Düş Armağanı
0

Düş Armağanı

“Bir gece ve ne hikmetse aynı gece adam ve kadın birbirlerinin rüyalarına geldiler.”

Onca gürültünün, hengâmenin arasında; gündemin çalkalandığı, ülkenin ayaklandığı zamanlarda tek bir arzusu vardı.

Uzun zaman önce unutmuş olduğunu düşündüğü ya da anımsamaktan bile kaçtığı günler içinden bir gün diyebiliriz, durduğu yerde istedi. Önüne geçilemez bir tutkuyla istiyordu.

Enkaz bırakan zelzeleleri, evleri alıp götüren selleri görmezden geliyor ve zaten siyasi gündemi çoktan bırakmış kendi içinde onu görmek dileğiyle yanıp tutuşuyordu.

Zordu bu, insanlar ne derdi. Şimdi olacak iş miydi? Hele ki kendi ailesi böyle bir durumdayken çok bencilce olmaz mıydı? Bu düşünceler aklının sadece çok ufak bir kısmını meşgul ederken asıl meselesi nasıl ve nerede rastlaşabilirler bunu düşünmek olmuştu.

Karşısına nerde çıkabilirdi, hangi saatler daha uygun olurdu? Çalıştığı iş yerinin oralarda dolaşsa… Hayır, nerede çalıştığına daha önce hiç dikkat etmemişti ki. Eskiden olsa adımını ezberlerdi ama şimdi çalıştığı yerden bile bir haberdi. Fakat neden, neden bu kadar uzaklaştırmıştı kendini, ne gerek vardı? Belki de tüm bastırmış olduğu duyguları açığa çıkmış gerçeklerle yüzleşmeye çabalarken, bu sorularda kafasını tırmalıyordu.

Durdu, bir anda yüzü buz kesmişti. Önceden hiç pişman olmayı bilmeyen biri olarak ona ait eşyalardan nasıl vazgeçtiğini hatırlayınca ilk pişmanlığını yaşadı. Kokusundan, bıraktıklarından, her anısını tek tek canlandıran tüm nesnelerden vazgeçmiş üstüne üstlük hepsini de atmıştı. Bunu yapmayı gerçekten nasıl başarmıştı? Peki ya bu bir başarıysa şu an yana yakıla neden bu kadar pişman oluyordu?

Tüm bu sorulardan artık kaçmaya çalışıyordu. Hissettiği, istediği duyguları aklından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Şimdi sırası değildi, yatağına bu kadar rahat yatmışken uyumalıydı. Sabaha onu bekleyen bir sürü iş ve çok az bir zamanı vardı. Direndi. Uyumak için döndü durdu. Ama ne tesadüftür ki düşünceleri de kafasında dönüp duruyordu. Emindi sabah olunca sakinleşecek, bir daha düşünmeyecek ve istemeyecekti. Yıllar önce geride bıraktığı hiçbir şeye geri dönmeyecekti. Bu konuda da oldukça kararlıydı.

Yatağında ağrı çekercesine kıvranmaya devam eden o kadın, bir önce uykuya dalmayı diliyordu ve aynı zamanda da bir an önce sabah olmasını…

Dakikaları takip etti, kendini durduramadığı için bir yerlerden adamın resimlerine bakmaya başladı. Her fotoğraf karesinde dakikalarca takılı kalıyor, tüm detaylarıyla inceliyordu. Birkaç fotoğraf sonra sanki yanındaymış gibi hissetmeye başladı. Yatağındaymış, ellerine kavuşmuş, dudaklarının birkaç santim uzaklığındaymış gibi… Bu düşünce onu rahatlatıyordu hatta hiç olmadığı kadar huzurlu hissetmeye başlamıştı. Bozmak istemedi. Diğer bir fotoğrafa geçmedi. Takılı kaldığı fotoğrafı hafızasına kazıyıp gözlerini kapadı. Artık o tam merkezde, kadının bizzat gözlerindeydi. Kadın onu gözlerine hapsetti ve asla ağlamamalıydı. Yoksa her gözyaşı resmin akıp gitmesine sebebiyet verirdi.

Ardından biraz rahatlamış ve sanki hedefine ulaşmış gibi uykuya daldı. Rüyasında, gerçekte beklediği gibi onu beklemiyordu. Fakat tam da beklemediği anda belki de gözlerine hapsettiği için o adam bu gece misafir olmuştu. Kendi isteğiyle gelmişti. Usulca kapıyı çaldı, içeri girmek için sabırsızlanıyordu. Kadın ilk başta şaşırmış olacak ki almak istemedi. Adam ısrar ediyordu. Söyleyeceklerinin önemli olduğunu vurguluyor, etrafında birilerinin onu kapıda görmesinin uygun olmayacağını söyleyerek kadını cezbetmeye çalışıyordu. Başarılı da oldu, kapıdan içeri adımını atar atmaz kadın ondan uzaklaşmayı tercih etti. Özgürce davranmıyordu, arzu ettiklerini gerçekleştirmiyor ona bir yabancıymış gibi uzak duruyordu. Adam yaptığı yanlışların farkında ama geç kalmış bir şekilde pişmanlık duyduğunu hissettirmeye çalışıyordu. Aynı zamanda kadına ne kadar çok ihtiyacı olduğunu da itiraf ediyor, şefkat ve merhametine sığınmak istiyordu.

Onu evinde görmeye, uzun zaman sonra uzanabilecek kadar yakınında olduğuna inanamayan kadın sadece bakıyordu. Sanki dili tutulmuş gözlerinin içine yaşlar hâkim olmuştu. İşlerine sardı kendini… Asla elinde yıkamadığı bulaşıklarını şarıl şarıl akan suyla köpürtmeye başladı. Adam ağzından çıkacak kelimeleri hazırlarken kadının arkasına oturmuş sırtını seyrediyordu.

-Sen sevmişsin, dedi. Sen sevmişsin beni. Benden bir adam olmaz, biliyorum. Ama sana çıktı yolum.

Her cümlesinde duraklıyordu adam. Karşılaşacağı tepkilerden korkuyor ama konuşmak istiyordu. İçindekileri söylemek için çalmıştı bir gece vakti kadının kapısını. Her saniyesini değerlendirebilmek içgüdüsüyle devam ediyordu ağzından çıkacakları düşünmeye. Aynı zamanda kadının sırtına baktıkça dokunmak, sarmak istiyordu onu bedenine. Tüm kaburgalarını özlemişti, sırtını kendine dönmüş olması zoruna gidiyordu.

Kadın susuyordu. Bunca zaman sonra bir çıkarı olmadan mı yolu düşmüştü adamın? Kim inanırdı ki buna? Bulaşıkları yıkamaya devam ederken elindeki bardağı öyle bir sıkıyordu ki çatlamasına sebep oldu. Fark edince bırakıverdi lavaboya, haşin bir dönüş yaptı arkasına. Adamın gözlerine baktı, ne varsa yaşadı geçmişten gelen. Hatırladı kaçtığı her şeyi… Adam ise kalktı yerinden. Aheste aheste doğruldu, kavradı kadının belini korkusuzca ama aslında ürkerek. Kadını kendinden ayırmak istemeyecek kadar inatçıydı. Kadınsa kendini asla kaptırmayacak kadar temkinli kalakalmıştı. Nefesleri birazdan birbirlerine değmeye başlayacaktı. Gözleri iç içe geçmiş, tenlerinin sıcaklığı eşitlenmişti. Sadece birbirlerine kenetlenmiş duruyorlardı. Kadın kendini bıraktırmaya uğraşmak için yeltenmiyor adamsa bunu fırsat bilip iyiden iyiye yanaşıyordu kadının bedenine. Birbirlerini arzuladıkları oldukça aşikârdı. Fakat bu arzu zarardan başka bir şey getirmeyecekti onlara. Adam kadının saçlarını okşamaya başlamıştı.

-Saçlarına sığınmaya geldim, izin ver bana.

Kadın hâlâ susuyordu, konuşmamaya yemini var gibiydi. Ağzından çıkacak bir kelime adamı kurtarabilecekken her şeyi mahvedebilirdi de. Bunun bilinciyle dudaklarını dahi kıpırdatmıyor ama gözleriyle birçok şeyi anlatıyordu. Onu ne kadar özlediğini anlatıyordu. Kollarına kendini özgürce bırakmak istediğini, kendisine sağladığı huzura bürünmek istediğini, bedenindeki güvene sımsıkı sarılmak istediğini… Kadın susarak o kadar çok şey anlatıyordu ki adam tereddüt etmeden dudaklarına değdi. Öpüşmüyorlardı. Ama dudakları birbirine dokunmuş baharın habercisi olmuştu.

Kadın uyandı. Gecenin köründe zorla uyuduğu uykusundan uyandı. Yatağından kalkamıyordu, hareket edemiyordu. Tekrar uykuya dalmak için dişini sıkıyordu. Adamı bir rüyanın içinde bırakıp gelmiş olamazdı. Zaten asla bırakmak istememişti de, itiraf edemedi.

Adam uyandı. Neye uğradığını anlamadan sersemce uyandı. Yatağında usul usul doğrulup, telefonunu eline aldı. Bir fotoğraf açtı, kadına bakıyordu. Aslında terk ettiği ama içinde bir yerlerde kalan o kadına, rüyasına neden geldiğini anlamlandıramadan belki de az buz bir özlemle sadece bakıyordu.

Bir gece ve ne hikmetse aynı gece adam ve kadın birbirlerinin rüyalarına geldiler. Onlar sadece bedenen yaşanan bir birlikteliği bitirmişti. Ruhlar ayrılmazdı, kanıtladılar. Rüyalarında arzuladılar birbirlerini ve rüyalarında sarmaladılar.

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. (Düş Armağanı öyküsü)

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Düş Armağanı

Düş Armağanı

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir