Faili Meçhul
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Faili Meçhul

Bir adam valizini sürükleyerek çekip gitti o gece o şehirden. Sonra bir sürü eksik aksak hikaye anlatıldı

0

Faili Meçhul

Bir köpek sustu ve tüm şehir hüzünlü bir huzursuzlukla kaplandı. Bir adam valizini sürükleyerek çekip gitti o gece o şehirden. Sonra bir sürü eksik aksak hikaye anlatıldı. Ama uydurma, ama gerçek… Kim bilecek? Şehrin sarı ışıkları şahittir her şeye ve köpekler tabii ki de. Çok bahsedilmedi bu olaydan. Üstünde durulmamasını tembihledi yetkililer. Üstünde durmaya da kimse meraklı değildi zaten. Kanlı bir bıçak aylarca kanalizasyonun mazgalında bekledi. Paslandı da bir yandan. Ne parmak izi kaldı üzerinde, ne de o gece kim vurduya giden Ahmet Efe’nin kanı… Eskiden olsa, birilerini ibret olsun diye sallandırırlardı o büyük çınarın altında. Ama zaman değişmişti. Kimse ceza almayacaktı. İlerleyen günlerde bizim çocuklar şarap sohbetlerinde anlatır oldu o günü. Kısık sesle ve tedirgin bir şekilde. Ben o geceden bahsedildiği zamanlarda Ayşe’yi düşünüyorum. Ahmet Efe’yi severdi Ayşe. Mahallenin bütün erkekleriyle birlikte, ben de Ayşe’yi severdim. O günden sonra Ayşe, her gün giydiği göğüs dekolteli elbiseyi giymedi hiç. Çünkü biliyordu ki Ahmet Efe, Ayşe’yi en çok o elbiseyle görmeyi seviyordu. Geceleri çok kafayı yordum. Kimdi Ahmet Efe’nin canına kasteden? Ayşe’yi çok seven biri miydi? Yoksa adi bir anlaşmazlıktan dolayı mı infaz edilmişti…

Ve bir gün bir şey oldu. Herkes çok şaşırdı. Ancak bir gün bir şey olacağı apaçık ortadaydı. Ben bekliyor gibiydim. Çok şaşırmadım bu yüzden. Herkes Ayşe’nin evinin önünde toplanmıştı. Ve bir süre sonra Ayşe’yi ceset torbası içinde evden çıkardılar. Sanırım bir süre penceremin önünde bakakaldım. Ahmet Efe’den sonra, Ayşe de vahşi bir şekilde öldürülmüştü. İkisi de bizim mahallede oturan ve birbirini delice seven iki aşıktı. Şimdi ikisi de yaşamıyordu. O gün Ayşe’nin cesedi gittikten bir süre sonra çıktım sokağa. Kapıdan adımımı atar atmaz fark ettim mazgalın üzerindeki kan damlasını. Mazgalın içine doğru eğilip baktığımda, kanlı bıçağın orada durduğunu hemen gördüm. Katil, bıçağı benim evimin önündeki mazgala atmıştı. Bir sigara yaktım ve civardaki evlerin pencerelerine baktım. İçimde garip bir korku vardı. Çevrede kimse yoktu. Uzaklaşmak istedim. Kahveye gidip pişpirik oynamalı ya da sahile inip gördüklerimi unutmaya çalışmalıydım. Ama ikisini de yapamadım. Eve girdim. Pencereden mazgalı izlemeye koyuldum. Sokaktan yüzlerce insan geçti. Bir ara bir köpek baktı mazgalın içine. Kokladı, çevresinden geçen insanlara baktı. Sonra uzaklaştı o da.

İçimde dönüp duran merak, beni bir şeyler yapmaya zorladı. Herkesin uyuduğuna inandığım gecenin son saatlerinde, dışarıya çıkıp mazgalı kaldırdım. Gün aydınlanmak üzereydi… Bazen insan, tüm doğruların içinden yanlış olan tek şeyi seçiyor. Ve bazen hiç bulaşmaması gereken bir hikayenin baş aktörü oluyordu. Kanlı bıçağın biraz altında paslanmış bir bıçak daha vardı. O bıçağın Ahmet Efe’yi öldüren bıçak olduğunu gördüğüm an anlamıştım. Bir poşetle iki bıçağı da aldım. Yüzlerce film izlemiş biri, o bıçakları poşetle alması gerektiğini bilir. Mazgalı kapattığım an bir şey oldu. Böyle anlarda, donar her şey. Sanki izlediğin film takılmış da, bir sonraki sahneyi merak ediyor ve korkuyla bekliyormuşsun gibi bir his kaplar içini… O an mahallenin en sessiz ve en zararsız çocuğu olan Veysel’le karanlık bir sokakta yapayalnızdık. Veysel’in elinde, sokağın lambasının sarı ışığını yansıtan bir bıçak vardı. Beni görünce çok kısa bir an duraksadı. Hemen sonra profesyonel bir katil kararlılığıyla üzerime doğru yürüdü. O an her şeyin bittiğini düşündüm. Yarın herkes beni konuşacaktı. Ve herkes sıranın kimde olduğunu korkuyla sorgulayacaktı. Yetkililer, olayların arasında bir bağ olmadığını belirten açıklamalarda bulunacak ve herkesi sükunete davet edeceklerdi. Ben ise ölmüş olacaktım…

Hayır! Olmayacaktım. Bu zamana kadar her şeyi kaybeden ben, bu sefer kazanan tarafta olacaktım. Bitti dediği yerden başlayacaksa insan; bu zamana kadar yaptıklarını bir kenara bırakıp, eskisinden çok farklı olarak başlar aslında. Yani, yanlış olduğuna inandığı ne varsa doğru bilip, doğru bildiklerinden uzaklaşır… Ben de öyle yaptım. Hiçbir kavgadan kaçmayan ben, Veysel’den var gücümle kaçtım. Bir süre mahallenin farklı sokaklarında koşturdum. Koşturdukça zihnim açıldı. Korkusuz olduğuma inanmıştım bu zamana kadar. Ama aslında hayatım boyunca kendimden, ailemden, sevdiklerimden ve başıma açılacak belalardan kaçıyordum… Kaçmayacaktım artık. Hatta belanın üzerine üzerine yürüyecektim. O anda durdum. Veysel hala peşimdeydi. Döndüm ve elimde tuttuğum poşetin içindeki bıçaklardan birini avucumla kavradım. İşte tam o sırada, Veysel’in de benden korktuğunu anladım. Veysel’e baktığımda, Ahmet Efe ve Ayşe’yi düşündüm. Her şey çok kısa sürdü. O kadar kısaydı ki, Veysel’in yere neden düştüğünü anlayamamıştım. Sonra her şey aydınlandı. Güneş farklı doğdu o gün. Evde her zaman oturduğum koltukta sigara içmeye çalışıyordum. Kanlı ellerim titriyor ve Veysel’in ölmeden önce gözleri yaşlar içinde, karnı delik deşik bir vaziyette “Çok sevdim abi, hepinizden çok sevdim!” deyişini gözlerimin önünden götüremiyordum. Sesi kulaklarımda yankılanıyordu…

Onu mahallenin parkında öylece bırakmıştım. Bulduğum ilk mazgala da üç tane bıçağı… Parktaki tüm köpekler bir köşeye ilişmiş bana bakıyorlardı. O sabah, mahalle üniformalı ve takım elbiseli adamlarla doluydu. Herkese bir şeyler soruyorlardı ve herkesin nasıl oluyorsa anlatacak bir şeyleri vardı. Ben ise dün gecenin tek tanığı, zanlısı ve bir yandan mağduruydum. Sokağa çıktım. Bizim çocukların yanına gittim ve her şeyden bihaber sordum: “Yine ne olmuş?” Çocuklardan Semih, “Abi, Ferit Ağabey ile Veysel’i doğramışlar dün gece. Mahalleye seri katil dadandı.” deyiverdi. Yatıştırıcı birkaç cümle kurdum. Ama şoktaydım. Veysel giderayak bir cinayet daha işlemişti. Ferit Ağabey, Ayşe’nin ilk vurulduğu adamdı. Hepimizden büyüktü, çay ocağının müdavimlerindendi. Artık her şey yerli yerine oturmuştu. Veysel, Ayşe’nin sevdiği ve Ayşe’yi seven mahallenin tüm erkeklerini kesecekti. Ama hiç planlamadığı bir şey oldu, o gece benimle denk geldi ve hayatı son buldu. Hayat ne yazık ki yapılan planları gerçekleştirecek kadar uzun değildi! Polis bir takım sorular sordu. Dilim döndüğünce cevapladım. Anlatacak o kadar çok şey vardı, ama hiçbirini anlatmadım. Bazen susmak için bir şeyler anlatmak gerekir…

Bütün köpekler sustu ve tüm şehir hüzünlü bir huzursuzlukla kaplandı. Bir adam valizini sürükleyerek çekip gitti o gece o şehirden. Sonra bir sürü eksik aksak hikaye anlatıldı. Ama uydurma, ama gerçek… Kim bilecek? Şehrin sarı ışıkları şahittir her şeye ve köpekler tabii ki de. Çok bahsedilmedi bu olaylardan. Üstünde durulmamasını tembihledi yetkililer. Üstünde durmaya kimse meraklı değildi zaten. Kanlı üç bıçak aylarca kanalizasyonun mazgalında bekledi. Paslandı da bir yandan. Ne parmak izi kaldı üzerinde, ne de kim vurduya gidenlerin kanı… Eskiden olsa, birilerini ibret olsun diye sallandırırlardı o büyük çınarın altında. Ama zaman değişmişti. Kimse ceza almayacaktı. İlerleyen günlerde bizim çocuklar şarap sohbetlerinde anlatır oldu o günü. Kısık sesle ve tedirgin bir şekilde. Ben o geceden bahsedildiği bir gün, artık o mahalleden çok uzaktaydım…

23.33 11.05.16

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Faili Meçhul öyküsü)
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz. Faili Meçhul

Faili Meçhul

İlginizi Çekebilir
Son Şarap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir