1. Anasayfa
  2. Deneme
Trendlerdeki Yazı

“Muhayyile”

"Unuttuğun ölüdür, derler. Geride bıraktığın aslında öldürdüğün değil midir?"


0

Muhayyile – Gövdesi bembeyaz, üzerinde kara lekeleri olan bir ağaç. Dallarında sarılar, turuncular, kırmızılar bir buket olmuş… Muhayyile nedir? Deneme: Muhayyile

Gövdesi bembeyaz, üzerinde kara lekeleri olan bir ağaç. Dallarında sarılar, turuncular, kırmızılar bir buket olmuş; göğün mavisine inat, sonbaharın emanetleri. Maviyi gökten mi alıyor yoksa kendi içindekini mi bağışlıyor, bilmiyorum. Bulunduğu yer, bir ovanın göğe en yakın yeri. Beyazları konmamış henüz, vakti varken renklere kucak açmış. Kavak ağaçları, çınarlar; yol kenarında renkleri biri alıyor ötekine veriyor. Uzayıp giden yolun kıvrımı, sarının yeşile yaklaştığı yerde bir anda kırmızılı turunculu bir alev topuna dönüşüyor. Aralarındaki maviyi nasıl kaynatacaklar? Göl, işte o zaman alıyor sazı eline. İnsan kalabalığının sesini yutan bir yapısı var. Nedense onca kalabalıkta bile sükûneti hissettirebiliyor. Oysa yarım saat mesafede, çokça sessiz bir yerin kalabalıkları daha da kalabalıklaştıran bir gürültüsü vardı. Birinin toprağa diğerinin göğe yakın oluşu mu bunun sebebi, onu da bilmiyorum.

Su; her daim aczi sessizlik olan.

Sesin içinde kaybolan.

***

Çok zamandır yabancıyım kendime. Boşluğu tarif edemeyen Kemal Tahir, kahramanı Kâmil Bey’e şöyle anlattırıyor: “…Bu resimde toprağın boşluğu, aptallığı, duygusuzluğu verilmek istenmiş. Türbeler ölüleri yaşatmak hırsıyla yapılmışlar değil mi? Burada derin bir boşluk olsun istedim… “Boşluk” tam karşılığı değil… Yani, madenlerine, sularına, bizzat tıka basa dolu imiş gibi duran varlığına rağmen gene bir anlamda toprak kadar boş ne var?”

Toprak olsam da o boşlukta kaybolsam.

Ne zaman?

***

Homeros’un Odysseia’sında “Tanrısal” bir deniz vardır. Destanın içine daldıkça çıkıyor ortaya, aslında o “Tanrısal deniz”, “gül parmaklı bir şafağa” uyanmak için bir sebep. Ya o denizin karanlığı? Böyle bir denizin kenarında “gökyüzünde güneş söndü sönecek/kapkara bir sis kaplamada ortalığı” diyen de ancak denizlerde yüreği acı çekenlerdir. Tanrıların yüreğine söylediklerine inanıp da ‘hasatsız denizlerde’ çile çekmeye cesaret edenlerdir.

***

Uğultusunu kaybetmiş gar. Kendisini bulmak istemeyen için şeytan örtüsü. Keşke içindeki uğultusunu da atabilse… En yakınındaki denize ya da yılan sırtı şu raylara ya da bir kuşun kanadına bıraksa, mavilere arkadaş… Gök, mavisini saklıyor. Bulutlardan uzağa gidebilir mi?

***

Unuttuğun ölüdür, derler. Geride bıraktığın aslında öldürdüğün değil midir? Yüzüne bakmadığın. Vapurun köpürttüğü de cenaze çiçeği.

***

Muhayyilesi olmayan insanlara imreniyorum çoğu zaman; ne güzel, düşünmek yok. Arapça kelime, aslı “taḫyіl” den geliyor, hayal etmek diyorlar. Haldun Taner, çok başka yerden alıyor: “Muhayyile geçmişte ya da gelecekte yaşamaktır. Varsayımlarla ya da anılarla yaşamaktır.

Hangisinde bir fecâat var?

Misal bir gölün kenarından yeşili sarılarına elveren, yavaş yavaş o sarının kendi sonunu getireceğini bilen kavak ağaçlarına bakarken aslında bir kış vakti o savrulanın kendin olduğunu hatırlamakta mı? Döne dolaşa avucuna düşen kar tanesine sığındığın o akşamın, surlarla çevrili kalelere hapsettiğini nefessiz bıraktığını; öldürdüm sandığının çok zamandır can çekiştiğini hissettirmesinde mi? Daha da kötüsü, bunu yapanın üç renkle bileğinin üzerine kazıdığın ve atmaya kıyamadığın -asla atamayacağın- bir ip parçası olmasında mı?

Bunlar anıların hançerledikleri. Bir de varsayımlarının keskin sivri uçlarıyla kalbinin ortasına hiç acımadan sapladıkları var. Hançerin hiç değilse ‘eskidir ne yapsa yeridir’ diye avunabileceğin bir anısı var, varsayımlar öyle mi?

Bir bıçak yarası.

İnsan etine saplayıp çevirdiğinde bıraktığı izini silemeyeceğin türden bir anısı var.

Ömürlük.

Hain.

Nedir mesela, “Mecnunum Leylamı Gördüm” gelir bir zaman. Bunalmışsındır, kafanı kaldıramayacağın karanlıklarda boğulmak üzereyken sana gönderilen bir pencere önü çiçeği olur. Sen bunu alırsın, üzerinden asır geçmiştir. Kafanın içinde bir ses, kendi sesini toprağın karanlığında kaybetmişken, yine aynı zamanın içine çekilmişken: “Şimdi de böyle olurdu, Leylasını görmek isterdi ama kesin Uşşak Saz Semâî’yi de hatırlatırdı, Aziz Dede’den yadigâr.”

***

Sahili uyutacakmış gibi okşayan denizin merhametine ihtiyacım var. Kenarında renkleri henüz belirsiz, suskunluğu sadece içilmek için olan o denizi isteme hakkım olmayacak kadar lanetlenmişimdir belki.

“Fark etmeden” diye sıraladığı bahanelere sığınan Ceylan Ertem’e sığınıyorum ben de.

Belki tüm bunları fark etmeden yapmışımdır.

 

Yazarın (filhakikas) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir
Hande Kader

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir