyorum;
bu manasız bir anekdot
bir mektup yazmak istedim
adresine hiç gönderilmemiş
hadi söyle;
neler oluyor
hadi hadi sor kırık cesaretine
avazım da kesildi
amaçsızca dolaşıyorum otelin lobisinde
ne giderebilir içimdeki bu can sıkıntısını?
susmak mı
şiir okumak mı
ya da boş ver!
dolu dolu versek ne?
hâlâ lobideyim
çay ısmarlıyorum Michel Pepe’ye
Evreni anlamış biri
yoksa bu melodileri Tanrı ona bahşetmezdi
vazgeçmeyelim bu boşluk doldurma oyunlarından
sıkıntının yağma sebebi bu
Georges Perec’in kayıp çocuğu geliyor aklıma
İsmi “e”
kaybolmak, bulunmak
bulunmak
yine kaybolmak
ne çelişkili bir refleks
sakın gülmeyin
utanır gölgem
bu çağda unuttuğumuz bir kavram
kafamızda hep aynı s*kik soru
tövbe estağfurullah
“İnsan ilk utandığı yeri nasıl unutur?
bunun cevabını bulursak eğer sıra şu soruya gelecek.
insan en son utandığı şeyden nasıl kurtulur?’’
Bir bok bildiğimiz yok aslında yara almaktan başka
birlikte çıkmayı beceremediğimiz yolculuklar…
kimin umurunda bu
cazip bir teklifim var
nasıl olsa bunu da takmayacaksınız bir yerinize
günlük konuşmalara geçelim
cümbür cemaat!
alelade bir törenle çekiliyorum aranızdan
az önce Fatiha döküldü heyecanlarıma
içimde bir yere
içinden bir yere sürüklendi
bir çırpıda kalbim
bir çırpıda kanım
ah benim iktidar bağımlısı ülkem
devrim yolculuklarımızda yasaklandı
canını ortaya koymuş bir cehalet
bütün şarkılar sustu o sokakta
çığlıklar sustu
tedbir amaçlı
kurşun sıktılar
bu denli zifiri
terörün kendiyken devlet!
bağrımızda düğümlendi;
yaşam diye bildiğimiz emanet
Çizim ; Luvima
Yazarın (luvima) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.
Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.
Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.
– Çığlık atan trapez