Korona, Bizim Ev ve Ataerkillik Üzerine
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Korona, Bizim Ev ve Ataerkillik Üzerine

Yazan: Özlem D. P.

0

Korona, Bizim Ev ve Ataerkillik Üzerine

“İtalya’ya gidelim” ile başladı bizim evde her şey. Yıllardır gidemediğimiz ve hep aman canım Avrupa şurası gideriz deyip sekiz yıldır gidemediğimiz ülkeler topluluğu… Daha İtalya’da pek yoktu o zamanlar korona. Tehlikeye atmayalım kendimizi başka zaman gideriz diye kararlaştırdık tam 14 Şubat yemeğinden dönerken. Sonra Avrupa’da yaşayan arkadaşın telefonu geldi konuşmanın üzerine. Gelsenize diye davetkâr ifadelerle. Varsa her yerde var, ne olacak derken. Birkaç haftaya kalmaz İtalya, korona virüsünün patladığı ikinci ülke olarak girdi tarihe. Büyük kararımızı iyi niyetli öngörümüz ile alt etmiş ve ne zamana kadar şehrimizden bile çıkacağımızı bilmediğimiz bir zamana kapımızı açmıştık bütün sınırlar insanlığa kapanırken.

Okullar tatil olur mu olmaz mı derken şehirde çıkan birkaç vaka ile önce 3 haftalık bir self isolation denilen sosyal uzaklığı soktuk hayatımıza. Bazen neyi nasıl dilediğimiz önemli. O nedenle sözlerin tesirine inanıyor ve bir tılsımı olduğunu düşünüyorum. Her sabah birlikte evden çıkmamıza rağmen kızımla daha fazla vakit geçirme duygusu yerleşmeye başlamıştı son zamanlarda. Eşimin işi daha önce bittiği için o okuldan alıyor ve birlikte takılıyorlardı. İçime mi oturmuş, kıskanmış mıyım bilmiyorum. Sanki beş yıldır birlikte değil, iki yaşına kadar kreşe gitmeyip birlikte dolaşmamış kadar özlüyordum onu. Dahası yurtdışında da yaşadığımız için bilfiil anne ve baba olarak bakımını yapıyor ve birkaç saatlik bırakmalar dışında da kimseden yardım almıyoruz.

Velhasıl bu üç haftalık araya sevinmemle içimdeki mangalın cız etmesi bir oldu. Sonrasında uzadıkça uzadı tabii okulların eğitime ara vermesi. Zaman, özlemin üzerinde öngörülemez bir etkiye sahip şüphesiz ve zamanla hepimiz bunalır gibi olmaya başlasak da “nasıl daha sağlam çıkarız” üzerine de kafa yormadan günü kurtarmaya yönelik hedefler koymaya başladık. İlk hafta oturup menü yaptık ancak ay bitince yenilemek de lazım elbet, yenileyemedik. Zaman geçtikçe esnemeler mutfağa da yansıyor.

Şehirde ilk kez okulların kapanması gündeme geldiğinde şimdi sevmediği kişilerle aynı evde daha uzun süre olmak zorunda olanlar olacaktı. Üzerine belki şiddet görecek, hele bir de yokluk evin kilerini boşaltıyorsa, ah bir de çocuklar da varsa. O evde nasıl vakit geçer? Kaşını kaldırmanın suç olduğu, dudağını büzmenin mızırtı sayıldığı evler, yoklukla kavrulmuş evler… Çocukken büyükbabamla yaşardık. İnsan, yaş aldıkça başkalaşıyor kabul de; huysuzluğun kaynağı nedir onu yıllardır düşünürüm, bir türlü bulamadım. Evimiz sobalıydı. Büyükbabamı çok sevmeme rağmen ve bütün çocukluk anılarımın başrolü, birçoğunun da kahramanı olmasına rağmen hâlâ kırgın ve çok kızgın olduğum anlarım var, anlamlandıramadığım… Küser konuşmazdı mesela evdeki herkesle. Su isterdi. Su derdi. Öyle havaya. Yemeğe çağırınca sırtını dönerdi. Defalarca çağırır, sofrada bekler, yemek soğur, tekrar ısıtırdık. Huysuzluğun ifadesini çok iyi bilirim ben. İnsanın suratına kömür çalınmış gibi olur. Onunki de öyle olurdu. İçtiği sigara dumanı boyardı yüzünü. Onun öyle olduğu zamanlarda karnımda bir kuş ve hep gıdıklanırdım. Gülmek isteyip gülememek, kusarcasına odadan çıkmak ve kahkahayı patlatmak… İşte bütün bu olanlara şiddet ekleniyorsa, babasından, karısından, kocasından, abisinden, yakınında kim varsa işte ondan. Tacize, tecavüze maruz kalıyorsa insanlar. Sokağa çıkma yasaklarıyla, oh be gitti de kafamı dinliyorum hiç değilse birkaç saatliğine sözleri söylenmiyorsa artık. Karnımda haftalardır büyüyen hüzün.

Bana en çok çocukluğumu hatırlattı korona. Soğuk günlerde kapılarımızı çalması da flashback yaptırıyor haliyle. Şimdi şükrederken birilerinin bu ihtimali yaşıyor olmasına üzülüyor, şükrümden utanıyor, doğru kelimeleri bulamıyorum haliyle. Sanki benim başıma gelmedi şimdi derken kendimi şanslı hissediyorum gibi. Aslında daha ne gibi gibiler de işte burada üç nokta kimsenin bilemeyeceği gizler ve hüzünlerle dolu olacak…

Kışı soğuktur Ankara’nın. 2020’nin kışından değil 20-25 yıl öncesinin kışından bahsediyorum. Dizlerimize kadar karın geldiği zamanlar. Sobalı evde diğer odalar soğuktan buruşturur parmaklarınızı. Ayağıma bir çorap, bir patik bir de kalın tabanlı terlik giyip salona geçer ve radyoyu sadece kendi duyabileceğim kadar açardım pembeli kahveli battaniyeye sarılarak. Kendime armağan ettiğim özgür bir yarım saatim vardı. Evin ahalisi sobanın etrafını sarmış televizyonun içine düşecek gibi kendilerini o karantinadan çıkarmaya çalışıyorlar. Herkes ne hayal ediyor acaba? Babam ne düşünüyordu babası böyle davranırken çok merak ederdim. Büyüdükçe bıraktım. Şimdilerde ise hiç sorgulamıyorum ancak cevabı bildiğimden acısını migren atakları olarak bedenimde hissediyorum. İşte aynı ataklar şimdilik yedi hafta ancak benim daha da uzayacağını düşündüğüm evde kalma günlerimizi duyar duymaz sırf yukarıda bahsettiğim sebeplerden başladı. Günde birkaç saat oda karantinası yaşamış beni derinden sarstı.

Evde geçirilen süre uzun olunca haliyle mutfakta geçen süre de uzuyor, mutfağı sevmeyenler, ya bir de ben deneyeyim diyor, daha çok acıkıyor, günü tüketmeye başka şeyleri tüketmekten başlayabiliyor. Bizim evde de durumlar farklı değil. SS her akşam ne yiyeceğiz derken, bir aylık menü yaparak hayatımızı bir aylığına kurtardı. Şimdi mutfak bir süper güç bekliyor ve henüz görev ataması yapmadığımız için kim boşsa o mutfağa yollanıyor. Ancak çok fazla şunu duyuyorum bu süreçte de, sen çok şanslısın, eşin yardım ediyor (yardım değil iş birliği deniyordu ona), adama her şeyi yaptırıyorsun valla bravo, annesi görse üzülür ya hu, gibi gibi. Bu cümleler başta kendi annem olmak üzere çevremde birçok kişi tarafından seslendiriliyor, çoğu zaman gülüp geçsem de beni temelinde sarsan ve erklik kokan ifadeler.

Ataerkillik öyle yerleşmiş ki dilimize düzeltemiyoruz, şaşırıyor ve kınıyoruz. (Bende de sürüsüyle var o ifadelerden evirilmek kolay olmuyor, zaman ve çaba istiyor.) Oysa tam zamanlı çalışan bir kadın olarak eve gelip onca “yardıma” rağmen sadece benim aklıma gelen ve tarafımdan yapılan işler bir yığın… Bulaşık makinesinin içindeki yağdan ben sorumlu oluyorum mesela… SS makineyi doldursa da boşaltsa da… Bu göreve beni atayan kim? Onun aklına getirmeyen ne? Ataerkillik! Onu da mı düşünsün adam? Yemeği yapmış işte daha ne olsun? Çocuğun banyo yaptırılıp saçlarının taranması, çamaşırlarının düzenlenmesi, küçülenlerin, eskiyenlerin elden çıkarılması vs. birçok iş sayabilirim yardıma değil iş bölümüne gereksinim duyulan. Evin işi hiç bitmiyor diye isyan eden SS’i duymanızı isterdim. Demek değil ki bitmeyen işlerin hepsini yapıyoruz:) Kendimi şanslı hissetmek gerektiği hep yüzüme vurulurken minnet ve şükür duygularıma yönlendirilirken ben eşimle aynı duygular etrafında buluşabilmemize odaklanıyorum. Bir de ihtiyaçlar üzerinde konuşabilmeye, merhamet duygusunun önemine… Bütün bunlara rağmen, kafam hep onunkinden daha dolu ve bazen soruyorum lavabodaki diş fırçalığı yıkamak hiç aklına geliyor mu diye… “Gelmiyor senin nasıl geliyor” diye şaşırıyor.

Bir flashback yapıp evlendiğimiz ilk zamanlara gidiyorum. Onunla işe gidip onunla da geliyordum ve akşam yemeğinden sonra elimde fırça tuvalet yıkıyordum. Sana kim tuvalet fırçala demişti, aymıştım o zaman. Birlikte oturup konuşacağımız zaman ben gidip klozete kafamı tıkarcasına henüz 20 gün önce taşındığımız evi yuva yapmaya çalışıyordum dişi kuş olarak. Bana toplum söylemişti, doğduğumdan beri kulağıma fısıldamıştı. Birkaç zaman sonra işi bırakıp evde oturmuş TV seyrederken eşim ütülerimizi yapıyordu ve ağzından çıkan ifade şuydu ”lütfen kendini bir şeyle meşgul eder misin, ben ütü yaparken”, neden demiştim? Ben televizyonumu izleyeceğim desteğe ihtiyacın varsa tabii ki ama sırf benim de meşguliyetim için kendime iş bulma çabam da ne anlama gele ki! Geçenlerde konuşurken böyle söylemiştin diyorum, daha neler çıkacak kim bilir diyor. Kodlarımıza işlenen bu dili atmak kolay değil, zamanla değişecek ve değiştirmek istersek, farkına varabilirsek… Bu çabalama iki taraflı oluyor ve hâlâ değişime uğraması gereken çok alışkanlığımız var maalesef…

Şimdi karantinalarla birlikte erkekler; eğer devam etme şansları varsa işlerine, evden çalışıp hem de hizmet beklerken kadın yine evde herkesi memnun etme çabası içinde. Yemek hazırlığına eşlik eden aktivite ve ödevler bunaltıp telefonunu eline aldığında minik civcivleri konuşmasına, bir mesaj yazmasına fırsat vermediğinde yıpranan, hep sinirli olduğu vurgulanan ve suçlanan tarafın kim olduğunu belirtmeye gerek var mı? Evden çalışmamın benim maksimum 1.5 saatimi mal olması bile bana benim istediğim zamanda değil de herkesler uyuduktan sonra nasip olmasını ne ile açıklayabilirim? Bilgisayarımı masaya kurup yumruğumu da vurmam mı gerekiyor? Özellikle daha küçük ya da özel gereksinimi olan çocukların anneleri bu durumda nasıl bir hisle karşı karşıyalar?

Korona’dan sonra boşanmaların Çin’de artmasından ve birçok ülkede de bu durumun artabileceğinin sinyalleri veriliyor. Büyük bir sebebin erkil dille yetiştirilmiş kadın ve erkeklerden oluşturduğumuz toplumlara bağlıyorum. Kültürel farklılıklar olsa da sanılmasın ki bu Amerika’da, Avrupa’da, Orta Doğu’da yok. Kanadalı bir arkadaşım, “part time çalışmaya başladıktan sonra evliliğimde büyük çatırdamalar fark ettim ve ağlamadan geçirdiğim gün olmadı” demişti. Cibutili bir arkadaşım da, “Bizim oralarda her şeyde dini referans gösteriyorlar. Hz. peygamber, hanımının reglli bezlerini yıkarmış diye anlatırlar. Peki, nerde bu erkekler ben dört çocuğu büyütürken” demişti. Ağlayarak, yedi aylık çocuğunu sırtına alıp diğer üçünü okullarına bırakıp kendisi de üniversiteye gittiğinden bahsetmişti. En çok üzüldüğüm de kocamın bir kez bile çocukları okula bırakmamasıydı, hep beyaz adamlar görür ve çok özenirdim onlara demişti.

Kanadalı beyaza sorsan, o pişirmese kocası açlıktan ölür. Ülkelerin kalkınmış olması ataerkil dili de davranışı da değiştirmiyor maalesef. Kalkınmışlık başka rahatlıkları getirse de erk dil hep aynı yerde duruyor. İşten çıkarılma durumlarının yakın zamanda yaşanmasının ardından birçok evlilikte farklı sorunlar çıkmaya başladığını gerek sosyal medyadan gerek birinci ağızlardan duyarak şahit oldum. Kadın ve erkek dışarda eşit konumda çalışıyorken ve evlerindeki yardımcıyla hayatları kolaylaşırken girilen işsizlik çıkmazında evde birer koltuğa oturup kaldırılacak masaya gözlerini dikiyorlar elbet. Toplum kadının toparlamasını, kocasına destek olmasını, yuvasını korumasını öğütlerken yıllarca; erkek hizmet beklemeye devam ediyor tıpkı toplumun ondan beklediği ve kendisinin şimdiye kadar farkına varmadığı, varacağı şartların gerçekleşmemesi nedeniyle. Kadın, aydınlanma yaşar da bunu dile getirirse ipler geriliyor işte. Şimdiye kadar birbirlerinden iş bölümüne dair ne beklemesi gerektiğini bilememiş evlilikler içinde bulundukları durumlar yetmiyormuşçasına bir de iş bölümü üzerine konuşuyorlar. Hayat, zorluğunu bir dağ daha sererek önlerine gösteriyor.

Korona ile birlikte anlıyorum ki herkesin koronası birbirinden başka zamanlarda başlamış. Yetmemiş herkesin başka koronaları olmuş. Şimdi Boğaz’da yalısı olanla, sobalı gecekonduya kilit vurulması aynı şey mi Allah aşkına? Takırdayan dolabı açmakla, yorganın altına sinmek de aynı şey değil. Müfredatın altında ezilip gelecek kaygısı taşımakla, sene kaybetse bile yurt dışında okuyabilmenin imkânının avcunda tutan, yavrusunu başka bir eve bırakıp işe gitmek zorunda kalan, refah içinde oturduğu salona dünyaları sığdıran ama eşinin kalbinde yer bulamamış insanın da koronası başka gibi geliyor bana. Gün boyu evinde bitmeyen işlerle boğuşup gece bebesi için kaç kez uyanacağını hesaplayan ebeveyn, alışveriş yapmak zorunda olup yapamayan, çareler üretirken daha az tüketmeye bir de hastalıkla pençeleşen insanların koronası da başka. Ataerkilliğin, erilliğin sarmaşık gibi dolandığı evlerde korona kadına kaç kambur yüklüyor ben sayamıyorum. Koronadan güçlü çıkalım, yeni bir biz doğuralım nidalarına eşlik edemiyor mevcut durumu korusak kâfi gelecek diyorum. Dünyamızın bambaşka bir yöne gittiği malum ve biz bundan sonra hayatımızda pandemi ile karşılaşma ihtimalimizin arttığını da öğrenmişken umarım kanunlarla iyi korunan haklara sahip bireyler olabiliriz. Yoksa eril dilin de fakirliğin de çemberinden çıkmamız pek mümkün görünmüyor.

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Korona, Bizim Ev ve Ataerkillik Üzerine

İlginizi Çekebilir
Her Günden Bir Gün

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir