Soğuk Oyunlar
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Soğuk Oyunlar

Bir Eylül Hikâyesi-3

0

Soğuk Oyunlar

İstanbul, 16 Ocak 2020

Saat 17.30. Annemin mezarının başından ayrılıp mezarlıktan çıkıyorum. Yüzümü sola çevirip, gözlerimi İstanbul’un boğaz manzaralı evlerine dikiyorum. Kar atıştırmaya başlıyor. Taşlı yollardan geçerek şehrin izbe sokaklarına atıyorum kendimi. Barlardan sarhoş naraları yükseliyor. Evlerin bacalarından sızan kesif koku burnuma doluyor. Kaldırım taşlarına dokunuyorum sessizce. Kar taneleri birikiyor saçlarıma. Şehre çöken puslu karanlık soğukla birlikte bedenimi titretiyor.

Tren istasyonuna uğrayıp bir bilet satın alıyorum. Gardaki eski, ahşap bir banka oturuyorum. Ellerim karıncalanıyor. Üşüyorum. Nihilist şarkılar tutturuyorum sonra. Bir kedi gelip dizlerime uzanıyor. Heybemdeki taze simidin birazını ona veriyorum. Samsun’a gidecek trenin melankolik sesi duyuluyor. Ayağa kalkıp onuncu vagona doğru ilerliyorum. Trene biner binmez üçüncü sınıf bir kompartımana yerleşiyorum. Veda sancıları yüreğime tükürüyor. Tren dağ yamaçlarında ilerlerken uykuya hapsoluyorum…

Samsun, 17 Ocak 2020

Sabahın erken saatlerinde kondüktör beni gür sesiyle uyandırıyor. Yüzümü cama doğru çevirip Samsun’un buz kesmiş yapılarına bakıyorum. Büyük bir hazan bulutu sarıyor aklımı. Oğuz Atay romanları sıralanıyor nasırlı dudaklarımda.

Trenden inip gardan uzaklaşıyorum. Kalabalık caddelerde ellerim ceplerimde amaçsızca yürüyorum. Güneş kıskançlık edip göstermiyor yüzünü. Limandan ayrılan gemilerin siren sesleri yankılanıyor şehrin taş yapıları arasında. Soğuk uzuvlarımı kemiriyor. Isınmak üzere Türkmen Kahvehanesi’ne uğruyorum. Kahvehanenin ortasında bir kömür sobası yanıyor içli içli. Pencere kenarındaki masaya yerleşiyorum hemen. Kahvehane sahibi çırağına bağırıyor:

Sinan radyonun sesini aç!

Garson ağır hareketlerle masama gelip kahve ve maden suyu bırakıyor önüme. Kahveyi yudumladıkça kendime geliyorum. Pencere camına vuran rüzgâr, kederin sert mısralarını getiriyor avuçlarıma. Kızım Ekim’i, Eylül’ü, annemi düşünüyor; zemheri ayının aksisedaları içinde kayboluyorum. Nietzsche’nin bir sözü tutunuyor omuzlarıma:

Ne için yaşadığını bilen insan, hemen hemen her şeye katlanabilir.

Saat 11.00’a vurduğunda kahvehaneden ayrılıyorum. Kilyos Mezarlığı’na doğru sıklaştırıyorum adımlarımı. Mezarlığın çürümeye yüz tutmuş demir kapısını açıp mezarlığa giriyorum. Su birikintileriyle dolu çamurlu yoldan geçerek Eylül’ün mezarına ulaşıyorum. Mide çeperime sinen bulantılar ayaklarımı titretiyor. Ağrılı bir matem sızıyor dilimden. Ruhum üşüyor. Bir müddet sonra kırmızı elbiseli genç bir kadın beliriyor yanı başımda. Rüzgârla küfleniyor donuk bakışları. Göz kapaklarının altındaki soğuk iklimler vuruyor yüzüme. Saçlarımı okşuyor ince parmaklarıyla. Karahindibaların kor ateşleri dökülüyor büyülü sesinden:

“Yosun tutmuş plakta şarkılar
Sen yoksan soğuk bu oyunlar
Her tükeniş bir yara maziden
Yıkılmasın aklına hatıralar”

Sorgulayan gözlerle bana bakıyor. Ona ismini soruyorum. “Adım Nisan,” diyor…

Samsun, 18 Ocak 2020

Saat 06.30. Gün ağarıyor. Sahildeki beton yığınlarının üzerine bırakıyorum kendimi. Denizin tuzlu kokusunu çekiyorum ciğerlerime. Rüzgâr bedenimi çürütüyor. Denizin ortasında uçuşan martıların tiz sesleri, acının yağmurlu cümlelerini bırakıyor göz uçlarıma. Hatıralar düşüyor düşlerimin kuru sahillerine. Yaşamın soluklarını duyuyorum; ama algılayamıyorum…

 

Yazarın (Mustafa Aslan) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Soğuk Oyunlar

1990 Manisa doğumlu. Adnan Menderes Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu, Yiyecek İçecek İşletmeciliği Bölümü lisans mezunu.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
Munis Ölüm

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir