1. Anasayfa
  2. Deneme
Trendlerdeki Yazı

Şarkılarım #1 / Ball and Chain – Social Distortion

"Hâlâ birkaç yumruktan kaçabilirim. Kaçacağım da."


0

Şarkılarım, Her şeyden evvel, yazıya konu olan şarkıyla başlayalım. Şarkılarım Ball and Chain – Social Distortion

Her şeyden evvel, yazıya konu olan şarkıyla başlayalım.

Sanki neşeliymiş gibi gözüken ancak içerisinde büyük hüzünler barındıran şarkılar vardır, Ball and Chain de bu şarkılardan biri. Üstelik şarkının sözlerinde anlatılanları, benzer duygu durumunu yakın zamanda yaşamış biri olarak, bu “görünen ve olan farklılığını” bir parça anlayabiliyorum. Üzgünseniz ve bunu dışarı yansıtma konusunda kendini fazla tutmayan biriyseniz, bir yerden sonra bu insanlar için bıkkınlık veren bir durum haline gelebiliyor. Evet, fazla acımasızca ama maalesef bizimle alakalı şeyler hemen her zaman sadece bizi ilgilendiriyor. Tabii ki mutluluklarınızı paylaşabilirsiniz, ki o zaman da sizi kıskanmaları mümkündür, ama hüzünlü anlar? Olmaz, onlar içinizde kalmalı çünkü insanlar bir yere kadar tahammül ederler. Bir yerden sonra meseleyi arkanızda bırakmanızı talep ederler. Çoğu insan bu tarz durumlarda nasıl hissettiğinden bağımsız, “keyif alıyormuş gibi” gözükür. Bu şarkı da biraz böyle bir şarkı… İngilizce bilmeyen birisi keyif alarak dinler, aslına bakarsanız ben de keyifli bir şarkı olarak kategorilendiriyorum. Üstelik dinlerken arada dans da ediyorum. Ama işin aslı farklı, gelin işin aslına bakalım.

“Well it’s been ten years, and a thousand tears
And look at the mess I’m in
A broken nose and a broken heart,
An empty bottle of gin
Well I sit and I pray
In my broken down Chevrolet
While I’m singin’ to myself
There’s got to be another way”

On yıl ve binlerce gözyaşı… İnsanın kendisini saçma sapan, karmaşık bir durumda bulması, kırık bir kalp ve -büyük ihtimalle alkolün etkisinden dolayı- kırık bir burun, boş bir şişe Cin, dökülen bir arabanın içinde otururken edilen dua ve arayış… Detayları bir kenara koyarsanız, açıkçası son birkaç ayım bu şekilde geçti. Kalbim kırıldı, gözyaşı döktüm, beni üzen şeyler gördüm, bana söylenen şeylerin ardından sanki bunlar söylenmemiş gibi davranıldı, hayal kırıklığına uğradım, bazen alkolü biraz abarttım, rezil olmama neden olan saçma hareketler yaptım, yıldızların rahatça gözüktüğü bir Bodrum gecesinde terasta otururken dualar ettim… Kalp kırıklıkları… Bu şarkıyı söylerken ve dinlerken, son birkaç ayım gözümün önünden geçiyor. Yine de ben teselliyi Cin’de değil, sporda ve kahvede bulduğum için bir miktar şanslıydım. Sizin yaşam öykünüzde kırılmaya neden olan şeylerle birlikte gerçekten de her şey tepetaklak olmuş gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Kötüyken hep karamsar mı bakar insan bilemiyorum, ancak ben de yıldızların altında dua ederken hayatıma dair güzel şeyleri görmekte büyük zorluk çekiyordum.

“Take away, take away
Take away this ball and chain
I’m lonely and I’m tired
And I can’t take any more pain
Take away, take away
Never to return again
Take away, take away
Take away this ball and chain”

Buradaki zincirli gülle en azından benim için “gelecek kırılması” ve “keşke” idi. Şükürler olsun ki ben bunu geride bıraktım, geçmişe dönüp bakınca hüzünlenmiyor muyum? Hüzünleniyorum. Ancak şunu fark ettim, kabullenerek özlemek ve geçmişin geride kaldığını kabullenmek mümkün. Dönüp baktığınızda gördüğünüz şeyler güzelliklerse, bunları bugüne taşıyıp hayal kırıklığına uğramaya neden yok. Ne kadar kırılmış, kandırılmış hissederseniz hissedin, dün güzel geçtiyse, bırakın dünde kalsın. Çünkü dün, yaşanırken güzeldi. Yaşanmış dünü, yaşanan bugüne veya yaşanacak yarınlara taşımaya kalkarsanız, hayal kırıklığına uğrarsınız. Dün güzelse, elbette ara ara hüzünleneceksiniz. Çünkü güzellikleri bulmak ve güzel günler yaşamak, zor… Maalesef zor. Ancak dün yemyeşil olan duygular, size kötü bir haberim var, çoktan soldular… Dolayısıyla dünü bugüne taşırsanız, yemyeşil çimenlerle değil, çorak topraklarla karşılaşacaksınız.

Daha fazla acıya katlanamayacağımı hissettiğim anlarım da oldu bu arada. Çok kısa bir süre içinde akademik hayatımda problemler yaşadım, terk edildim, önemsediğim biri bana sırt çevirdi, evimin oldukça yakınında yangın çıktı, birçok acı verici şeyi çok kısa bir zaman dilimi içerisinde yaşadım. Ve o esnada yarınlara baktığımda pek bir şey göremiyordum. Çünkü ileriye doğru yürümeme rağmen gözlerim, kalbim, aklım, ruhum hâlâ geriye bakıyordu. Günün birinde karşıma dikilen gerçeklik duvarına çarptım, bu darbe beni yere serdi, hakem saymaya başladı, ringin dışındaki uğultular başımı iyice ağrıtmaya başladı ve ben ayağa kalkmak istediğimi fark ettim. Hakem dokuz derken ben ayaktaydım. Biliyorum bu kazanabileceğim bir maç değil! Çünkü karşımda gerçeklik ve hayatın ta kendisi var… Hayatın kendisinden evvel ben öleceğim. Ancak birkaç raunt daha dövüşebilirim. Hâlâ birkaç yumruk tolere edebilirim. Dolayısıyla ben, zincirli gülleden bir şekilde kurtuldum. Evet hâlâ bazı şeyleri özlüyorum ve geçmişi yad ediyorum. Yaptığım bazı şeylerden de utanıyorum. Ama hayat yumruklarını sallamaya devam ediyor ve geçmiş rauntlarda attığım iyi yumrukların bana şu an için de, sıradaki rauntlar için de hiçbir faydası yok. Atacağım yumrukları ve kaçacağım yumrukları düşünmem gerek, atılmış ve kaçılmış yumruklar geride kaldılar.

“Well I’ve searched and I’ve searched
To find the perfect life-
A brand new car and a brand new suit
I even got me a little wife
But wherever I have gone
I was sure to find myself there
You can run all your life
But not go anywhere”

“Mükemmel hayat”ı ben de aradım ve tuhaftır, bulduğuma da emindim. Güzel yürüyüşler, kahveler, gelecek hayalleri, başarılı bir akademik hayat, iş teklifleri, iş imkânları… Bütün bunlar birden elimden kayıp gittiğinde ben de acilen bir şeyleri aramaya başladım. Bu arayış hayat boyu sürüyor, farkındayım. Ve dönüp dolaşıp çoğu zaman insan aradıklarını değil, bizzat kendini, hayatını buluyor. Yeni bir sevgili, yeni dostlar, yeni müzikler ararken insan çoğu zaman kendini lisede dinlediği albümleri dinleyip, çoktan kopulan dostlarına mesaj atarken buluyor. Ben de çocuğumun adını, eşim olması fikrinin güzelliğini, geleceğe dair güzel hayalleri, köpek sahiplenme fikirlerini bulmuştum ama yolun sonunda yine kendimle karşılaştım: Aşırı düşünme durumu ve ruhunu açma korkusu. Ne zaman ruhumu ve özümü açtıysam, o zaman kaybettim. Ama bundan vazgeçmeyeceğim. Ruhumu, karanlık tarafımı, utançlarımı, aşırı düşüncelerimi dahi seven ve yanımda olmak isteyen biri de olacaktır. Olmazsa da, “sevmek için zorlamaya gerek yok, yalnızlığın çaresi yalnızlığın kendidir.” Bakın bu şarkı sözü de kopulan bir dostuma aittir. Özü güzeldir kendisinin, umarım bir ömür sağlıklı ve mutlu olur.

“Well I’ll pass the bar on the way
To my dingy hotel room
I spent all my money
Been drinkin’ since a half past noon
I’ll wake there in the mornin’
Or maybe in the county jail
Times are hard getting harder
I’m born to lose and destined to fail”

Sabah nasıl uyanırım ve ne yaparım diye düşündüğüm birkaç gecem oldu. Tuhaf bir duygu durumu var: Yapmak istediğiniz şeyi yapamadığınızda, büyük bir boş vermişlik söz konusu olabiliyor. Yanımda olmadığın sürece burnumu kıracak bir kavgaya girmemle halay çekmem arasında hiçbir fark yok. Yanımda olmadığın için canım sıkkın ve ne olursa olsun vakit öldürmek istiyorum. Ne olduğu umurumda değil. Eh, böyle düşündüğüm oldu, itiraf etmem gerekir. Ancak ben bir şekilde kaybetmek için doğduğuma yönelik inancı kırdım. Birkaç ay geçti, yangınlar söndü, kırılan kalbim atmaya devam ediyor, akademik krizler çözüldü ve yaşamaya devam ediyorum.

Hâlâ birkaç yumruktan kaçabilirim.
Kaçacağım da.

Sevgiyle kalın!

Yazarın (antropolog) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

 

Şarkılarım, Her şeyden evvel, yazıya konu olan şarkıyla başlayalım. Şarkılarım Ball and Chain – Social Distortion, Şarkılarım, Şarkılarım ve müzik.

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir