Sadece Kazaydı
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Sadece Kazaydı

0

Sadece Kazaydı

Elindeki kırmızı kalemle sınav kâğıtlarındaki hataların üzerini çiziyordu. Altı kere altı otuz altı eder, otuz dört değil. Nerde öğreniyorsunuz anlamadım ki siz matematiği daha en basit düzeydeki soruları bile yapma konusunda sorunlar yaşıyorsunuz… Ah ah eskiden böyle miydi oysa? Tabii disiplin vardı o zaman… Korkardık bir kere, öğretmenimizin sözünden çıkmazdık, utanma da vardı tabii. “Halime” diye koca sesiyle bağırdı mı sınıfta nereye kaçacağımı şaşırırdım. Şimdiler öyle mi, nerde eski zamanların terbiyesi! Şimdiler canavar…

“Ne diyorsun hanım orda kendi kendine?”

“Yok bir şey, sen işine bak.”

“İyi. Ben yatmaya gidiyorum. Senin işin uzun mu daha?”

Kadının konuşmasını beklemeden yatak odasına doğru yol almaktaydı ki aklına söyleyecekleri gelince geri döndü ve kafasını kâğıtlara gömmüş karısına doğru konuşmaya başladı.

“Yarın akşam beni yemeğe bekleme. Geç gelirim. Sen yat uyu.”

“Neden?”

Kocasının yüzüne bakmadan sormuştu soruyu.

“Bizim şirketin ödül töreni var. Ödül dediğime bakma, şimdilerde adet oldu o ay çok satış yapana rozet veriyorlar. İşte yemekti falan derken geç olur.”

“Rozet mi?”

Kâğıtlara bakmayı bırakıp gözlüğünü çıkarmış kocasına bakmaktaydı.

“Evet, işte insan kaynaklarının kararı; neymiş motivasyonmuş falan…”

“Ne yapacakmışsın rozetle onu da söylediler mi bari? Onun yerine para verselerdi. Ne saçma, şimdiki çocukları bile rozetle motive edemem ben…”

“Aman neyse canım. İşlerin nasıl yürüdüğünü sorgulamayı bırakalı çok oldu. Neyse ben yatıyorum, çok yorgunum. Sen de fazla geç kalma.”

Kocası gittikten sonra tekrar işinin başına döndü. Sınav kâğıtlarını okumaktan, yapılan en basit hatalardan dolayı canı sıkılmıştı. Oysa öğrenciyken hiç böyle olacağını düşünmemişti. Daha mesleğe başlayalı çok olmamasına rağmen bıkmıştı; gürültüden, çocuklarla uğraşmaktan, aldığı üç kuruş paradan, velilerden… Galiba en çok veliler canını sıkıyordu. En ufak bir harekette soluğu okulda alıp hesap soran veliler… Siz bizim verdiğimiz paralarla maaş alıyorsunuz çocuklara öğretmek sizin göreviniz, benim çocuğum zekidir siz öğretememişsinizdir, üstün zekâlı çocuk aslında ama ben onun normal okulda okutmak istedim… Velilerin bitmek tükenmez isteklerini karşılamak için mi bu mesleği seçmişti? Of diye iç çekti kafasını önündeki okunmayı bekleyen kâğıtlardan kaldırıp. İşte o zaman gecenin sessizliğinde duydu mutfaktan gelen pıt, pıt, pıt seslerini. Musluk açık kalmış da su damlatıyormuş gibiydi. Uzun süredir hareketsiz öylece oturmaktan uyuşmuş bacaklarını hareket ettirerek mutfağa doğru ilerledi. Musluğa yaklaştı kapalı görünüyordu. Biraz bekledi ama yok, su ondan gelmiyordu. Tezgâhta duran su şişesini görünce ne kadar susadığını fark etti ve musluğu açarak su doldurdu. Sıkıca kapattı ve su damlatmadığına emin olana kadar bir süre bekledi. Nefes bile almadan çevredeki seslere kulak kabarttı. Derin bir sessizliğin içindeydi şimdi. Oysa bu saatler gecenin en hareketli saatleri olurdu hep. Sokaktan eve dönmek için geçenler, sabırsız araba kornaları, üst komşuların yaptığı kavgalar… Bu gece ise sanki biri mute tuşuna basmış gibi sessize alınmıştı. İşinin başına dönmeye hazırlanıyordu ki biraz önce duyduğu ses tekrarları. Pıt, pıt, pıt… Ses mutfaktan gelmiyordu ona emindi. Peki öyleyse nereden geliyordu? Salona ilerledi onu bekleyen kâğıtlara göz gezdirdi ama az önceki çalışma iştahı kaçmıştı bir kere. Saate baktı, uyumayı düşünse de vazgeçti. Uykusu yoktu henüz. Televizyonun başına geçip kumandayla kanallar arasında rastgele gezinmeye başladı. Daha önce başını bilmediği, hiç izlemediği diziler dönüyordu. Büyük evlerde yaşanan sıradan hayatlar diye düşündü. Gelsinler bakalım bizim gibi elli metre kare evde iki kişi yaşamaya çalışsınlar da göreyim. Koskoca evde neredeyse bir odası benim evim kadar, can sıkıntısından kendilerini oyalayacak iş arıyorlar. Entrikaymış sen bırak bunları da azcık kamerayı gerçeklere çevir! Asıl aradığın o, öz gerçekliğin içinde tam orta yerinde.

Varlığından bile haberi olmadığı bir televizyon kanalında durdu aniden. Sakallı, siyah saçlı bir adam elinde ne olduğunu anlayamadığı lamba benzeri bir aletin tanıtımını yapıyordu. “Karanlık gecelerinize ışıltı katacak yepyeni bir aletle karşınızdayım. Elimde tuttuğum bu aletin adı üstünde ışıl. Bunun sayesinde gece karanlıkta korkmadan sokaklarda dolaşabilirsiniz. Gece gezmek hiç bu kadar kolay olmamıştı…” Reklama tahammül etme süresi bir dakikaydı belki daha az, o süre dolunca diğer kanalları gezmeye başladı ama aradığını bir türlü bulamadı. Hoş ne aradığını da bilmiyordu. İçine aniden gelen sıkıntı ona nefes aldırmıyordu. Masanın üzerinde duran yarım bıraktığı kâğıtlara baktı ve acaba devam edip bitirsem mi diye geçirdi aklından ama canı istemiyordu. İçeriden kocasının horultuları geliyordu. Adam kendini çoktan derin uykunun sıcacık kollarına bırakmıştı bile. Keşke ben de öyle çabucak uyuyabilsem diye geçirdi içinden. Kanepede uzandı ve kumandayla anlamsızca gezinmeye devam ederken biraz önce duyduğu sesi tekrar duydu. Bu sefer daha derin olmasına rağmen daha yüksekti ses. Pıt, pıt, pıt… Evden gelmediği kesindi, en azından mutfaktan gelmiyordu ona emindi. Ses ona tarif edemediği bir huzursuzluk vermişti. Adını koyamadığı bir çağrı gibiydi çok uzaklardan gelen. Üstüne uzun sarı hırkasını giyerek evden çıkıp koridor boyu sesi takip etmeye karar verdiğinde gece yarısı olmak üzereydi. Çekmecelerde el feneri aradı, vakti zamanında almışlardı evlendikleri vakit. Bulsa bile çalışıp çalışmadığından emin değildi. Kapıyı kapattı, anahtarı cebine koyarak ilerlemeye başladı. El fenerini bulamamıştı bir türlü. Şimdi reklamlarda gördüğüm ışıl olsaydı işime yarardı diye geçirdi aklından. Sese kulak kabarttı. Yukarıdan geliyordu. Yirmi katlı apartmanın beşinci katında oturuyorlardı. Asansöre doğru gitti ama tam elini uzatmış çağırma düğmesine basacakken ne kadar eski olduğu aklına gelince vazgeçti. Köhne asansör bu gece bozulursa ki bozulabilirdi bu saatte tamirci çağırmaları zor olurdu. Hem onu böyle pijamalarıyla asansörde bulurlarsa ne derlerdi, durumdan kurtulmak için nasıl bir açıklama yapardı, ses duydum dışarı çıktım dese mantıksız bulunduğu gibi kimse de ona inanmazdı. Merdivenlerin tırabzanlarına tutunarak birer ikişer tırmanmaya başladı. O ilerledikçe sanki ses de yükseliyordu. Bir an içi ürperdi kendisini üçüncü sınıf bir gerilim filmi içinde bilinmeze doğru ilerlerken hayal etti. Hem merak hem de korkuyla karışık endişeyle ilerlerken aniden gelen gümbürtüyle irkildi. Bulunduğu katta asansör büyük bir sesle inmişti. Saklanmasına fırsat kalmadan kapı ağır aksak açıldı ve şaşkınlıkla içinden kimin çıkacağını beklemeye başladı. Yaşlı bir adam elinde bastonuyla ağır adımlarla ilerledi ve Halime’nin orda olmasına aldırmadan asansöre en yakın kapının zilini çaldı. Kapı açılmasını beklemeden hızlı adımlarla ilerledi. Ses kesilmişti şimdi. Bunu ancak en son kata çıktığında fark etmesine şaşırdı.

Biraz bekledi, sesin tekrar gelmesini ama biraz önceki asansörün sesi onu bastırmıştı demek. Çatı katındaydı şimdi terasa çıkan kapı ardına kadar açıktı. Bir an tereddüt etse de merakı korkusuna galip geldi ve açık kapıdan içeri girdi ve en uca doğru ilerlemeye başladı. Gecenin serinliği içini ürpertmeye yetmişti çoktan. Hırkasına sıkıca sarıldı. Ne zaman kendini savunmasız hissetse içine durdurmadığı bir üşüme gelirdi. Şimdi de ne olacağı bilemeden ilerlerken vücudunun titremesine engel olamıyordu. En az kendilerininki kadar yüksek olan binalara baktı. Hepsi birbirine benzer, çirkinlikte birbirleriyle yarışacak kadar kötü görünüyorlardı. Yüzünü buruşturdu, gökyüzüne doğru baktı tek bir yıldız bile görünmüyordu.

“En son ne zaman yıldız gördün sen?” Bir anda şaşırarak etrafına bakındı. Kimseyi göremeyince yavaşça kapıya doğru yaklaşıp eve gitmeyi düşündü.

“Kaç tabii kaçmak en kolayı!”

Neler olup bittiğini bir türlü anlayamıyordu. Kapıya ulaşmasına sadece birkaç adım kalmıştı.

“Kaçmak senin en iyi bildiğin iş değil mi? Nasılsa kimse seni görmediyse suçlu değilsindir. Kaç git o sığındığın sıkıcı hayatının içinde iyi, idealist öğretmen rolünü oynamaya. Nasılsa gerçekleri sadece ben biliyorum! Ben de bu halde konuşamayacağıma göre. Sırrın güvende…” Ne olursa olsun hatırlamak istemiyordu. Ses gerçek değildi, yok hayır bu sen gerçek olamazsın. Sadece bir hayaldi, bilinçaltının oynadığı küçük bir oyundu bu.

“Sen gerçek değilsin, sana çarptım ben. Oracıkta.”

“Öldüm evet, sen de arkana bakmadan kaçıp gittin. Beni oracıkta bıraktın! Kimsesiz gibi adeta bir piç gibi!”

“Korkmuştum, ne yapacağımı bilmiyordum.” Elleriyle sesi duymamak için kulaklarını kapatıp kapıya doğru ilerliyordu. Bu gerçek değil, hayır gerçek olmaz, kapıdan girip eve gideceğim ve tüm bunlar silinecek. Sağ eliyle kapının kolunu tuttuğunda ilk hissettiği sıcak, yapışkan bir ıslaklık oldu. Parmaklarını birbirine sürterek bunun ne olduğunu anlamaya çalıştı. Görünüşe göre kandı bu. Çığlık atarak kapının kolundan uzaklaştı ama eve girmesi için kapıdan geçmesi gerekiyordu. Sol ayağını uzattı ve hantal demir kapıyı zorlukla da olsa içinden geçebilecek kadar açtı ve merdivenlerden koşarak inmeye başladı. Hayır, bu gerçek olamaz, bu gerçek değil, gerçek değilsin sen diye titreyerek evin kapısına geldi. Titreyen elleriyle anahtarı zorlukla anahtar deliğine sokarak çevirdi. Ellerine bulaşan kanı yıkamak için koşar adım banyoya geçti ve aynada bembeyaz olmuş suratıyla karşılaştı.

Onun sesine uyanmış olan kocası uykulu gözlerle yanına gelerek “İyi misin hayatım neyin var?”

“Kan, kan var ellerimde…”

“Ne kanı. Gel bakayım. Elini mi kestin. O bayağı da derin kesmişsin. Dur bekle sarayım hemen. Yarın doktora gideriz belki dikiş gerekir. Nasıl oldu bu?”

“Bilmiyorum. Bilmiyorum. Sadece kazaydı. Korkmuştum. Sadece kazaydı…” Bir süre ağlamaya devam etti. “Sadece kazaydı”, ağzından çıkan tek cümle oldu gece boyu…

Sadece Kazaydı

Yazarın (Zeyno) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

– Sadece Kazaydı

İlginizi Çekebilir
Evdeki

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir