Çark
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Çark

"Gözlerimi gökyüzünün sonsuz maviliğine dikip sigaramı yaktım. Bir müddet sonra bir çöp kamyoneti belirdi sokağın başında."

0

Çark

Geceyi kâbuslarla geçirmiştim. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kalktım yataktan. Evimin tren garına bakan balkonuna çıkıp bir sigara yaktım. Gardaki kalabalığı izlemekle meşgul oldum bir süre. Mutfağa gittim sonra. Çayın altını yaktım. Buzdolabındaki kahvaltılıkları çıkarıp gelişigüzel masaya yerleştirdim: biraz peynir, tereyağı, havyar, incir reçeli, birkaç siyah zeytin, üç dilim ekmek…

Kahvaltı faslının ardından çayımı alıp koridora çıktım. Salona yöneldim ağır adımlarla. Salona girer girmez şöminenin önündeki tahta sandalyenin üzerine bıraktım kendimi. Şöminedeki közlerin üzerine birkaç ince çam dalı attım. Şömine yanmaya başladı içli içli. Çayımdan birkaç yudum almıştım ki çay bardağı elimden kayıp beton zemine düştü. Cam parçaları etrafa saçıldı bir anda. “Hay aksi şeytan!” diye bağırdım kendi kendime.

Oturduğum sandalyeden kalkıp cam kırıklarını şömineye atmaya başladım. Küçük bir cam parçası kesti elimi. Ecza dolabına koştum bir hışımla. Yara bandı sardım elime. Çay da içememiştim keyifli keyifli…

Yatak odasına gidip üzerimi değiştirdim sonra. Café Mandarin’e gitmek üzere ayrıldım evden. Sokaklar sessizdi. Dondurucu bir soğuk vardı havada. Dişlerimin tıkırdayışına engel olamıyordum. Balat’a kadar yürüdüm koşar adımlarla. Arkas Caddesi’ne varır varmaz bir belediye otobüsüne atladım. Otobüsün içi ter kokuyordu. İçerisi havasızdı üstelik. Umursamamaya çalışarak boş bulduğum bir koltuğa yerleştim yavaşça. Otobüs 08.30’da varabilmişti Vaniköy’e. Otobüsten iner inmez Palm Caddesi’ne doğru sıklaştırdım adımlarımı. Café Mandarin’e vardığımda yağmur çiselemeye başladı. Ağır adımlarla girdim kapıdan içeri. Asansöre binip kafenin üst katına çıktım.

İçerisi oldukça kalabalıktı. İğne atsan düşmezdi yere. Sandalyelerin arasından geçerek en arkadaki masaya yerleştim hızla. Garsona el sallayıp kahve getirmesini söyledim. Birkaç dakika sonra garson yavaş hareketlerle masama gelip kahvemi önüme koydu. Başımı eğerek sessizce teşekkür ettim. Kahvemi yudumlamaya çalıştığım sırada bir el dokundu omzuma. Yüzümü yavaşça arkaya doğru çevirdim. Patronum Jale Hanım’ı karşımda görünce betim benzim attı bir anda.

İki aydır uğramıyordum ofise. Jale Hanım’ın telefonuma gönderdiği iletilere de bakmıyordum üstelik. Nereden çıkmıştı şimdi bu kadın!

Jale Hanım gözlerimin içine bakarak boş sandalyeyi işaret etti eliyle:

“Oturabilir miyim Hikmet?”

Başımı evet anlamında salladım. Jale Hanım oturur oturmaz doğrudan konuya girdi:

“Kasım ayından beri uğramıyorsun ofise Hikmet, hasta mısın yoksa?”

Sesindeki ciddiyet beni köşeye sıkıştırmıştı. O an yer yarılsa içine girerdim. Konuşmak gelmiyordu içimden bir türlü. Kendimi zorlayarak kısık bir sesle birkaç satırlık cümle geveledim ağzımda. Jale Hanım konuşmak istemediğimi anlamış olacak ki lafı uzatmadı fazla. Gözlerimin içine baktı keskin bir öfkeyle:

“Kendine yeni bir iş ara, kovuldun!”

Bir lodos fırtınası geçmişti sanki üzerimden. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim, susmakla yetindim karşısında. Jale Hanım gitmek için ayağa kalkınca ben de kalktım masadan.

Bütün bir günü şehirde amaçsızca dolaşarak geçirdim. Eve vardığımda hava kararmaya başlamıştı. Eve girer girmez koridordan geçip yatak odasına doğru yöneldim hızla. Kapıyı açar açmaz keskin bir rutubet kokusu karşıladı beni. Pencereyi açarak odayı havalandırdım. Üzerimi değiştirip yatağın üzerine bıraktım kendimi. Boynuma kadar çektim battaniyeyi.

Geceyi panik atak nöbetleriyle geçirdim. Sivrisinekler de cabası… Gün ağarmaya başlayınca ağır hareketlerle kalktım yataktan. Mutfağa gidip filtre kahve yaptım kendime. Kahvemi alıp balkona çıktım. Ankara treni gelmişti gara. Trenden inen yolcular ellerinde bavullarla garın çıkışına akın ediyordu. Gözlerimi gökyüzünün sonsuz maviliğine dikip sigaramı yaktım. Bir müddet sonra bir çöp kamyoneti belirdi sokağın başında. Çöp kamyonetinden etrafa yayılan kötü koku yüzümü ekşitmeme neden oldu. Kahvemi yarıda bırakıp salona koştum. Kanepenin üzerine uzandım öylece. Ellerim karıncalanıyor, gözlerim uykusuzluktan zonkluyordu. Pencere camına biriken sineklerin çıkardığı cılız seslere kulak kesildim bir süre.

Duvarda asılı duran saat, 09.33’ü gösterdiğinde kapı çaldı. Gidip açtım kapıyı. Kız kardeşim Gonca’yı karşımda görünce yüzüm düşünceli bir hâl aldı. Gözlerimi boşluğa dikip yarım ağızla içeri buyur ettim onu. Salona adımını atar atmaz gözlerini gözlerime dikti. Burnundan soluyordu sanki. “Ne bu hâlin Hikmet,” diyerek söylenmeye başladı. “İki gündür yoksun ortalıkta, telefonun da kapalı. Dün çalıştığın ofise gittim. Jale Hanım işten kovulduğunu söyledi.”

Söylediği sözler karşısında kan beynime sıçradı bir anda. “Sana ne bunlardan!” diyerek yükselttim sesimi. “Sana hesap verecek değilim ya!”

“Ne yaparsan yap Hikmet, şu saatten sonra umurumda değilsin!” deyip koridora doğru yöneldi Gonca. Kapıyı çarpıp dışarı çıktı. Bağıra bağıra söyleniyordu bahçede. Salonun ortasına kadar geliyordu sesi.

Üzerimden bir lodos fırtınası geçmişti yine. Aklımı kaçıracak gibiydim. Nasıl bir çarkın içine düşmüştüm böyle… Sinirlerim bozulmuştu iyice. Oyalanmak üzere radyoyu açtım. Bir Ajda Pekkan şarkısı çalıyordu radyoda…

 

Yazarın (Mustafa Aslan) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Çark Öyküsü, Çark)

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. (Çark)

1990 Manisa doğumlu. Adnan Menderes Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu, Yiyecek İçecek İşletmeciliği Bölümü lisans mezunu.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
Eşik

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir