Saçlarındaki Keder
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Saçlarındaki Keder

Yazan: Özlem D. P.

0

Saçlarındaki Keder

Hiç aklıma getirmemiştim diyecekti benimle paylaştığında. Üniversitedeyken, oturduğu evin karşısındaki kuaföre ilk gidişinden bahsetmişti. Hava öyle sıcak ki demişti, tişört sırtına yapışmış kuaförün koltuğuna oturduğunda. Doğurdu doğuracak kuaför, oflamış puflamış fön çekerken. Öyle kötü hissettim ki demişti, kadın ne çok saçın var ya hu, derken. Ona verdiğim rahatsızlıktan ötürü biraz azalmasını diledim, demişti. Sence Allah, o dileğimi mi kabul etmiş oluyor şimdi, diye sormuştu gözlerini kaçırarak. Bazı sorulara cevap vermemeyi yine ondan öğrendiğimden susmuştum.

Hiç şekil almazlar diye ne çok şikâyet ederdim bir bilsen demişti. Biliyordum, ne çok şeyler denemiştik saçlarında. Kalın dalgaları kabarırdı. Her sabah kalktığında fotoğrafını çekip gönderirdi bana. Püskürürdüm her defasında. Alnından kulaklarına doğru küçük saçları suratını bir ayçiçeğine döndürürdü adeta. Güneşte fazla kalmışım derdi, siyah saçlarım güne bakmaktan kavrulmuşlar. Şimdi bunu anlatıp biraz güldürsem diyorum, konuşmama ihtiyacı yok diyorum. Kelimelerimi kalbime sıkıştırıyorum.

Saçlarımı yine parmaklarımla taradım geçen sabah, dedi. Parmaklarıma balıksız bir ağ dolandı sandım. Şimdi ağlasam diyorum haykırarak, koşup gelecek ne oldu anne diye. Hiç diyeceğim. Hayatımın en büyük yalanı… Bir poşet alıp doldurdum usulca, çekmecenin en üst gözüne koydum. Şimdi kimse şikâyetçi olmaz yemekten çıkarken. Salatanın içinden çıkınca bazen dalga konusu bile yapıyoruz. Benim ağa bir domates takıldı diyorum. Levent de sen şanslısın baksana benimki boş geldi diyor. Keşke biraz ağlasa diyorum bazen onun için. Ne bileyim, birden bir gün patlayıverecekmiş gibi geliyor bütün duyguları. Yastıkta onun saçlarını görünce kızardım, vuracağım kafanı makineye haa, derdim. Geçen gün çarşafları değiştirirken fark ettim. Yastığının altına saçlarımdan bir yumak yapmış. Sanırım yastığa dökülenleri bana göstermemek için toplamış. Canım benim…

Bazen saç değil de mesele diyorum. Ben galiba gitme ihtimalinden korkuyorum en çok diye düşünüyorum. Sanki saçlarım artık düşemeyecek, uzayamayacak, kuaföre gidip kısalttıramayacakmışım gibi. Hiç âdetim değil ama kuaför sandalyesine oturup saatlerce istediğim modeli anlatmak istiyorum. Oysa hangisi yakışırsa diye onlara bıraktığım günlere üzülüyorum bazen. Şimdi sorma lütfen niye en kötüsünü düşünüyorsun diye. Neyi düşüneyim ki? Aklıma geliyor işte. Geceler uzuyor başımı yastığa koyunca. Ona bakıyorum. Dönüp duruyor en sonunda dalıyor uykuya. Kızın odasına gidiyorum süt gibi lekesiz bir uykunun koynunda. Sokuluyorum yanına. Rahat edemiyor fark ediyorum. Kalkıyorum. Ya ben de gidince rahat edemezsem geri gelebilecek miyim diye düşünüyorum. Saçma biliyorum. Saçmalıyorum.

Annem geliyor. Çok üzülüyor biliyorum. Gözleri hep yaşlı, hep yorgun ve kırmızı… Şişmiş gözkapaklarından sızıyor yaşlar. Ağlama demiyorum artık ona da. Kızımı doğurduğumda dizine yatırmıştı. Saçlarımın arasında parmakları geziyor, kabarık tavuğum diyordu gözyaşları o zaman da eşlik etmişti. Niye ağlıyorsun dediğimde ne zaman büyüdün de yavrun oldu demişti. 3 yaşındaki, iki yanından saçlarını ördüğü kız gitmiş otuzunu aşmış bir kadın olduğuma inanamıyordu haliyle. Her gün arıyor, ne yapıyorsun deyince, hiç diyorum. Sen, diyorum. Oturuyorum diyor. Biliyorum onu ben. Pencerenin önüne oturup, yoldan geçenleri izlerken kederini dağıtmaya çalışıyor. Gözleri beyaz tüle takılıyor. Gelinlikle görüyor beni sonra aklına getirmek istemedikleri geliyor. Kalkıp bir çay demliyor, bir sigara tüttürüp efkârını dağıtıyor, sonra da beni arayıp koy veriyor ağlamayı. Kapatıyorum anne, Melek okuldan gelecek diyorum. Aslında onu okula yollamasam mı diyorum. Şurada birkaç ay kaldı okulların kapanmasına, ne kaybedebilir ki diyorum. Bir iki ay 6 yaşındaki çocuğa ne kaybettirir? Sonra koca bir bardak su içip unutuyorum ne düşündüğümü.

Aynanın karşısına geçiyorum. Arkadaşım vardı bir tane, ikili tokalar alır ve bir eşini bana verirdi hep. Verdikleriyle süslüyorum saçlarımı. Kapı çalıyor. Anne, çılgınlıklar yapmışsın saçına diyor kızım. Kuduruyoruz. Saçına takıyorum bütün tokaları. Gülüyoruz, gözlerimizden yaşlar gelene kadar. Kalbimdeki derin korku hortluyor o an. Küt küt atışını duyuyor. Yaşlar boşalıyor bir anda. Ne diyeceğimi şaşırıyorum. Ne oldu anne, ne oldu anne, ne oldu anne, diye haykırışlarını duyuyorum. Hiç diyorum. Kalkıp tokaları çıkarıyorum. Yüzümü yıkıyorum. Sakince mutfağa süzülüyoruz. Sessiz. Çıt çıkmıyor evimizde. Pera, ayaklarımıza dolanıyor. Kucağımda onun sıcaklığını hissediyor, sırtını kaşıyorum. Akşam biraz çıkıp dondurma yiyelim diyorum. Masum yüzüne muziplik katıyor. 3 top isterim diyor. Direnecek gücüm de isteğim de yok ve evet şımarsın istiyorum. Şımartıyorum.

Levent’e söylemiş, annem çok ağladı demiş. Korkmuş… Çok korkmuş. Benim kadar korkmuştur eminim. Küçücük kalbine hangi hisleri doldurdum densizliğimle acaba? Geçiştirmiş o da. Ne desin ki, nasıl desin? Zaman, biraz daha… Azalan zamandan yemeye daha ne kadar devam edeceğim hiç bilmiyorum. Sanki günlük yaşıyor, günlük üzülüyorum. Sonra bir an geliyor, yüz yıllık bir acıyla sarsılıyor bedenim. Ne yaparlar bensiz acaba? Yani olur da ben gidersem. Ya tamam, iyi ihtimalleri de düşünüyorum ama beni bilirsin. Kendime itiraf etmeyi seviyorum duygularımı. Aklımdan geçenleri dillendirince çözüme daha kolay ulaşıyorum. İhtimalleri avcumda tutunca kabulleniyorum. Kabullenmiş gibi görünüp beğenmediğime istediğim gibi isyan etmek de yaşamaya dair bir arzu değil mi?

Ah ne çok söylendim değil mi? Aslında ben sana saçlarım için gelmiştim. Bana hediye ettiğin şallarla süsleyeceğim bir tıraş yaparsın değil mi diye sormaya geldim. Saçlarını Levent’i tehdit ettiği makineyle kazıdık o gün. Tanıdıklarımızın saçlarına bahaneler bularak, omuzlarından aşağıya dökülenleri sakal-bıyık yaparak, gülmekten ağlayana kadar oynadık saçlarıyla. Elin yatkındır diye, bana bir de kaş çizdirdi. Kırk yama modeli şalı kafasına doladı ve usulca çıktı kapıdan. Arabasına binene kadar pencereden onu seyrettim. Öyle coşkulu, öyle duygusal birkaç saat geçirdiğimize, duygularımızın iniş çıkışlarına öyle hayret etmiştim ki. Kahkahasını gökyüzüne gönderir gibi geriye atışı hep gözümün önünde. Gülücük biriktiriyormuş yukarısı için. Bilmiyordum.

37 yıllık kabarık saçlarını tel tel saklamış Levent. Usulca eğildi mezarının başına, sevgilisinin yanı başına bıraktı. Saçların sana çok yakışırdı hayatım, dedi. Melek, annesinin kırk yama şalını takmış saçlarına. Gözyaşları karışıyor anneannesiyle birbirine. İsyanları gözlerinden okunuyor ancak kelimeler harflere bürünemiyor işte. Melek’e sarılıyorum, kollarımda bir kuş gibi, annesinin kokusu. Levent’e bir kutu uzatıyorum. Başak’ın kahkahalarını videoya almıştım, onu veriyorum. Mezarlık, kalbimi sıkıştırıyor. Uzaklaşıyorum. En yakınlarını en yakınında bırakarak çiseleyen yağmurla ritim tutarak adımlıyorum toprak yolu. Ona saçlarını geri ver Allah’ım, ona saçlarını geri ver Allah’ım diye dua ediyorum. Her gün…

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. 

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Saçlarındaki Keder

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir