Sonsuz Hatçe
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Sonsuz Hatçe

Yazan: Y.Ç.

0

Sonsuz Hatçe

  • İçinde köylü kadın, bir motosiklet ve kütüphane geçen bir öykü yazın.

Çocukluğundan beri içinde özgür bir ruh vardı. Gökyüzüne parıldayan gözlerle bakar, yemyeşil bahçelerinde coşkuyla bir köşeden öbür köşeye koşardı. Çam ağacının altında uyumayı da çok severdi. Ona tırmanacak kadar yeteneği olmasa da her zaman kendisini çam ağacının doruğunda hayal ederdi. Bu hayallerle yaşardı fakat öğrenmek istediği şeyler vardı. Bu dünyanın bir küçük bahçe ve müstakil bir evle mi sınırlı olduğunu, bundan ötesinin de mevcut olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Dünya dedikleri bir yer olduğunu ve şahsının da bu gezegende olduğunu biliyordu. Ya şahsiyeti? Ya şahsiyetini geliştirecek, onu uzaklara taşıyacak bilginin yüceliğine eriştirecek bu yargılar, neredeydi? Hepsi bu metrekarelerde mi saklıydı?

Hatçe’nin aklına bu düşünceler 7, 8 yaşındayken oturmuştu. O mutluluğun ve saflığın zirvesindeyken içindeki düşünme yetisi de ona hafif gülümseyen, hafif sitemkâr bakışlarla el sallıyordu. O saçları alnına düşen renkli gözlü, orta boylu, daima dik duruşlu ve bembeyaz bir kızdı. İçindeki kıpraşmalarsa çoğu zaman onun yanaklarına saf bir kızarıklık bırakırdı.

Babası otomotiv sahibi bir adamdı. Okumamış ve babadan gelme bir zenginlikle işlerini yönetiyordu. Otomobil işi onu içinde bulunduğu köyün en zengini yapsa bile başkalarını düşünme, empati, sevgi, kısaca insani yönden köyün en aşağı sıralarında sürünüyordu. Kendisinden ve ailesinden çok; işini ve parayı düşünürdü. Basık karakterli bir adamdı. Kimi zaman çok asabi olurdu, karısına bir iki tokat atardı. Tüm otoriteyi elinde bulunduran adam karısının ve kızının iş ve güçle uğraşmasını istemiyor, onların da kendi gibi para, mal ve mülk sahibi olmasını istemiyordu. Oysaki bu herifin kazandığı paranın kızının ve karısının parası, onların da hakkı olduğundan haberi yoktu. Adam iş dışında köydeki kahvede kart oynar, arabalarıyla tur atari, kimi zaman da şehir dışına çıkar birçok ili ilçeyi dolaşır, yer içerdi. Fakat yaşamında bulunan fedakâr insanları götürmezdi. Hatçe’nin anası ise evde oturur, yemek yapar ve 7 yaşındaki kızının çimlerle, ağaçlarla nasıl oynadığını görür ve iç geçirirdi. Çünkü zavallı kızın hiçbir şeyden haberi yoktu…

Evin arka bahçesinde bir tane motosiklet vardı. Hafif hurda olmasına karşın hâlâ ayakta duruyor ve çalışıyordu. Kadın ve adam evliliklerinin ilk yıllarında bu motora binip dolaşmış, kadın da sürmeyi az çok öğrenmişti. Kadın arada bir o motosiklete bakar “ah o eski günler” diye iç geçirirdi. Kimi zaman da üstünde oturup şöyle bir çalıştırır ve evin etrafında turladıktan sonra geri yerine koyardı. İçinden, çoğu defa kandırıldığını düşünüp aracı alıp kızıyla birlikte kaçmayı düşünür fakat değişik karakterli kocasının onu elbet bulacağı aklına gelirdi. Hatçe ise onun daha ne olduğunu bilmiyor, annesini onun üstünde görünce kucağına çıkmaya çalışırdı.

Bir gün Hatçe annesinin yanına gidip şunu sordu:

“Anne ben öğrenmek isterim”

“Neyi kızım?”

“Şu çamların ve binaların ötesinde neler vardır?”

Anne bu soruyu ciddiye almamıştı. Kendisi okuma yazmayı çok iyi bilmiyordu. Küçük yaşta kocaya gidince o hevesle ne okul okumuştu ne de eğitimsel bir faaliyet göstermişti.

Annesi yalancıktan gülerek cevap verdi:

“Kızım ne olsun; aşağı sokakta Kaymakam Arif Bey’lerin evi, onun karşısında kahvehane, Arif Bey’in evinin arkasında da bir kütüphane yan sokakta…”

“Anne kütüphane ne?”

“Ne bileyim kızım? Kitap mı ne deniliyor şu içinde yazı olan şeylere? Okullular, büyük adam olacaklar gidiyormuş oraya, bence zaman israfı ne yapacaksın okuyup çalışmak varken, of…”

Ardından ortamda büyük bir sessizlik oldu. Hatçe’nin aklından kitap ve okumak sözcüğü çıkmıyordu. Bunları az çok anlamıştı ama anlamlarını bir gün de nadiren eve gelen babasına sordu:

“Baba okumak ne demek?”

“Boş iş…”

“Kitap ne demek?”

“Zaman kaybı!”

Hatçe bir türlü ne annesinden ne de babasından istediği cevapları alamadı. Fakat o çam ağaçlarının arasında motosikletten gökyüzüne, gökyüzünden evlerinin çatılarına doğru koşmaya, hayal gücü köprüsüne yatıp dünyayı izlemeye devam etti.

Bunca zaman geçti, kızının okumasını istemeyen anne ve babanın tavrı devam ediyordu. Anne Hatçe’yi seviyor ama en çok kocasına yanıyordu, içindeki hasret duygusu bazen nefrete, nefret duygusu ise umursamazlığa dönüşüyordu. Kaderine karşı duyduğu bu umursamazlık bir süre sonra kızı yaş aldıkça ona karşı da yansımaya başladı.

Arif bey kaymakamdı ve Hatçe’nin babasıyla arası iyiydi. Arif Bey hoşgörülü iyi bir adamdı. Aslında öğretmendi. İyi konuşurdu. Bu yüzden zengin olan babayla arasını iyi tutar köylerine yapılacak destekleri arttırmak için çoğu kez adamla hoş muhabbetler kurardı. Küçük Hatçe’yi ise çocukluğundan beri tanırdı. Bir nebze onun büyüyüşünü de görüyor, annesinin durumuna da pek aldırış etmiyordu. Çünkü Arif Bey daha kötüsünü de yaşamıştı. Bu ise henüz teferruattı. Kaymakam o gün Hatçeleri ziyarete geldiğinde Hatçe’nin kafasında; yaşadığı yere, kütüphaneye, kitaplara ve okumaya dair ışıklar sürekli yanıp sönüyordu. Bu kız asla hayalini bir kenara atıp annesi gibi olmaya kendine yakıştırmıyor, sorularına bir cevap bulamasa da içindeki merakı asla kaybetmeyip zamanı bekliyordu. Belki zaman şu an gelmişti. Arif Bey’le konuşarak içindeki merakı biraz dizginlemek istiyordu. Belki o kütüphaneye gider en rahat koltuğa oturur önüne yağacak olan kitaplara bakardı. Bu hayallerine bir anlık ara verdi ve Arif Bey’i tek bulduğunda yanına doğru koştu.

“Arif amca Arif amca!”

“Efendim kızım?”

“Geçenlerde annemle konuşuyordum.”

Cevap bekler gibi Arif amcasının yüzüne baktı.

“Ne konuştun yavrum?”

“Şu, şu kütüphane var ya, onu çok merak ediyorum ben.”

“Nesini merak ediyorsun ki”

“Dışını biraz merak ediyorum ama dışından çok içini çok merak ediyorum. İçinde ne olduğunu, insanların ne yaptığını, orada nasıl insanların bulunduğunu ve şu kitap olacak galiba, evet kitap onu merak ediyorum, içinde neler yazdığını kapağının ne renk olduğunu resimlerini görmek istiyorum hepsinin.”

“E götüreyim seni o halde… Madem bu kadar merak ediyorsun kitabını da kütüphanesini de… Gideriz merak etme kızım.”

“Gidelim, gidelim”

Hatçe içinden sevinç çığlıkları atıyordu. İçinden Arif Bey’in annesinden ve babasından izin alamayacağı, kütüphaneye asla gidemeyeceği gibi duygular asla geçmiyordu. Kalbini sadece olumlu olmaya, olumlu düşünmeye adamıştı. Çünkü onun içinde daha çocuk düşleri vardı. Bu düşleriyle bir ömür boyu yaşamalıydı.

Aradan iki hafta geçti. Arif Bey anne ve babasından nasıl izin aldı bilinmez fakat en sonunda Hatçe kütüphaneye ulaştı.

Sokaklar… Evler karşı karşıya bakıyordu. Her birinin sanki ayrı bir yüz ifadesi var birbirleriyle dertleşir gibi hallere sahiptiler. Yeşil ev kahverengisine havanın güzelliğinden, mor ev kırmızı eve bir çiçeğe âşık olduğundan, onun naifliğine narinliğine günden güne aşkının arttığından bahsediyordu. Onlar ne kadar âşık olsa da heyecanlı heyecanlı konuşsa da onlar da insanlar gibi yaşlanıyordu, yıkılıyordu, yerine başkası geliyor, başkası yine o naif çiçekle konuşuyordu. Sokaklar cidden neşeliydi bugün. Masmavi gökyüzünde, ışıl ışıl parıldayan güneşte bugün ayrı bir mutluluk vardı. Gülmek bulaşıcıdır, derler. Sahiden öyleydi. Kaldırım taşları, şerham şerham çam ağaçları, ulu kütüphane hepsinin boyası da tuğlası da çok mutluydu. Bu öğlen vakti sokaktan çok insan geçmese de yolun ortasından yürüyen Arif Bey ve Hatçe’nin yüzünde başka bir insanı daha güldürecek kadar tebessümler vardı.

Hatçe daha önce görmediği her yeri derinden derine inceleyip onları hayal gücüne katıyor, her birini hafızasına kazıyordu fakat kütüphane evet o!

“Arif amca Arif amca daha yürüyecek miyiz?”

“Geldik işte kızım.”

Hafif rüzgâr vardı ve kütüphaneye girmeden önce gördükleri bahçe çok küçük değildi. İçine yirmi otuz insan sığabilecek büyüklükteydi. Çimler daha yeni kesilmişti. Şu köyün bir parçası olan kütüphanenin bahçesine her baktığınızda içinde kaybolmak istersiniz, Hatçe’de öyleydi. Ardından oraya 2 tane sandalye çekildi ve güneş gözlüklü iyi kıyafetli, eğitimli iki bey orada çaylarını yudumlayıp tütünlerini içmeye başladılar. Her ikisinin de konuşması düzgün ve seviyeliydi. Ne şiddetli sözcük ve hareketler ne de seviyesiz küfürleri vardı. Hatçe’nin bu oldukça ilgisini çekmişti. Adamları ise hayranlıkla izliyordu.

Bahçeden ileri girip sağa döndüklerinde önlerine kocaman kahverengi hafif gotik hissi veren bir kapı çıktı. Oldukça büyük bir kapıydı bu. İçeri doğru adımlarını attılar fakat kütüphaneye girmeden hemen içerden kapıdaki görevli onlara kibarca “kütüphane fişiniz var mı beyefendi?” diye sordu.” Oğlum ben Kaymakam Arif tanımadın mı?” “Merhabalar Arif Bey geçebilirsiniz siz…”

Ardından bir kapı daha çıktı önlerine. O zamanlar bilgi de değerliydi, içinde bulundukları bu koskoca mekânda. İçlerini açacakları her bir kitap onların hayal güçlerine ekleyecekleri her bir cümle, her bir imge altın değerindeydi. Arif Bey Hatçe’ye kapıyı açtı.

Ortam sarı ışıkla kaplıydı. Avizeler kocaman, ortamı aydınlatıyordu. İlk önce Hatçe’nin gözleri buna alışamamıştı. Fakat sonradan bulunduğu ortama olan ilgisi attığı her adımda artıyordu. Duvarlarda bir sürü raf vardı. Raflar hafif tozluydu. Kocaman bir salon ve salondan sola dönünce de bir oda vardı: Bu odada ayrı ayrı masalar ve sandalyeler vardı. Birçok eğitimli burada oturmuş bacak bacak üstüne atmış, ellerinde yaratıcı ve ilham veren ifadeyle, gözlerini satırların üzerinde heyecanlı tavırlarla gezdirerek, hem kendilerine hem de etrafındakilere ilham dolduruyorlardı. Masaların arkasında da bir sürü raf ve kitap doluydu. İçeride çok fazla kalamadılar çünkü içlerine oradakileri rahatsız etme düşüncesi kapıldı. Salonda içeriye göre çok daha az sayıda insan vardı. Bu sarı ışık adeta masanın üstüne bir asalet katıyordu. Hatçe kitaplara atıldı: Bir tarafta dünya klasikleri vardı, bir tarafta edebiyatımızdan parçalar vardı. Eline bir sürü kitap aldı. Bir tanesinde Dostoyevski, bir tanesinde Ahmet Mithat Efendi, bir tanesinde Orhan Kemal, bir tanesinde Turgenyev, bir tanesinde John Steinbeck yazıyordu. Hatçe hepsinin içini açtı karıştırdı ardından yine raflara yöneldi, yeni kitaplar karıştırdı. Kütüphane, kitaplar, eğitimli efendiler, etkileyici söz söyleyen düzgün konuşan mütevazılar… Hepsi derinden etkiledi onu.

Zaman geçti. Arif Bey Hatçe’ye hem okuma yazma öğretti hem de önemli kitaplar üzerine Hatçe ile birlikte analizler yaptı. Baba bu duruma ne kadar sinirlense de para kazanmaya, anne ise üzülmeye devam etti. Anne, kocaya bağlı; koca da paraya bağlı yaşadı. Hatçe ise onlardan bağımsızdı. O kitaplara bağlıydı, içindeki aşka bağlıydı. Asla üzülmedi, moralini bozmadı. Okula başladı. Babanın bundan da haberi yoktu. Hatçe okula devam etti. Kendine güzel hedefler belirledi. O da kütüphanenin içindeki odada bulunan beyefendiler gibi entelektüel gözlüğü takıp, şık giyinip, bacak bacak üstüne atıp elinde yaratıcı bir ifadeyle tüm kitapları okumak istiyordu. Hem bunun için hem de hayatta bir yerlere gelebilmek için çabaladı. Arif Bey, Hatçe’nin içindeki bu isteği görünce ona her seferinde “Sonsuz Hatçe” derdi. Sonsuz Hatçe

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Sonsuz Hatçe öyküsü)

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Sonsuz Hatçe

————————————Editör Notları——————————————–

Bir önceki yazından daha iyi bir seviyede bir öyküyle yeniden aramızda olduğun için seni tebrik etmek isterim. Öykünde ufak düzeltmelere gittim. Orijinal metinle karşılaştırırsan farkları göreceksin. Öykünün konusu iyi belirlenmiş ancak bir sorun var; gerçeklik olgusu. Buradaki kahramanımız Hatçe’nin kitaplara ulaşma arzusu biraz yapay geliyor okuyunca. Çünkü kitabın ne olduğu hakkında bir fikri yok. Yani belki çevresinden birisi o kütüphaneden aldığı kitabı Hatçe’ye bir şekilde göstermiş olsa ve bunun üzerine bir merak uyansa belki daha gerçekçi olurdu.

Yazdığımız öyküleri bir başkasından dinliyormuş gibi okuyup gerçekten böyle birinin olabileceği ya da böyle bir olayın olabileceğine inanıyorsak öykü gerçekleşmiştir diyebiliriz. Ama bir yazar tarafından yazıldığını sezdirecek kargaşa ve olasılıklar bizi metinden uzaklaştırır genellikle. Bu hususa dikkat etmeni öneririm. Öykünde değinmek istediğim bir cümle var:

“Küçük yaşta kocaya gidince o hevesle ne okul okumuştu ne de eğitimsel bir faaliyet göstermişti.” Burada kullandığın tabirde sıkıntı var. “Küçük yaşta kocaya gidince” yerine “Küçük yaşta evlendiğinden dolayı” gibi bir kullanım daha doğru olacaktır.

Yazmaya devam yeni egzersizlerde görüşmek dileğiyle… (Sonsuz Hatçe öyküsü)

Sonsuz Hatçe

İlginizi Çekebilir
Oyunlar

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir