Bir Kafe Güncesi
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Bir Kafe Güncesi

Yazan: Özlem D. P.

0

Bir Kafe Güncesi

Ev gibi kafelere bayılıyorum. Hani evine sığamıyor kalbine de, kanatlanıp uçuruyorsun ya bedenini bir yığın insanın içine. En ev halinde değil ama evinde gibi işte. Sıcak çay ve kahve kokularının aromalarının o sevimli çekişmelerine tanıklık edilen. Orda uzun bir masanın kenarına ilişiyoruz. Hızlı hızlı kelimelerini savuranlar, kahvesiyle hemdem olup bir hayalin kuyruğuna takılanlar, karakterlerinin duygularını kendilerine yamamaya çalışıp kitaplarına gömülenler. Uzun masamızı paylaştığımız iki kardeşin durmaksızın fotoğraf çekişlerini izliyorum. Onlar çok açıktan yapınca ben de gizleme gereği duymadan onları izliyorum. Sen şimdi içtiğimiz kahveyi yazarsın diyor, S. Gülüyorum omzumun üzerinden. Keşke kalemim olsa da bazı diyalogları yazsam diyorum. Elim telefona gitmiyor, dokunmayacağız bugün diyoruz. Önce biri diğerinin fotoğraflarını çekiyor. Bak bence bu çok tatlı oldu diyor beş santim uzun olanı. İkisinin altın saçları ikili örülüp enselerinde tutuşturulmuş. Onları odalarında birbirlerinin saçlarını tararken canlandırıyorum. İkea’dan alınan beyaz bir boy aynasının önünde oturtup konuşturuyorum. Tokayı şöyle takarsan çabuk bozulmaz diyor büyük olan. Küçüğünün elinde bir avuç toka… Fotoğraf makinesini ben taşımam, çok ağır diyor. Aslında kavga ettirmek istiyor canım onları. Şimdi birbirlerine çok kızsalar da ilerde gülecekleri bir şeye dönüştürecek diyaloglar düşünüyorum, kıyamıyorum. Kardeşimi özlüyorum. Simsiyah, beline kadar olan saçlarını taradım mı ben, diye hafızamı zorluyorum. Annem bana bırakmaz, üşenmez tarardı hatırladım. Saçlarımız tam ortadan ayrılmış iki ayrı atkuyruğu yapılıp benim lülelerim omzuma, kardeşiminkilerse beline dokunurdu. Çayımı soğutmayayım diyorum bir yandan. İnsan maziye girince çıkamıyor.

Aynı sandalyede en az yirmişer fotoğraf çekilip her birine yorum yaptıktan sonra başka masaya geçiyorlar. Oranın ışığı başkaydı. Kaç tane daha çektiler saymadım. Güzel, diyorlardı durmadan. Çok güzel. Sen de benim fotoğrafımı çeksene dedim S’ye. Onun kahvesini aldım. Benimki çay, onunki kadar havalı değil. Üzerine bir yaprak deseni kondurmuşlar. Tam sonbahara yakışır. Daha poz vermemiştim. Çekmiş. Yaprağın altına saklanan çocukluğuma dalmıştım. Üzerimde kar beyaz bir tişört. Çamaşır makinesi daha mahalleye gelmemişti. Yoksa büyükbabam alırdı. İlk buzdolabı ve telefonu aldığı gibi… Asfaltın kenarındaki kumla oynuyorum. Parmağımda harfler. Adımın baş harfini yapıyorum. Z’yi yapmaya çalışıyorum. Hep ters. Hele bir e harfi var ki g’nin kardeşi gibi. Dün gibi değil, şu anda yazıyorum gibi hatırlıyorum. Hatta alsam elime turuncu ve siyah çizgileri olan o kurşun kalemi, yine aynısını yaparım gibi geliyor. Kahveme çökme, diyor S. Çayımı yudumluyorum. Ağzımda bir avu… Biraz sıcak su ekler misiniz, diyorum görevliye, çok yoğun geldi de bergamot aroması. Çay poşetini çıkarabilirsiniz, diyor. Gülüyorum. Nerelere gidip geldiğimi söyleyemiyorum da, konuşmaya dalmışız diyorum. Kızardım azcık biliyorum.

Telefonu çalıyor S’nin gidiyor arabada konuşmaya. Dışarısı buz. Ben telefonumda çektiği fotoğrafa bakıyorum. Bakmamışım bile ama diyorum. Elbisemin on yıllık olduğunu hatırlıyorum. Siyah-gri halka ve dalgalardan oluşmuş, dizimin hemen üstünde, belinde de elim genişliğinde siyah bir kemer var. Nerde kemer şimdi bilmiyorum. Yedi kez taşınmaya dayanamayıp saklanmış olmalı bir yere. Bana iki geceyi hatırlatıyor hep elbisem. Tam dokuz yıl önce odamdan çıkmamaya karar verdiğim ancak kapımın çalınmasının ardından üzerime geçirmek durumunda kaldığım o buhran halim. Kızım hiç değilse çay servisi yap dedi kapıdaki minik tık tık’ın sahibi. Oğlanın halası. Giydim, çünkü ütüye ihtiyaç duymazdı. Çayı verdim, ancak selam bile vermedim. İnsan bazen asi oluyor. Hakkımda konuşulup tarafımın bu kadar dışında kaldığı başka bir zaman oldu mu bilmiyorum. Müsaadenizle deyip, sökük eşofmanımı bacağıma geçirdim yine. Kardeş güzel şey… İçerde olup bitenleri bana taşıyan bir kuryem var. Yüksek lisansa Mersin’de başlar diyormuş. Burada da okul var falan. Büyükbabam bana sesleniyor, odanın kapısında tok iki tık tık. Üstünü giy de konuşalım diyor. Yine geçiriyorum elbiseyi. Seansım başladı. On beş dakikalık nefesimi öldürüyorum.

Ben sanıldığı gibi becerikli değilim diyorum. Annem hamarattır, kime sorsanız onu der ilk. Açtığı hamurlardan, yıkadığı çamaşırlardan, koca evi kaynana, kayınpeder çekip çevirdiğinden. Ama ben değilim. Ben iki bardağı getireceksem, kaşığın gelmesini sana şart koşarım. Yemek yemem, yapmam, yapmayı sevmem. Ömrümden kesilen zamanlardır onlar. Hele de bizim oralardan biriyle hiç düşünmek bir hayat kurmayı. Yirmi beş yılımı çözmeye çalıştığım bir zümrenin ferdine, her birey farklıdır tezi üzerinden yola çıkarak şans veremem. Bu son cümleyi söylemedim tabi ama anlamış olsa gerek. Boşuna bakanlıkta müşavir yapmamışlar. Bilmem belki de yapmışlardır. Kimler ne olmuyor ki? Ben öyle bir sandalye üzerinde okuyayım, ay sonunda kalanlarımla sene sonuna bir şehri, bir ülkeyi göreyim falan isterim mesela, 3 odalı bir evdense. Bunun bir rövanşı olacak diyorum içimden ama gidip uyursam da kimse uyandırmaz, sabah yola çıkacak bir genç kıza.

On beş dakikamın hakkını verip usulca süzüldüm odadan. Hayret etsem de yaşadıklarıma, hatırını kıramadıklarımın ayakları altındaydı o gururlu bakışlarım. O gün kendime biçtiğim hayatımdan bir elbise çıkarttım kendime. Koca gözlerimden yuvarlanan iki damla kırgınlık değil de kızgınlığımdandı. Çıkarıp bir daha giymemek üzere dolaba katladığım koyduğum elbisem, benimle ülkeler aşmıştı, fark etmemişim.

Kızım on beş günlük. Ülkemle aramda tam yedi saat fark. İş yemeğine gideceğiz. Koca dolapta doğum kilolarını kapatacak tek bir çaput yok. Hiçbir anıyı gözüme getirmeyen gri elbiseyi alıyorum elime. Hızlıca giyip altına da siyah bir ince çorap geçiriyorum. Dizimin hemen üstündeki elbise çekmiş on santim. Vakit öyle az ki. Sığmış olmanın mutluluğuna “yahu nasıl emzireceğim oradanın” telaşı giriyor. Sağdıklarımdan iki şişeyi alıyorum yanıma. Ben tam bir inektim o zamanlar. Hayatımda yemediğim kadar yiyor ve süt üretiyordum. Emziriyor, sağıyor, emzirmiyor daha çok sağıyordum. Gururluydum ama gururumun bir yıl sonra hâlâ göğüs pedi kullanacak olmamdan ötürü kızgınlığa everileceğinden haberim yoktu. Gece uzundu. “Siz bizden de hızlısınız maşalllahlar”, “ne de çabuk gezmelere çıkmışsınız ay nazar değmesinler”, “hiç mi kilo almadın” deyip elbisenin önceki duruşundan habersiz olanların iltifat mı, yerme mi, beklenti mi olduğunu hâlâ anlayamadığım cümleleriyle geçti gece.

İki gecede de zorunda olduğumdan giydim gri elbiseyi. Oysa çok severek almıştım. Kollarından hafif bollaşması yemek yerken zorluk verse de, bedenimi sarması ve daha ince daha uzun göstermesi hep kolaya kaçacağım zaman onu seçmeme sebep olmuştu. Sonraları hep severek giydim. Siyah bir saat, siyah bir bileklikle çok güzel olur. Siyah top küpelerle de tamamlardım. Ama o gün bir de bordo bir şapka kondurdum tepeme. Öylesine girdiğim ve bambaşka şeyler almayı düşünürken, indirime giren ürünün cazibesine kapılıp taktım kafama.

Aslında o iki kızdan bahsedecektim sadece. Çok güzellerdi tıpkı sürekli dedikleri gibi. S geldi, izleme artık insanları dedi. Oysa ben hep kendime, hep kendimle bir telaşın içinde debelenip duruyordum. Biliyor, görüyor ama ses etmiyordu. Sıcak çayımdan birer yudum aldık. Siyah montumu geçirirken, keşke ayda bir doğum günü olsa da kızı bıraksak, dedim. Kötü müyüm, diye sordum. Çok değil, dedi. Az kötü olduğum için kendimi sevdim. Bazen kötülüğümü kendimden daha çok sevdiğimi de itiraf ettim içimden kendime. Güldüm. Usulca arabaya yürüdük. Hava eksi 8. Artık eldivensiz yürüyorum. Bacaklarım titremiyor. Dört derecede üşüyenlere gülüyor, ben denize girerim diyorum. Arabaya binince koltuğun ısıtmasını çalıştırıyorum. Ben mi? Ben tam bir tezatlar yuvası bir kadınım. Ben bildiğin alıştım bu soğuğa derken, kahkaha atan kırmızı şapkalı- büyükbabam olsa kırmızı derdi- bakır saçlı bir kadınım.

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. Öykü: Bir Kafe Güncesi

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Bir Kafe Güncesi öyküsü, Bir Kafe Güncesi

Bir Kafe Güncesi

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir