Ölüyoruz Dostlarım!
  1. Anasayfa
  2. Hayatın içinden
Trendlerdeki Yazı

Ölüyoruz Dostlarım!

Ben çok yorgun hissediyorum, çok öfkeli hissediyorum ve tüm bunlar karşısında değişen bir şey olmadığını her geçen zaman daha da kötü olaylara, haberlere maruz kalmak çok yordu. Her şeyi uçlarda ve fazla fazla yaşıyoruz, felaketleri bile!

0

Ölüyoruz Dostlarım!

Az önce canım kahve içmek istedi ve mutfağa geçtim. Aslında filtre kahve içmek istiyordum ama fark ettim ki onun hazır olma süresine bile sabredemeyeceğim. Bir Türk kahvesi yaptım. O daha kısa sürüyordu çünkü. Fazla beklemek zorunda kalmayacaktım. Aynı zamanda da vaktimi çok harcamayacaktım. İyi de ne saçma bir giriş bu diyebilirsiniz. (Ben olsam diyebilirdim.) Sabretme eşiğimizin ne derece azalmış olduğunu fark ettim bir kahve ile. Tahammül sınırımız neredeyse kalmamış. Konuşmaya bile takatim yok denilir ya gerçekten yok. Düşünmek istemediğimiz halde kafamızın içi nelerle doldu taştı. Belki de bu yüzdendir bir saniyemizi bile durup bir şeyleri bekleyerek geçirmek istemeyişim(iz).

Yorgunuz dostlarım. Ölüyoruz dostlarım. Göz göre göre ölüyoruz. Dert içinde yüzerken boğuluyoruz. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu anlamaya çalışırken tüketiyoruz zamanı. Hep boşaymış gibi, her şey boşaymış gibi. Ne kadar tatsız günlerimiz. Ne sevimsiz geçer oldu yıllarımız. Geçen gün bir tweet okudum, öyle acı ki! Henüz 17 yaşında olup yüzündeki sivilceyi dert edemeyen birinin isyanıydı o tweet. Ne haklı, ne acı bir haklılık. Kendi dertlerimize üzülmeye, onları düşünmeye, kendimiz için bir şeyler yapmaya vaktimiz kalmadı. Yapana da tahammülümüz… Mahalle yanarken saçını tarayanlarla doldu benim etrafım, sizin de öyle mi? İnsanların hayatlarına karışma hakkımız elbet yok, hak ve özgürlüklerden bir haberiz ama tüm bunlar umursamazlığı barındırıyorsa, bunu görüyorsanız “Hey! Siz kendinize gelin.” diye bağırmak gelmiyor mu sizin içinizden?

Kahve hazırlarken de yine her zaman yaptığım gibi sosyal medyada olana bitene baktım ve bir fotoğrafla karşılaştım. Fotoğrafta yangına karşı yenilen akşam yemeğini keyifle tüketen insanlar yer alıyordu. Benim aklım tutuldu. Hiçbir mübalağa yoktur bu savımda. Akıl tutulması yaşıyorum(Z). Neden diye sormak bile yetmeyecek artık çünkü sorunun bir cevabı olmayacak hiç. O fotoğrafta yer alan insanlardan birine neden burada yemek yediniz diye sorsak “Biz de insanız yemek yemeyelim mi?” cevabı alacağımızdan adımdan daha eminim. Bu noktada insan düpedüz hayvan oluyor işte. Duygusuz, akılsız, vicdansız insani tüm özelliklerinden yoksun bir hayvan. Darwin evrim teorisinde terse gidilmesi halinde bile akıl bu kadar yok olamaz.

Artık pişmanlık barındırmayan, kalbimizin kan pompalamaktan ibaret olmadığını gösteren tüm duyguların yitip gittiği, öfke dolu, isyankâr cümleler kuruyoruz. Ben artık ruhumun yaralarını sarmaya çalışmaktan vazgeçtim. Ben beni yara bere içinde, kan revan içinde bıraktım görmüyorum. Öyle çok şey oluyor ki saniyeler içinde adeta birbiri ile yarışan kötülüklere maruz kalıyoruz. Her “Daha kötüsü de olmaz artık” dediğimizde, sen öyle san al sana daha kötüsü diyen bir evren yarattık. Evet, biz yarattık. İmece usulüyle yarattık hem de.

Keşkeler uzunca bir süre bitmeyecek gibi… Pişmanlıklar, hasretler, acılar, kederler, mutluluklar, kahkahalar, güzel günler paylaşılmaktan utanılır olmaya devam edecek bir süre daha. Ay çok güldük kesin başımıza bir şey gelecek inanışı bile çürüdü, çünkü artık çok gülmeyi unuttuğumuz halde başımıza hep kötü şeyler geliyor.

İnsan olmayı yeniden öğrenmek için insancıl olan ne varsa bir kenara koyup unutmalıyız adeta. İnsan olmaya dönmek için, insan olduğumuzu unutmalıyız demek bu. Sevgileri, aşkları, ihanetleri, kutlamaları, konserleri, düğünleri vs. evet unutmalıyız.

Birilerinin para kazanması için, bu vurdumduymazlığın devam etmesinin şart olmasından dolayı sosyal medyada isyan dolu bir post ya da hikâye ardından gülen yüzler, tatil anıları, yenen yemekler, içilen kahveler, etkinlik duyuruları alış-veriş indirimleri görüyoruz ve bunların sayısı öyle arttı ki o bir tane isyanı unutturuyor. Orman hiç yanmamış gibi devam ediyoruz hatta tıpkı o fotoğraftaki gibi orman kül olurken yemek yemeğe devam ediyoruz.

İnsan ırkı çok zor zamanlardan geçmiş olabilir ama daha zor zamanlardan geçmek zorunda mıydı? Keşke yine sokaklarda özgürce oynayan çocuklar, onlar için tedirgin olmayan ebeveynler, gelecek kaygısı yaşamayan gençler, işsiz kaldığı için uyuyamayan insanlar varken diğer tarafta da eğlenmekten uyuyamayan insanların olmadığı zamanlarımız olsa…

Nefes alamadığımı hissediyorum artık. Doyasıya mutlu olmayı özledim ya da canım çıkacakmışçasına ağlamak ama sadece kendime, kendi derdime. Eskiden kendi dertlerimiz vardı, üzülüp yakındığımız. Şimdi biz kime ağlayacağımızı, kime üzüleceğimizi, kime dertleneceğimizi şaşırır olduk. Keşke, yine sadece kendi dertlerimize, kalp kırıklıklarımıza ağladığımız günler olsa. Ben razıyım içimin yanmasına, ben razıyım gözyaşı dökmeye ama yeter ki artık dünya için, kendim hariç diğer tüm insanlar için ağlamayayım.

Ben çok yorgun hissediyorum, çok öfkeli hissediyorum ve tüm bunlar karşısında değişen bir şey olmadığını her geçen zaman daha da kötü olaylara, haberlere maruz kalmak çok yordu. Her şeyi uçlarda ve fazla fazla yaşıyoruz, felaketleri bile!

Fikirlerimizin uyuşmadığı, kendi doğrumuza tezat olan her duruma, her kişiye bir cahillik etiketi yüklüyoruz ama ben fark ettim ki artık hepimiz cahiliz. Yangından sonra, depremden sonra, en önemlisi pandemi süresince neler duyduk, neler işittik, neler yaptık. Hâlâ aşı olmayan insanlar var? Yangın sonrası ağaç dikilmeli, yeşermeli yeniden diyerek yardım kampanyalarına canhıraş katıldım. Sonra ağaç dikmenin öyle kolay olmadığını araştırınca öğrendim aslında kozalaklar tohum barındırırmış ve yeşermeleri de kısa sürermiş. Eğer ki yeniden ağaçlandırma çalışması yapılırsa etrafa saçılan ve yeşermesi muhtemel tohumlar yok olurmuş diye okudum. Fakat sonra ne oldu bilin bakalım? Aklımda kocaman bir soru işareti oluştu… Okuduğum bilginin dayanakları her ne kadar sağlam olursa olsun bu dayanağı öne sürüp yanan yerlerin ağaçlandırılması mı engelleniyordu acaba? Kafamda deli sorular denilen tam olarak budur benim için. Kaç önemli olayda bu ikilemi yaşadınız? Kaç zamandır hep bu ikilemlerdeyiz. Bir şeyler biliyoruz ama aynı zamanda bilmiyoruz. Okuduğumuz, öğrendiğimiz, bildiğimiz sandığımız her şey uçup gidiyor ve bize koca bir ikilem ile kaçınılmaz cehalet kalmıyor mu? Bu yüzden hepimiz cahiliz artık.

Kestane, gürgen, palamut diye şarkı söylerdik ilkokulda… “Kaldırıma tohum atsan, taşların arasından fide çıkar” öyle güzel bir ülkeyiz diyor yine isyan ederken birileri… Öyle güzel topraklar ama şimdi hepsi yok oluyor, hatta yok oldu birçoğu. Biz ne güzel ülkeydik bir zamanlar. Şimdi hayatımız yok. Elimizden hayatlarımızı alıyor, yaşamak için neye ihtiyacımız varsa hepsini bir bir alıyorlar. Söz konusu cennet, cehennem ise dostlarım size kötü bir haberim var; bizim cennetimiz yok artık. Cehennemi yaşıyoruz, hatta cehennemde yaşıyoruz.

Ölüyoruz dostlarım!

Geçmeyen beş dakikaların birinde,

Bitsin diye saydığımız saatlerin içinde.

Yaşamaya çalışmaktan yorulurken,

Güzel günlere şafak sayarken.

Yazarın (Venüsyalı Biri) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

Ölüyoruz Dostlarım!

Bence sadece yaşamalıyız ama nasıl? Yaşamaktan başka gaye değil de nasıl yaşamak lazım diye çok sorum var ölmeden bir kaçına cevap bulmak dileğiyle günleri geçiriyorum.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir