1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Kirpi

Yazan: Kübra Cengiz


0

Kirpi

Sıcak bir haziran günüydü. Güneş tam tepedeyken okul sırasında bekliyorduk bu sene son kez. Müdürün kürsüye çıkıp konuşma yapmasını beklerken heyecandan kalbim ağzıma gelecekti. Çünkü birinci sınıfı bitirip ikinci sınıf öğrencisi olacaktım artık. Büyüyordum yavaş yavaş ve buna çok mutlu oluyordum. Büyümek, sevinilecek bir şey miydi? Boyumun uzamasını istiyordum en çok. Çünkü abimin bisikletini sürebilecektim. Ben böyle hayallere dalarken müdür kürsüye çıktı ve birkaç ses denemesi yaptı: “Ses, ses… Deneme bir-iki.”

Müdürümüz yaz tatili için konuşmasını yaparken hepimiz heyecanla müdürden “İyi tatiller.” cümlesini bekliyorduk. Ve beklenen oldu. Müdürümüz, “İyi tatiller çocuklar, karnelerinizi alabilirsiniz.” dedi. Hepimiz çığlıklar atarak müdürümüzü alkışladık. Tüm öğretmenler sınıflarını küme yapıp karneleri dağıtmaya başladı. Benim adım okundu. Karnemi aldım, hemen incelemeye başladım. Hepsi “pekiyi” idi. Bu hem benim için hem de ailem için çok mutlu edici bir durumdu. Öğretmenimiz hepimize iyi tatiller diledi.

Okul eve yakın olduğundan anneme gelmemesini söylemiştim. Koşa koşa eve gitmeye başladım. İçimden de “Keşke abimin bisikletiyle gelebilseydim okula.” diye geçiriyordum. Evimiz tek katlıydı, önünde de minik bir bahçe vardı. Öyle minik dediğime bakmayın; bahçemizde elma ağacı, yeşillikler ve bir de kümesimiz vardı. Bayılıyordu annem ekip biçmeye. Karnemi sallayarak evin kapısından girdim. “Anneeee, annee pekiyi getirdim.” Annemin yüzünde belli belirsiz bir sevinç oluştu. Koştum hemen kucağına, sarıldı öptü beni. “Anneler öpünce herkesin mi içi böyle hoş oluyor, huzurla doluyor acaba?” diye düşündüm o an. Annem karnemi inceledi. Az çok okuma yazma bildiğinden derslerin isimlerini heceleyerek okumaya başladı. Gözlükleri yanında olmadığı için kısıyordu gözlerini. O böyle yaparken bir yandan gülüyordum anneme. “Ah be annem şu gözlükleri çıkarmasan boynundan keşke…”

“Oğlum, her dakika gözümde ağırlık yapıyor. Hem onu boş ver de sen ne güzel karne getirmişsin böyle, aferin sana! Artık okuma yazma biliyorsun, tatilde bol bol kitap okursun. Bana yardım da edersin bahçe işlerinde. Değil mi miniğim?” diye biz sohbet ederken hafif yağmur çiselemeye başladı. Annem şaşırdı, “Yaz günü ne yağmuru böyle, hayret!” dedi. Ben hiç aldırış etmeden oturduğumuz sedirden fırladım ve zıplamaya başladım. Yağmur her yağdığında içimi bir heyecan kaplıyordu. Nasıl ki su dökünce çiçeklerin boyu uzuyorsa ben de yağmur altında durunca boyumun uzayacağını düşünüyordum. Ondandır hoplayıp zıplıyordum. Çocukluk aklı işte, kendi kendimi nelere inandırmışım…

Ben yine boyumun uzaması hayallerine dalarken annem çekti kolumdan içeri aldı beni. Direkt banyoya gidip elimi yüzümü yıkadık. Saçlarımı kurulamaya başladı annem. Bir yandan da söyleniyordu: “Kirpi gibi geziyorsun ortalıkta bu saçlarla. Yok boyun uzun görünüyormuş da falan filan. Eh be oğlum boyun uzun olsa ne olacak?”

“Anne, boyum uzun olursa abimin bisikletini sürebileceğim. Hadi boyumu ölç bugün ne olur…”

Annem de bazı batıl inançları olan kadındı vesselam. Yine “Boyu ölçülen çocuk cüce kalırmış.” diyecek sanmıştım ama şaşırdım bu sefer, “Tamam kirpi oğlan, git mezurayı getir de gönlün olsun madem.” deyiverdi.

Annemin saçlarımı kurulayan ellerinin arasından bir koşuşum vardı ki gören acelem var sanırdı. Hemen koştum, annemin dikiş odasındaki eşyaları kurcalamaya başladım. Bu ip, bu da ip, bu iğne, makas, yine ip, yine iğne… Neredeydi bu mezura? Hep bir şeyleri ararken bulamıyordum. Elim ayağıma dolaşıyordu. Hızlı hızlı bakarken dağıtmıştım ortalığı. Annem görse kızacak yine. Ne kadar çok ip varmış burada yahu! “Anneeee, mezura yok!”

“Eh be Kirpi Oğlan, sen ne zaman bir kerede bulabildin ki zaten bir şeyi?” diye söylenerek yanıma geldi annem. Eliyle koymuş gibi buldu hemen. Anneler nasıl böyle her şeyin yerini biliyordu? Hayret ediyordum anneme. Hem çok çalışkan, hem mis kokulu, hem de her şeyi biliyordu. Büyüyünce annem gibi olacaktım, söz vermiştim kendime.

Küçüklüğümden beri ara ara ölçtürüyordum anneme boyumu. Her seferinde bir kenara not ediyorduk kaç cm uzadığımı. Heyecanlıydım, “Bu sefer kesin uzadım.” diyordum anneme. Annem mezurayı salmaya başladı aşağıya doğru, koydu ayak parmak ucuma. “Bas oğlum üstüne.” demeden başparmağımı bastım mezuranın ucuna. Hoppppp… Mezuranın annemin elinde kayışını izliyordum aşağıdan yukarıya doğru. Tam başımın üstüne geldi ve durdu annem. “Eveet, minik kirpimizin boyu 1.25 cm olmuş.” dedi. “Yaşasın!” diye bağırdım. Üç santim uzamıştım. Benim için o an dünyanın en büyük rakamıydı üç…

Annem mezurayı elinde sararken kapıdan abim girdi. Bahçede sedirin üzerinde karnemi görüp incelemiş. “Aferin kirpi, büyüyorsun. Gel de bir tur bisikletle gezdireyim seni.” dedi. Çocukluğumun en keyifli günleri abimle bisiklet sürdüğümüz günlerimizdi. Bahçeye çıktık, abimin bisikletine doğru yürüyorduk. Biliyordum, artık abimin sırasıyla neler yapacağını. Önce lastikleri kontrol edecekti, gidonunda su olup olmadığına bakacaktı, sonra bisikleti sabitleyen demiri ayağıyla itekleyecek ve bisikleti kaldıracaktı. Her şey tam da söylediğim sırada gerçekleşti. Abim beni bisikletin arkasına bindirdi ve sıkı sıkı sarıldım ona arkadan. “Hazır mısın Kirpi? Bak sıkı tutun düşmeyesin.” “Hazırıııım abi!” dedim ve abim pedala bastı.

Sokağımız çok kalabalıktı bugün. Okul tatil oldu diye tüm çocuklar şimdiden çıkmışlar bile sokağa. Abim hızlıca pedalları çevirip sokakta ilerledikçe çocuklara el sallıyordum. Gurur duyuyordum abimle, beni gezdirdiği için. “Bir gün ben de bu sokaklarda tek başıma gezeceğim.” diye hayaller kuruyordum bir yandan. Sonra aklıma bir şey geldi. Sıkı sıkı sarıldığım ellerimi serbest bıraktım ve çocuklara seslenmeye başladım. “Bakın ellerimi salabiliyorum çocuklar. Bakıın… Bakıın…” Daha laf ağzımdayken abimin frene basmasıyla benim yere düşmem bir oldu. Sokaktaki çocuklar bana gülmeye başladılar. Abim o an panikle yerden kaldırmaya çalıştı beni ama ayağım çok acıyordu. “Ahh, ayağım!” diye feryat etmeye başladım. Abim kucağına alıp eve götürdü.

Evin kapısından girdiğimizi gören annem korkulu gözlerle abimin kucağındaki bana baktı. “Ne oldu yavrum, ne olduu?” Abim sedire uzandırdı beni ve anneme anlattı olan biteni. Annem hemen ılık su ve sabun getirip ovalamaya başladı ayağımı. Ama her ovaladığında bağırıyordum. Canım çok acıyordu. Abim: “Bu böyle olmaz, doktora götürelim anne.” dedi.

Annem içeri girip çantasını aldı, çıktık. Sağlık ocağına doğru yürümeye başladık. Annem bir yandan bana söyleniyordu, bir yandan da eşarbını düzeltiyordu. Sağlık ocağı doktoru ayağıma baktı ancak film çekilmesi gerektiğini söyledi. Gidelim gitmesine ama babamın işten gelmesine daha çok vardı. Mecburen komşuya bizi hastaneye götürmesi için rica edecektik. Annem abime hemen gidip Hüseyin amcaya durumu anlatmasını ve gelip bizi almasını söyledi. Abim gitti, on dakika sonra sağlık ocağının dışından araba sesi geldi. Sağ olsun yan komşumuz Hüseyin amca hemen emekli Toros’ unu çalıştırıp gelmişti. Hastaneye doğru yol almaya başladık. Yolda camları açmıştı Hüseyin amca, ne güzel rüzgâr esiyordu. “Büyüyünce araba da süreceğim.” diye düşünüyordum. Bir an önce büyüyüp her şeyi kendi başıma yapmak istiyordum. Ben böyle hayallere dalmışken araba durdu. Hüseyin amca, “Geldik Kirpi, hadi bakalım göreceğiz ne olmuş ayağına.” dedi.

Abimin kucağında girdim hastaneye. Acilden giriş yaptığımız için hemen sıra gelmişti. Doktor önce elle muayene etti ve “Her ihtimale karşı bir film çekelim.” dedi. Röntgen odasına gittik. Bir tek abimi istiyordum yanımda. Ama annem izin vermedi ve girdi benimle. Film çektirdik ve beklemeye başladık. On beş, yirmi dakikaya çıkacağını söylediler.

Hastane koridorunda beklerken zaman geçmiyordu. Sanki dakikalar saat olmuştu bana. Annem ellerini ovuşturup: “Eh be oğlum, bisiklette ellerini salmak nedir? Gördün mü başımıza gelenleri?” diye söylenmeye başlamıştı ki doktorun odasından çıkan görevli abla bizi çağırdı. İçeri girdik. Hepimiz pür dikkat doktora bakıyorduk. Doktor filmi yukarı doğru kaldırıp incelemeye başladı ve “Minik bir kırığımız mevcut. Küçük beyin ayağını bir süre alçıya almamız gerekiyor.” dedi. Korkmuştum o an. İlk kez alçıya alınıyordu ayağım. Doktor sedyenin üzerine yatırılmamı istedi. Abim de beni oraya yavaşça bıraktı. Doktor arka taraftaki kovayı aldı. Elindeki beyaz bez gibi bir şeyi kovanın içindeki suya sokup çıkardı. Sonra o ıslak bezi ayağıma sermeye başladı. Elleriyle şekil veriyordu sanat eseriyle uğraşan bir sanatkâr gibi… “Tamamdır küçük bey, on beş gün çıkarmıyoruz alçımızı ve üzerine de basmıyoruz asla!” dedi doktor. Abim tekrar kucağına aldı beni ve eve dönüş yolculuğumuz başladı.

“Anne, şimdi ben on beş gün bisiklete binemeyecek miyim?” dedim. “Eh be Kirpi Oğlan, ayağını kırdın hâlâ derdin bisiklet mi? Sen önce bir iyileş, sonra abin seni gezdirir. Hem bak ‘Boyum uzasın, bisiklete bineyim, büyüyeyim.’ diye diye neler geldi başına! Hadi koy başını dizime de uyu biraz, yoruldun bugün. Hem daha akşama babana karneni göstereceksin, sana hediye almıştır kesin. Bunu düşün de kapat gözlerini.” “Tamam annecim.” deyip kapattım gözlerimi o an. Ama içimden de “İnşallah babam bana bisiklet almıştır.” diye dua etmeye başladım.

Eve geldiğimizde kapıda Hüseyin amcaya teşekkür ettik ve içeri girdik. Bahçe kapısından geçerken gözüm solda bir şeye takıldı. Kafamı tam çevirip bir baktım ki ne göreyim! Babam bana bisiklet almış… O an dünyanın en şanslı çocuğu ben olmuştum. Fakat 15 gün beklemem gerekecekti. Başlayalım bakalım gün saymaya bir, iki, üç…

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

İlginizi Çekebilir
kaşık sesine hasret-1

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir