Muhatap
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Muhatap

Yazan: Melike PEHLİVAN İŞLER

0

Muhatap

“Eşyanın tabiatına aykırı! Almaz o kadar el kadar çanta!”

Bak en sonunda dediğine geldin mi annenin? Patladı fermuarı çantanın. Bir kere dinlesen şu kadını da az mutlu olsa. ‘Otuz yıllık ömrümü kadına eziyete çevirdim,’ desen yalan değil hani. Altıncı hissi de pek yüksek. Çıkmamı istemedi ısrarla bu yolculuğa. İnat ettim. Hayırlısı.

Bu otobüsü havalandırmıyorlar mı hiç? Cümle kapısı açılınca ev halkının fark etmediği, seni kapıda karşılayan o koku var ya, kesif, yapış yapış, öyle ağır kokuyor. Bu montu da tutuşturdu elime, lâzım olurmuş. Tıkıştırayım içine de kapatayım derken fermuarı patlattım… Sanırsın zemherideyiz. Yüzü gözümün önüne geliyor, yüksek tondan sesi de kulaklarımı yalıyor.

“Demedim mi Bekir? Beni kulak arkası et sen daha!”

“İyi yolculuklar oğlum. Nereye yolculuk?”

“Nereye olacak amcacım Adana’ya…”

“Orası muhakkak da yolda falan mı ineceksin diye sordum. İstanbul’dan başlayıp boylu boyunca uğramadık yer bırakmıyor bu otobüs, bilirsin.”

“Yok yok, son durak benimki.”

“Ne işle meşgulsün Bekir?  Bekir’di değil mi? Muavin biletini keserken işittim adını evladım.”

Amcaya yukardan baktım ‘Sana ne!’ der gibi, aniden düşen montun kolunu tekrar yerleştirirken yerine.

“Gazeteciyim.”

Ufaktan sinirlenmeye başlamıştım. Adımı bile bellemişti. Şerlok. Otobüs yolculuklarının makus talihi. Gereksiz ve anlamsız sohbetler.

“Sizin yolculuk nereye?”

Der demez pişman oldum ama iş işten çoktan geçmişti. Freni boşalmış araba gibi biteviye Adana’daki apartmanını, İstanbul’da yaşayan hayırsız kızını ve damadını, torununun bir hastalığı olduğunu ama daha teşhis konulamadığını, kendisinin kolon kanseri olduğunu, eşinin de unutkanlık illetinden mustarip olduğunu ama insan evladı bir gelini olduğunu anlatıverdi bir solukta. Acelesi varmış gibi. Sustum, yutkundum. Bir şey söylemem gerekiyordu farkındaydım. Ne söylesem ilgisiz ve daha az incitici olur diye kelime seçmeye yeltenmiştim ki montumun sarkan kolu yüzünden tekrar ayaklanınca konsantremi kaybedip “Adana’ya oğlunuza mı gidiyorsunuz?” deyiverdim.

Oğlunun gelini ile Amerika’da tanıştığını, birlikte mastır yaparken evlendiklerini, iki de oğulları olduğunu yapıştırdı cevap niyetine hemencecik.

“Tesadüf bu ya kızımız Sivaslı çıktı. Damat gibi,” diye de ekledi

Söylemesem iyi olacaktı tabii ama söyledim; durur muyum?

“Sivaslıyım ben de.”

Merkez caminin üst sokağında oturduk biz de minvalinde devam ediyordu sohbetimiz ki kaşır gibi bir iki gezdirdi elini ensesinde amca ve birden kıpkırmızı oldu.  Ne olduğunu anlamadan gözlerinin akı ortaya çıktı. Bayıldı olduğu yere sessizce. Sakin kalmaya çalışarak canhıraş bağırdım.

Otobüsle gitme dedi, bir kere de dinle şu kadını. Bir kere de…

Montumun sarkan kolunu içeri tıkıştırdım. Bekir Amca’yı, Red Kit kılıklı muavinle kucaklayıp arka dörtlüye taşıdık. Ensesinin altına battaniyeden yastık yaptık. Allah’tan bir doktor varmış otobüste. Kısacık ve gereksiz sohbetimizde amcayla ilgili öğrendiklerimi anlatınca sağlık kuruluşuna gitmek gerektiği kanısına vardı doktor ve haliyle bu işten sorumlu tutuldum. Bakışlardan anladığım buydu.

“Ankara’ya gelince inin de hastaneye gidin,” dedi kazağını kotunun içine sokmuş ve kendini deri kemerle sıkarak gün be gün öldürmeye yemin etmiş gibi gezen ince dalak genç oğlan. Baktım ona bir şey söylemeden. Ankara’da doktor akrabası olduğunu söyleyen, takma dişlerini ağzında tutamayan, bembeyaz ve o an için aslında gasilhanede olduğu izlenimi veren teyze telefonuna sarıldı. Film seti gibiydi otobüs.

Amca doğruldu. Adını bile sorma nezaketini göstermemiştim. Anlamış gibi gülümsedi hafiften.

“Ben Kadir, Bekir Bey oğlum. Limon Kadir de derlerdi de o çok geçmişte kaldı,” deyiverdi gülümseyerek. Rengi yerine gelmişti.

“İyiyim,” dedi. “Yerimize gidelim.”

Koltuklarımıza oturduk montumun kolunu tekrar yerleştirdikten sonra.

“İyi misin Kadir amca? Ne oldu da bayıldın birden; yığıldın?”

“Oluyor o ara sıra bana böyle Bekir Bey oğlum. Heyecanlanınca kalbim ağzıma geliyor. Bende kalp de var. Sıkışıveriyorum.”

 “Sende de yok yok,” diye söylendim dişlerimin arasından belli belirsiz montumun sarkan kolunu yerine tıkıştırırken.

“İnelim mi Ankara’da? Bir doktora görünmek ister misin?  Yardımcı olurum sıkıntı değil. Sonra uçakla dönerim. Zaten keşke uçağa bineydim…”

“Yok Bekir Bey oğlum. İyiyim şükür. Niye uçak? Benimle yolculuk bunalttı değil mi?” diye sorduğu sırada acı bir fren yapınca şoför herkes nefesini tuttu.

Montumun sarkan kolunu içeri tıkıştırmak için kalktım yine. Kanıksamıştım bu işi fazlasıyla. Muavine işaret edince geldi heyecanla ağzında kürdanı da hiç eksik etmiyordu Red Kit kılıklı.

“Yok bir şey abi, telefonu çalınca abim irkildi de ondan asıldı frene,’

Gözleri ‘Ulan yine tutamadın çenemi,’ der gibiydi. Mont imdadına yetişti. O tıkıştırdı bu sefer.

“Kahve çay, soğuk sıcak bir şey alır mısınız?” diye sorarken Red Kit, baktım gözlerini kapamıştı Bekir Amca. “Yok,” dedim ikimiz adına.

Ankara’ya varmak üzereydik. Otogara yolcu indirip bindirmek üzere gireceğimiz ve on dakika kalacağımız anons edildi boğuk, anlaşılmaz Türkçesiyle bizim muavinin. Zaten anlaşılmamak düsturuyla yaşıyor gibiydi. Hayatta kendini öyle konumlandırmış ve bohem olduğuna kani olmuş bir havası vardı oğlanın.

Ufak molada tuvalete gittim koşa koşa. Kadir Amca baya baya uyuyordu geldiğimde. Montumu ve mütemadiyen sarkan kolunu yerine tıkıştırıp yerleştim yerime.

‘Montu iyi ki almışım. Hakk-ı aliniz varmış valideciğim.’ Duysa ne kıvanırdı bu sözümü.

Kılıç gibi kesiyordu hava dışarıda adamı.

Otogardan ayrılması uzun sürdü otobüsün. Uyumuşum.

“Evet kimlikler lütfen!” diyen bir sesle uyandım ki kesinlikle bizim Red Kit değildi sesin sahibi. Gayet net anlaşılıyordu. Askerdi bu, GBT sorgusu için durdurulmuştuk. Montun sarkan kolunu tıkıştırıp kimliğimi çıkardım cüzdanımdan. Seslendim. Dürttüm. Ses yok. Sarstım. Kafası düştü. Donakaldık. Bileğine davrandım. O da boynuna koydu parmaklarını. Serindi vücudu.

Askerle göz göze geldik. “Ambulans çağırayım, komutana haber vereyim,” diye diye seğirterek indi otobüsten. Red Kit geldi. Baktı bize anlamsız ve şaşkın.

“Gerçekten mi Abi?” dedi fısıltıyla. Gözlerimle evet dedim. Montumun kolu düştü.

“Ver o montu bana!”

Boğazımda kelimeler. Nefesim düğüm düğüm. Üzerine örttüm montumu. Son saatlerinde birlikteydim Kadir Amca’yla ya da Kadir Amca benimle birlikteydi. Kimin için daha önemliydi ki bu saatler? Öleceği gün birlikte olmak istediği biri bile değildim. Tanımıyordu beni. Son sözünün muhatabıydım.

“Benimle yolculuk bunalttı değil mi?”

Öykü: Muhatap

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

– Muhatap

İlginizi Çekebilir
Öykü: Kitap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir