Akvaryumdan Kaçan Balon Balıkları
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Akvaryumdan Kaçan Balon Balıkları

0

Akvaryumdan Kaçan Balon Balıkları

Hayatımda ilk kez canlı bir balon balığı görüyordum ve o da tüm sıkkınlığıyla benim gözlerime bakıyordu. Kısa süren bu bakışmanın ardından balon balığının yanaklarının içindeki hava, dudaklarının arasından “Offf!” diye bir ses çıkararak boşaldı ve tekrar sevdiğim kadına dönüştü. Ağzından tek bir cümle çıktı: “Yarın yine işe gideceğiz.” İşte pazar günü böyle bir şeydi. Hafta boyu onu hayal ederek tüm o yoğunluğa dayanırsın. Cumartesi gecesi müthiş bir rahatlamayla uyursun ve pazar sabahına mutlu uyanırsın. Tam yatağında mutlu bir şekilde gerinirken bütün huzurunu kaçıran o cümle gelir aklına: Yarın pazartesi… O andan itibaren pazar günün berbat geçer. Ne yaptığın kahvaltıdan zevk alırsın ne de tatilde yapmak için planladığın şeylere zaman ayırırsın. Şu an pazar kahvaltısında onun başına gelen de buydu tam olarak. Ben de çok farklı sayılmazdım aslında…

“Bugün ne yapacağız?” Az önceki o büyük oflamaya karşı bir başkaldırıydı bu.

Ama benim aklımda herhangi bir fikir yoktu: “Bilmem. Sen karar ver.”

“Bekle, hazırlanıp geleyim. Dışarı çıkınca karar veririz.”

“Tamam.” dedim ve o, odadan çıkar çıkmaz başımı ellerimin arasına alıp beklemeye başladım.

Uykuya dalmanın sınırında gezen bekleyişim odanın aralık kapısından gelen gıcırtıyla kesildi. Gözlerimi açıp kapıya baktığımda gördüğüme inanamadım. Kapının aralığından küçük bir kız çocuğu gülümseyerek bana bakıyordu. Benim de ona baktığımı görünce gülerek kaçtı. Ne olduğunu anlayamamıştım. Kimdi bu çocuk? Daire kapısı açık kalmıştı da komşulardan birinin çocuğu içeri mi girmişti?

Yerimden kalkıp hızlı adımlarla çocuğun kaçtığı yöne doğru yürümeye başladım. Banyoya kaçmış olmalıydı. Kapısı açıktı ve ışığı yanıyordu. Kapının kenarından kafamı uzatıp içeri baktım. İşte oradaydı. Aynı gülen gözleriyle bana bakıp el sallıyordu. Ben de el sallamak için elimi yukarı kaldırdım ama sallayamadan donup kaldım. Çünkü duş perdesinin altından uzanan hareketsiz eli görmüştüm. Hemen koşup perdeyi açtım. Sevdiğim kadın, göbeğinde kocaman bir delikle birlikte hiçbir yaşam belirtisi göstermeden öylece yatıyordu.

Ben olayın şokuyla kaskatı kesilmişken küçük kız ilk kez konuştu: “Korkma, ben buradayım. Bana bir şey olmadı.”

Bu ses, onun sesiydi ama küçük bir kızdan geliyordu. Olayın şokuyla hiçbir şey diyemedim. Küçük kız beni korkutmamak için yavaş adımlarla yanıma yaklaştı. Tekrar “Korkma.” dedi. Tişörtümü kaldırdı ve parmaklarıyla göbek deliğime bir şeyler yapmaya başladı. Biraz zorlansa da göbeğimdeki düğümü çözdü. “Hadi, dışarı gel şimdi.” dedi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. “Sadece bana doğru bir adım at.” dedi. Ayağımı kaldırmayı denedim. Ayağımın hareket ettiğini hissediyordum ancak hareket etmediğini görebiliyordum. Adım attığımı hissettiğim an boşluğa düştüm ve her yer karardı. Sanki bir hortumun içinden aşağı doğru kayıyordum. Benim gibi klostrofobisi olan bir insan için fazla dardı bu hortum. Kalbim çok hızlı çarpıyordu ve nefes almakta zorlanıyordum.

Verdiğim büyük mücadele sonucu dışarı çıkabildim. Dönüp kendime baktım. Boş bir kabuk gibi yerde yatıyordu. Şimdi, kız arkadaşımın banyosunda küçük bir çocuktum. Sahi, o neredeydi? “Neredesin?” diye seslendim ama cevap gelmedi. Onu aramak için kapıya doğru yönelmişken kapıdan içeri bir el uzandı. Üzerinde rengârenk papatyaların olduğu pembe bir kazak ve sağ dizinde büyük bir ayçiçeği olan kot pantolon tutuyordu bu el. Hemen alıp giydim. Bana pek olmamıştı bedenleri. Pantolon dar ve kısa gelmişti. Pehlivan kispeti gibi olmuştu. Kazak ise dar gelmese de göbeğimin bir kısmını açıkta bırakmıştı. Ama bunlar çok da umurumda değildi.

Banyodan çıktım. Kapının önünde beni bekliyordu. Hemen elimi tuttu ve “Gel.” dedi. Apartman merdivenlerini hızlıca indik. Kapıdan çıktığımız anda birbirimize baktık. İkimiz de aynı şeyi istiyorduk. Bunu birbirimize söylememize gerek kalmamıştı, gözlerimiz çoktan anlaşmıştı. Sırayla apartmanın tüm zillerine bastık ve koşarak yolun karşısındaki parka saklandık. Apartmandakilerin çoğu pencerelere çıktı. Şaşkın bir şekilde birbirlerine bakıp konuştular. Sonunda oy çokluğuyla çocukların basıp kaçtığına karar verip söylenerek pencerelerini kapattılar. Biz ise onları izlerken dikkat çekmemeye çalışarak kıkır kıkır güldük.

Pencerelerde kimse kalmayınca saklandığımız yerden çıktık ve salıncaklara koştuk. Birbirimizi salladık. Sonra tahterevalliye bindik. Ağır olan taraf ben olduğumdan bütün yük bendeydi ve çabuk yoruldum. “Yoruldum.” diyemedim de “Hadi kaydıraktan kayalım.” dedim. O da kabul edince kaydırağa koştuk. Daha ikinci kayışımda kaydırağın kenarına sürten kolum yansa da umurumda olmadı. Art arda, sayamayacağımız kadar çok kez kaydık ve sonunda ikimiz de yorulduk. Mahalledeki bakkaldan şeker ve çikolatalar alıp eve döndük.

Koltukların üzerine dökülen çikolata parçalarını umursamadan yiyorduk bakkaldan aldıklarımızı. O kadar mutlu hissediyordum ki cennet, şu anki hissettiklerime yakın şeyler hissettirse yeterli olurdu benim için. Sanırım en son bu şekilde mutluluktan yorgun düştüğümde daha çocuktum. Şimdi de çocuk sayılırdım aslında, yetişkin kabuğumdan sıyrılmıştım.

Bakkaldan aldıklarımızı bitirdiğimizde hava kararmıştı. “Artık geri dönme vakti.” dedi.

“Biraz daha dursak olmaz mı?” dedim.

“Olur.” dedi.

Aradan beş dakika geçmişti ki ikimiz de yanaklarımızı balon balıkları gibi şişirmiş pencereden dışarı baloncuklar üflüyorduk. Üflediği balon sona kalan kazanıyordu. Yarışırken yüzüme doğru gelen bir baloncuğun tam gözümün önünde patlamasına izin verdim. Bu küçük acıyı bile özlediğimi fark ettim.

Bu şekilde özlem gidermek çok güzel olsa da artık normal hayatımıza dönme vakti gelmişti. Bunu daha fazla erteleyemezdik. Banyoya, yetişkin kabuklarımızın yanına gittik. Önce ben girdim bedenime ve o da göbek bağımı bağladı. Sonra da o girdi ve ben bağladım. Yaşadıklarımız hiç gerçekleşmemiş gibi oturma odasına gidip koltuklardaki çikolata lekelerini temizledik. Ardından da koltuğun birine oturduk. Tek kelime bile konuşmadan karşı duvara bakıyorduk. Biraz önce mutluluktan yorulan çocuklarken şimdi ise yanaklarını şişirmiş, kendini olduğundan büyük gösterme çabasındaki balon balıklarıydık.

Yazarın (Emre Akkol) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz. İ

Akvaryumdan Kaçan Balon Balıkları

24 Ekim 1994 Bursa doğumluyum. Cumhuriyet Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik mezunuyum.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
Akşam Yemeği

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir