Beklenen Misafir
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Beklenen Misafir

Yazan: Özcan KALBİNUR

0

Beklenen Misafir

Üç gün önceydi…

“Beni görmek istemediğini biliyorum ama yardımına ihtiyacım var! Bu son olacak, inan bana! Bir daha karşına çıkmayacağım, söz veriyorum!”

Buna benzer sözler sıralamıştım. Yay gibi gergindim, tedirgindim ve gerçekten başım beladaydı. Eski sevgilimin kaçamak bakışlarla bizi izleyen arkadaşlarına bir şey fark ettirmemekle bana olan öfkesini haykırmak arasında zorlandığı belliydi. Sinir küpüydü. Her öfkeden deliye dönüşündeki gibi; kaşları çatılmış, alnının ortasına kadar uzanan çizgi derinleşmiş, dudaklarını ısırmaya başlamıştı. Sözümü bitirmeden, “Ne işin var hâlâ peşimde? Buraya gelmemeni sana kaç kere söylemiştim! Yine ne pisliklere bulaşmışsındır!” gibi bir sürü şey demişti. Bir sorun yok, her şey yolunda havası vermek için arada etrafa küçük gülümsemelerle bakıyordu. Sevgili olduğumuz zamanlara az çok tanık olanlar elbette farkına varmışlardır durumun. Üstelik güneş gözlüklerim, siyah şapkam ve siyah giysilerim içinde tuhaf göründüğüm kesindi.

Dikkat çekmemek için işyerinin karşısındaki pastaneye gitmemizi istemişti. Daha doğrusu bu bir emirdi. İtiraz edecek halde değildim. Kapıdan uzak, arkalarda bir masaya oturduğumuzda “Seni dinliyorum.” demiş, ben kimsenin duymayacağı alçak bir sesle “Saklanmam gerek. Telefonumu kaybettim, hiç param yok, gidebileceğim bir yer de…” diye cevaplamıştım onu. Bundan fazla bir şey anlatamazdım. Eski sevgilim tutunacak son dalımdı ve bana yardım etmezse başımdaki belayı nasıl atlatabileceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Uzun süren sessizlik azalan umudumu iyice tüketirken “Neden bunu yapıyorum bilmiyorum ama sana yardım edeceğim.” demişti. Yüzündeki donuk ifade; geçmiş güzel birkaç günümüzün hatırına mı, merhametli yüreğine söz geçiremeyişinden mi yoksa sözümü tutup hayatına bir daha girmeyecek olmamdan mı böyle davrandığını ele vermiyordu. Belki de sırf bana acımıştı. Garson kız siparişimizi sorup ayrıldıktan sonra devam etmişti. “Yalanlarına doyduğum için yine ne batağa gömüldün diye sormaktan vazgeçtim. Birkaç gün büyük halamda kalır, sonra başının çaresine bakarsın artık!”

Yeni spor arabasıyla yola çıktığımızda, “Bir halan olduğunu bilmiyordum. Evinde saklanmama izin verecek mi?” diye sormuştum. Peşimizde kimse var mı tedirginliği ile onu da tehlikeye sürüklüyor olma huzursuzluğu arasında bocalarken söylediklerini bölük pörçük işitiyordum. “Üftâde hala babamın halasıdır. Apartmanın teras katında, iki küçük odalı bir bölme var. Önceleri kapıcıları kalırdı orada. Halaya da faydası olurdu. Sokağa çıkamayacak kadar yaşlı ne de olsa… Şu sıralar boş olmalı orası. Kapıcı köyüne dönmüştü. Yerine başkasını alamadılar diye biliyorum. Halaya her gün gelip bakacak bir kız bulundu. Ben ayarladım aslında. Kızcağız her ihtiyacını görüyor. İznini almak için arayacağım halayı ama şimdi uyku saatidir. Bebek gibidir yaşlılar, hep uyurlar işte.”

Az önceki hiddeti kaybolmuş gibiydi. Böyleydi zaten sevgilim, gürül gürül akan bir dere misali bazen coşar kabarır, bazen usulca akardı. Sinirine hakim olamadığı anlar ise benim marifetlerimdendi, kabul etmeliyim…

Geçtiğimiz yollar tahmin ettiğim kadar sıkışık değildi. Eve varmamız uzun sürmeyecekti. Rüya -eski sevgilimin adı Rüya’dır- sürat tutkunudur zaten… Boş bulduğunda yolları yarış pistine çevirir. Oysa çırpı parmaklarını direksiyona kenetlemiş, ürkek sürücü adayı halini görseniz inanmazsınız bu dediğime.

Tam o an, Rüya’nın sevimli Shih Tzu cinsi köpeğine lafı getirmem iyi olacaktı. Sinirden çılgına dönmüşken, Allah kahretsin, adını unuttuğum tüy yumağının aklına gelmesi bile çocuksulaşmasına yeterdi.

Cep telefonu çalınca planladığım kurnazlık boşa gitmiş oldu. Kulağında kulaklık, gevezeliğe daldığında köprüyü geçmiştik ve o hiç susmayacak gibiydi. Muhtemelen iş yerinden arkadaşı bir kızla, başka bir kızı acımasızca didikliyorlardı. O tedirgin halimdeyken bile aklımda kalan; kızcağızın anlattığı gizliden gizliye göğüslerini küçülttürmek için klinik arayışı, taşan basenlerini unutup iki porsiyon Adisababa yerken spor salonuna kayıt yaptırışı, eğlenceli olmasından öte algıda seçiciliktendir belki…

Dakikalarca kahkaha attıktan sonra yanında ben olduğumu fark etmiş olacak ki telefonu kapatır kapatmaz ışık hızıyla başka bir ruh haline bürünmüştü. “Açlıktan ölürsün belki orada. Hala, süt içer sadece, bir de yumuşak meyveler yer.” derken sesini diken gibi batırmaya çalışıyordu. Canımı yakmak hoşuna gidecekti madem, ona kapıyı aralamış ve “Ölürüm ben de o zaman…” demiştim. Benim tüm fenalıklarımın ardından ona beni terk edip hayatından siktir etmesinin vereceği avuntuyu bile yaşatmamıştım. Yine burnumu pisliğe soktuğum bir sırada usulca ortadan kaybolmuş, ilişkimize verdiğimiz zorunlu ara uzadıkça uzamış, adına ‘ayrılık’ demesek bile birbirimizden kopuşumuz kendiliğinden başlayıvermişti. Bu yüzden “Öleyim mi peki?” diye de hınzırca soruşum. “Öl, geber!” deyip içini rahatlatsın isteğimdendi ama buna da izin vermeyen çalan telefonu olmuştu.

“Ben de seni arayacaktım Anna, Üftâde hala uyanıksa bir şey söyleyecektim. Sahi sen ne diyeceksin? Aramazdın sen. Yoksa!…” demiş ve susmuştu. Üzücü bir cevap duyacakmış gibi tedirgin görünmeye çalışıyordu ama hiç sahici değildi tavrı. Konuşmalarından anladığım; bakıcı kız Anna, kısa süreliğine ülkesine gitmek zorundaydı. Çok önemli olmasa elbette böyle bir şey istemezdi, halanın durumu gayet iyiydi ama elbette bir hafta yalnız kalamazdı, on dakika sonra zaten evde olacaktık, bir çözüm buluruz, şeklindeydi. Ben bu durumun saklanmama engel olup olmayacağını düşünürken, aklımdan Anna’nın muhtemelen uzun bacakları da geçiyordu.

On dakika bile geçmeden; boğazın karşı yakasının en kalabalık, en gözde caddesinde, altında renkli vitrinleriyle mağazaların, üst katlarında ise büroların sıralandığı bir apartmanın önünde durduk. Şimdilik paçayı sıyırmıştım. En üst kata çıktığımızda kapıyı, bakmaktan kendimi alamayacağım kadar güzel genç bir kadın açmıştı. Anna’yı hayalimde bile bu kadar çekici canlandıramazdım. Yine de masmavi cam boncuklara benzeyen gözlerindeki bulutlanmayı hissetmemem imkânsızdı. Hüzünlü hâli bambaşka bir hava katıyordu güzelliğine. Arkasındaki geniş salonu, salonda kapıya bakan antika koltukta oturan, Üftâde hala olduğu kesin, yaşlı ama çok yaşlı, bin yaşında deseler şaşırmayacağım kadını fark etmem, ilk dakikada onu rahatsız etmemek için bakışlarımı kaçırmak cinliğindendi.

İçeri girer girmez, Rüya soğuk bir hatır sorusunun ardından çatıdaki eski kapıcı odasında üç günlüğüne kalmasını rica edeceği bir arkadaşı olarak beni tanıtmış ve uygun görürseniz elbette, deyip gözlerini halaya dikmişti. Nedenini sorma işte, beni sıkıştırma ne olur, der gibi bir ifade vardı yüzünde. Ben paltomu Anna’ya verirken yeniden göz göze gelmiş, ardından sözlüye kalkmış öğrenci gibi elimi kolumu nereye koyacağımı bilemez halde salonun girişinde dikilip kalmıştım. Bin yaşındaki hala, beni baştan ayağa süzüyordu. Rüya, Anna’ya “Mutfağa geçelim, sorun nedir anlat!” deyip birlikte kaybolduklarında, sınavı geçmiş olmalıydım ki “Ayakta durmayınız, buyrunuz!” sözleri çıkmıştı halanın ağzından. Sesi küçük bir kız çocuğu gibi incecikti.

Sonra bana yıl kadar gelen kısacık zaman boyunca; o beni sabit bakışlarla meraklı meraklı izlemişti, ben hem evi hem göz ucuyla onu, şaşkınlıkla. Salondaki mobilyalar, perdeler, avizeler, sehpalar, sehpalarda şekerlikler, halılar, tablolar, bir duvarı tümüyle kaplayan kitaplık, vazolar, biblolar, televizyon, ilk anda zaman tüneline sürüklemişti beni. Şimdiki zamanla geçmiş arasında savrulup duruyordum. Daha dün alınmışlar gibi yepyeni duran modern tasarım eşyalarla; yıpranmış, renkleri solmuş, dokunsanız dağılıp dökülecek gibi görünen eşyalar uyumsuzca bir araya gelmişti. Anlaşılan Üftâde hala ne geçmişten kopabilmiş ne de bugünün dünyasına seyirci kalmış diye düşünmüştüm. Az sonra şatafatlı bir davete gidecekmiş gibi altı saattir giyinip süslenen zarif hanımları andırıyordu bu yaşında. Yer yer dökülmüş saçları boyalıydı. Sırf deri ve kemik parmakları iri taşlı, parıltılı yüzüklerle doluydu. Kırış kırış, kahverengi lekelerle kaplı solgun yüzünü pembemsi bir makyajla canlandırmaya çalışmıştı. Fısıltıyla “Sensin, o değil misin?” diyordu ki Rüya, Anna’yla konuşarak yanımıza geldi. “Bu gece burada Anna. Geçici olarak bir arkadaşını bulacak sizin için. Şimdi benim gitmem gerekiyor. İyi akşamlar.” demişti halaya. “Yarın öğlen de gelirim şekerim. Gara bırakırım seni. Yeniden geçmiş olsun annene” diye Anna’ya da birkaç şey söylemiş, ben hiç orada yokmuşum gibi yüzüme bile bakmadan çıkıp gitmişti. Yaşlı kadının bakışları ise hâlâ üzerimdeydi. Rüya çıktıktan sonra beni yine şaşırtmış, Anna’ya “Arkadaki küçük odayı hazırla kızım. Delikanlı misafirimizdir.” demişti.

Herhalde hayatımda o kadar uzun ve aralıksız uyumamışımdır. Kendimi yatağa külçe gibi bırakıp uykuya dalmam arasındaki kısacık zamanda sadece aklımdan Anna’nın geçtiğini hatırlıyorum. Uyanmaya yakın rüyamda, zifiri karanlık bir tünelde, ayaklarım vıcık vıcık bataklığa gömülmüş peşimdeki haydutlardan kaçıyordum. Yoksa belki saatlerce daha ayılmazdım. O kadar çişim de gelmişti ki bir sebep de oydu aslında. Nerede olduğumu fark etmem biraz zaman almış olmalıydı. Yatağın kenarında oturup öylece kalakalmıştım. Tıslamaya benzer bir ses işitiyordum. Tuvaletin yerini sorup izin istemek için sesin geldiği salona gitmem gerektiğini düşünüyor ama bütün eklemlerimi kütürdetirken ayağa kalkacak gücü hâlâ bulamıyordum. Anna’yı görmek umuduyla kendimi zorlayıp geçmiştim içeriye. Manzara şöyleydi: Üftâde hala başı öne düşmüş oturduğu yerde uyukluyor, karşısındaki koltukta ise bayram şekeri reklamındaki tonton teyzeye benzeyen biri televizyon ekranına bakıyordu. Süpersonik kulakları yoksa eğer, sadece akıp giden görüntülerle oyalanıyordu. Beni fark edince, Buda heykeli gibi oturduğu yerde şöyle bir kıpırdanıp “Ah evladım, uyandınız demek. Anne, misafirimiz var demişti. Gelin buyrun yanımıza. Anne böyledir işte, ara sıra dalar gider. Buyurun buyurun şöyle.” dedi.

Rüya gelene kadar sanırım yarım saat, bu hanımefendiyle sohbet etmiştim. İki gün boyunca yaşları geçkin bir sürü frapan hanımın daha ‘Anne’ diye hitap ettikleri Üftâde halayı ziyarete geleceğini henüz bilmiyordum. Benim kim olduğumu hiç merak etmemelerinin nedenini ise hâlâ bilmiyorum. Bu sevimli hanıma içim ısınmıştı. Aç kalmayayım diye evinden çörekler getirtmesi doğrusu çok iyi olmuştu. İçimde güvende olma rahatlığıyla kafese kapatılmış gibi bir darlık hissi sürekli yer değiştiriyordu. Tuvalete gidip, çörekleri de mideme indirdikten sonra kendime gelmiştim. Hala; gözlerini şöyle bir aralıyor, dalgın dalgın bakınıyor, sonra başı yine öne düşüveriyordu. Hakkında birçok şeyi o konuşmada öğrenmiştim. Hiç çocuğu olmamış mesela. Rüya’nın babasıyla ise yıllar var ki dargınmışlar ama Rüya’yı torunu gibi severmiş. Son zamanlarda artık gözleri iyi görmediği için okuyamıyor, yürümekte güçlük çektiği için her cuma kabristana gidemiyormuş. Çok üzülüyormuş buna. Rahmetli kocası ‘Kral Lear’ oynayan ilk aktörmüş bizde. ‘Kral Lear…’ duymuş gibiyim…

Rüya gelmişti o sırada. Kapıyı ben açmıştım. Kızı yine hayrete düşürmüş olmalıydım ki beni gördüğünde uzun bir “Aa!..” sesi çıkarmıştı. Muhtemelen ya çatıdaki kümes kadar yerde pineklediğimi düşünüyordu ya da bir başka çare bulup buradan tüydüğümü. Hala az önce uyku âleminde değilmiş gibi ayılmıştı. Tonton teyze de çok memnundu Rüya’yı gördüğüne. Çok geçmeden iki gerçek ortaya çıktı. Biri; Üftâde hala, Anna’yı dönmemesini söyleyerek evden göndermiş, yerine birini bulmasını istememişti. Artık kimseye ihtiyacı yoktu. Anlamaz halde yüzüne bakakalmıştık bunu söylerken. Çok üstelemedi Rüya da nedenini. Herhalde bu yaşta bir ihtiyarın zaman zaman akıl tutulması yaşaması doğal olabilirdi. Diğer gerçekse eski sevgilimin ben yokmuşum gibi davranıp veda bile etmeden ayrılmasından anlaşılacağı gibi bana olan öfkesinin hiç azalmadığıydı.

Olmaz ya, sonraki iki günümün nasıl geçtiğini soran olsa şunları söylerim: Tonton teyzenin gönderdikleri ile karnımı doyurup bol bol karbonhidrat depoladım. Uyudum uyandım, uyudum uyandım… Bir de küçük odada yatağa uzanıp sayfaları sararmış eski kitapları karıştırdım. Rüya görse bu halime çok şaşırırdı kesinlikle ama okul yıllarından sonra ilk kez elime bir kitap almak bana tahmin edemeyeceğim kadar keyif vermişti. Daha çok sayfaları rastgele çeviriyor, rastgele cümleler okuyordum. Suç ve Ceza, en ilgimi çekendi kuşkusuz. İsmini duymuştum elbette ama sadece o kadar. Okuduğum şöyle bir cümle geliyor aklıma. “İnsanın zihni neyle meşgulse rüyasında onu görür. Hele içiniz rahat olmadı mı, gerçeğe ne kadar da uyar rüyalarımız!” Belki Rüya’yı çağrıştırdığından unutmamışımdır. Belki de uzun uzun uyurken, peşimden kovalayan karanlık adamları gördüğüm rüyaların tesiriyle… Hepsi bu kadar değil tabi. Gelen giden, hepsi süslü püslü, orta yaşlarını çoktan geride bırakmış misafirlerin ziyaretlerindeki gerçek nedenini de öğrendim. Üftâde halanın rüya tabirleri meşhurmuş. Gördüğü her rüyayı koşa koşa halaya anlatıp onun hayra yorumlamasını dinlemek vazgeçilmez alışkanlıkları olmuş bu kadınların. Bence yalnızlıktan sıkılan halanın avuntusudur sırf. Kim bilir kapısını çalıp hatırını soran bir kişi olmaz yoksa. Her misafirin ardından onları kapıya kadar gelip yolcu etmesinin ve kapıda onları irili ufaklı paketlerin, kutuların ve çantaların içlerindeki armağanlarla uğurlamasının yeni bir âdet olduğunu da öğrendim. Hem bu yeni âdet, hem aldıkları armağanlar şaşırtıyordu misafirleri. Bakıcısı da olmadığından biraz mahcup, biraz çekingen ama tüm nezaketiyle benden yardım isteyip dolapların üstlerinden indirttiği, yatakların altlarından çıkarttıkları her şey bu armağanları hazırlamak içinmiş meğer.

Üç günün ardından şimdi salondaki koltuklara sıralanmış Üftâde halanın gelmesini bekliyoruz; Rüya, ben ve tonton teyze. Hala odasında. Neden toplandık bilmiyoruz. Dün akşam benden telefon açmasına yardım etmemi istemiş, önce Rüya’yı, sonra tonton teyzeyi arayıp şu saatte mutlaka ama mutlaka beklediğini söylemişti.

Rüya tırnaklarınla oynayarak zaman geçiriyor. Sıkkın olduğu belli. Benim gibi merakta olduğunu da fark ediyorum. Göz göze geldiğimiz anlarda iğrenç bir yaratık görmüş gibi yüzü buruşuyor. Hiç azalmayacak nefreti anlaşılan…

Tonton teyze yine bir koltuğu kaplamış oturuyor. Sakin ve rahat. O hep sevimli ifadesi duygularını daha fazla belli ettirmiyor. Sanıyorum o da meraklanıyordur. Arada laf olsun diye ortaya konuşması sıkıcı bekleyişi biraz dağıtıyor. Mevsimlerin değiştiğinden, caddenin gürültüsünden bahsederken Rüya’dan gelen karşılık, sadece “Ya, evet…” şeklinde.

Benim aklımdaysa en çok paçamı bundan sonra peşimdeki beladan nasıl kurtaracağım var. Tonton teyze “Annemiz çok yaşlandı çok!” diyor. “Maşallahı var ama! Ben onun kadar bile yürüyemiyorum. E malum vaziyetim…” diye ekleyerek duba bacaklarına vuruyor. Güle güle söylüyor bunları. Hâlinden hoşnut mu şikâyetçi mi yine anlaşılmıyor. Ben de laf olsun diye “Rüya yorumlarını dinlemek keyifli herhalde…” diyorum. Bunu sormamı bekliyormuş gibi anlatıyor da anlatıyor: “Rüya üç kısımdır, der Anne; biri Allah’tan müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. O yüzden güzel rüyaları dinler, kötüleri şeytandandır diye anlattırmaz. Öyle tatlıdır ki dili, çocukken yaşlıların anlattığı masalları dinler gibi dinleriz onu. Herkes ona anlatır, o bir tek bana.” Son sözünü bir sır verirmiş gibi fısıldıyor. Merak edip sormamızı bekliyor sanki. Beklemiyor. “Anne en çok rahmetli kocasını görür. Film gibidir sevdaları. Çok özlüyor rahmetliyi. En son anlattığında ne mutluydu görseniz. Rahmetli her zamanki gibi şık kıyafetler içinde görünmüş, ‘Üftâdem, sana bir misafir gelecek, üç gün iyi ağırla onu’ demiş. ‘Vedalaş sevdiklerinle. Seni çok bekledim, çok özledim. Bana getirecek seni misafirin. Mavilerini giy, gözlerin gibi mavilerle gel. Bekliyorum.’ demiş.”

Tonton teyze ile bakışlarımız kesişiyor. Sanırım aynı şeyi düşünüyoruz.

Üftâde halanın ayak sesleri geliyor. Masmavi bir elbise, yüzünde huzurlu bir gülüş, tıpış tıpış adımlarla giriyor salona. “Hoş geldiniz” diyor. Hep oturduğu koltuğa usulca ilişiyor. Bana bakıyor mavi gözleri. “Ben hazırım, gidebiliriz” diyor.

“Hadi ama geç kalıyoruz!”

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Beklenen Misafir öyküsü)

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Beklenen Misafir öyküsü Korsan Edebiyat’ta

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir