Ölmüş Bir Çocukluğun Gerçekliği
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Ölmüş Bir Çocukluğun Gerçekliği

Yazan: Berna YILDIZ

0

Ölmüş Bir Çocukluğun Gerçekliği

  • “Sokağın ortasında başıboş gezen çocuğu görüp yanına yaklaştım.” Cümlesiyle başlayan bir öykü yazın.

Sokağın ortasında başıboş gezen çocuğu görüp yanına yaklaştım. Diyebileceğim tüm kelimeleri zihnimin her bir zerresine sıkıştırıp yarı çocuksu bir sesle “Merhaba!” dedim. Çocuk mahcup ve bir o kadar da mağrurdu. Hiçbir şey söylemeden kafasını usulca eğdi. Alışıktım bu tavra, on yıl geçmişti ama o tavır hâlâ aynıydı. Sokaklar değişmiş, rejimler yıkılmış, isimler tükenmiş; mezarlıklar yeni cesetlerle, hastaneler yeni bebeklerle dolmuştu ama o tavır hâlâ aynıydı. Hücrelerim yenilenmiş, çoğu organım hasar görmüş, bedenim gittikçe yavaşlamış ve değişim hiç hoş bir şekilde ilerlememişti benliğimde. Peki, bu kadar değişen şeye rağmen içimde dipdiri ve olduğu gibi kalan o çocuk neyin nesiydi? Gerçek olup olmadığının ayırdına varmak zordu. Çünkü zaten ilk gördüğüm andan beri gerçekliğini hiçbir zaman anlayamamıştım.

Yanında bir bisiklet duruyordu. Bisiklet orta büyüklükteydi. Önünde bir kornası ve Mercedes amblemi, arkasında ise bir bayrak bulunuyordu. Uzunca bir süre bisiklete baktım… Yıllar önce bana böyle bir hayalinden bahsetmiş, ben ise anlamlandıramamıştım. Buruk bir sevinç oluştu içimde. Belki de dedim, bir tek bu hayalini gerçekleştirebilmiştir… Aslında, ben o bisikleti ona hazırlamıştım ama o gün ayrı şehirlerde o da ben de feci bir kaza geçirmiş bir daha da birbirimizden bir haber alamamıştık… Bisikleti görünce o kazada kalbimin ne kadar hasar aldığını, zihnime uzunca bir süre nasıl hâkim olamadığımı ve durmadan akan o kanı hatırlayıp durdum. Kalbimdeki hasar aslında hiçbir zaman tam olarak geçmemişti ama hayati fonksiyonlarımı sağlıyordu. Zihnim ise bir daha bu dünyayla uyuşamamak üzere toplum tarafından ekarte edilmişti. Kan mı? O ise iyice pıhtılaşmaya başlamıştı. Gözlerimi bisikletten ayırıp gözlerine doğru doğrulttuğumda asrın acısını gördüm. Görmek bu kadar kolay olmasa gerek diye düşündüm… Sonra o asrın da acının da ben olduğumu hatırlayınca görmekte geç bile kaldığımı fark ettim.

Parmak uçlarından çiçekler sarkıtıyor gibiydi ama elleri bir ölüden farksız; o denli soğuk, o denli cansızdı. Parmak uçlarındaki çiçekler bir umut mezarlıklara bırakılan çiçekleri andırıyordu. Eğilip biraz daha baktım parmaklarına, ani bir sarsıntıyla ürperdim. Bir parmağı eksikti… Meğer o boşluğa ekmiş çiçekleri ve orda büyüyen dallar tüm ellerini sarmıştı. Ellerini tutmama imkân yoktu, sanki tüm dikenlerini bir kirpi gibi kendine batırmadan, ama onu o yapan bir özellik gibi özenle yerleştirmişti. Sesimi duyduğu her an bisiklete binip hızlıca gitmek istiyor gibi bir hali vardı. Sustuğumda ise intihara göz kırpıyordu. Ya susup içimdekilerle kendimi öldürecektim ya da yıllardır biriktiğim her şeyi söyleyip zehrimi bedenine akıtıp ölüşünü izleyecektim. Usulca yanına oturup başımı omzuna yaslayıp; “Şu ilerdeki kayığı görüyor musun,” dedim. “Sen benim için o kayıktın. Ben ise kıyıda seni bekleyen ada sakini, adanın tek sakini. Sana durmadan el salladım, sesim varlığına ulaşmıyordu. O yüzden durmadan el salladım. Sesimi duyurmaya başladığım an da aslında kıyıya yaklaştığını fark ettim, sesim yakınlaştıkça daha bir gür çıkmaya başladı. Sonra boğazımın çok acıdığını fark edip duraksadım, kayık gözden kaybolmaya başlamıştı… O an durup aslında kayığı senin değil akıntıların hareket ettirdiğini anladım… Yani bir fizik kuralıydı bu ve sen de karşı koyamamıştın… Olayın ne seninle ne de benimle alakası vardı. Aslında olay tamamen kuraldaydı. ‘Yazgı’ gibi bir şeydi bu. Ama sonra durdum, çok durdum, hep durdum o kıyıda. Haziran bitti, yaz geçti, mevsimler değişti, yağmurlar yağdı, çoğu zaman fırtınalar koptu ama ben seni o kıyıda hep bekledim… Kuşlar, köpekler, balıklar ve hatta Tanrı bile çoğu zaman bana kızdı. Ama ben yine de bekledim. Bir kayanın altına girmeden, hiçbir şeyden kaçmadan ve korkmadan bekledim… Uzaklaşmanın sebebini yine akıntılar, dalgalar zannettim ama meğerse ilerde bir kayık daha varmış. Kıyıdan orası görünmüyordu. Meğer sen kayığa gidiyormuşsun, oysa bana yaklaştığın zamanlarda denizden çıkmak istediğini artık karaya varmak istediğini haykırarak anlatmıştın. Uzunca bir süre ne seni ne de başka bir kayığı gördüm. Ama yine de o kıyıdan bir gün bile ayrılmadım. Sonra bir gün iki kayık görür gibi oldum biri sendin, biri başka bir kayık. Bana yaklaşman için olanca gücümle bağırmış konuşabilmek için haykırmıştım. Yanıma yaklaştıkça üstünün ıslak olduğunu fark etmiş kayığa dönüp baktığımda su aldığını görmüştüm. Su almaya başlayan bir kayıkta uzunca bir süre kalamazdın, artık bunu anlatmaya çalıştım ama kulakların sağır gözlerin kör olmuştu. Kıyıya gelemem, o kadar dayanmaz bu kayık deyip durmuştun, sonra usulca gözden kaybolmuştun. Hatırlıyor musun?” dedim. Çiçeklerden kan damlamaya başladı, gözlerinden keder. On yıl geçti azat etmedin mi çocukluğunu dediğim zaman ise sokağa bir anda sıcak ekmek kokusu yayıldı. Bu kokuya koşullanmış gibi bisikletine binip, çevirdiği her pedalı zaman makinasıymış gibi düşünüp, geçmişe dönmek ister gibi çevirip, geçtiği her yerde kanını bırakıp sıcak ekmek kokusuna, o fırına gitti…

Bir an kafamı gökyüzüne çevirip baktım, hâlâ aynıydı… Bu kadar saattir buradayım hava hâlâ aydınlıktı. Sokağa dönüp baktığımda ise ne kan vardı ne de sıcak ekmek kokusu. Gittiği yola baktım, yol çıkmaz sokaktı… Belki de o an hatırladım ölmüş bir çocuğun, ölmüş bir çocukluğun gerçekliği olamazdı…

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

————————————Editör Notları——————————————–

Sevgili Berna, öncelikle yazı egzersizimize katıldığın için çok sevindiğimizi bilmeni isteriz. Yazmanın en önemli şartlarından biri de yazdıklarını başka insanlarla paylaşabilme cesaretine erişmektir. Ancak bu şekilde, yazdığımız yazılardaki hataları başka gözlerden görmeyi başarabiliriz. Burada temel kural, övgüleri bir kenara bırakmaktır. Bizim için önemli olan olumsuz eleştirilerdir. Olumsuz eleştiriler bizi daha iyi yazar olmaya teşvik edecektir. Bunu her zaman aklının bir köşesinde bulundurmalısın.

Hikâyende yaptığım değişiklikleri, gönderdiğin metinle kıyaslarsan göreceksin. Çok büyük kusurlar değil. Ama –de,-da olayına çalışmanı öneririm. Hemen hemen herkesin yaptığı bir hata olarak karşımıza çıkıyor bu sorun. Üzerinde kısa bir çalışma yapılarak üstesinden gelebileceğin önemli bir ayrıntı. Bununla birlikte hikâyeni tek paragraf şeklinde yazmışsın. Bu tarz bir yazımdan acilen uzaklaşmanı öneririm (Ben paragraflara ayırdım ama yazarın bunu yapması daha doğru.) Paragraf olayının metnin algılanışındaki önemini geçiyorum, okuyucu açısından görsel anlamda da çok önemli olduğunu unutmamalısın. Şahsen, tek paragraflık uzun bir metin okumak istemem. Paragraflar bu anlamda okuyucu açısından daha caziptir.

Hikâyenin bütününü bozan bir paragraf var. Bence o paragrafta tam olarak bize neyi hissettiğini verememişsin. Bu hissi anlatmak isterken çok uzamış o bölüm. Haliyle anlamı zorlayan bir hale gelmiş. Bu tarz yansıtmalarda, benzetmelerde ya da betimlemelerde daha kısa ve vurucu bir şekilde yazmaya özen gösterirsen güzel sonuçlar elde edebilirsin.

Bunların yanında; metindeki hayal gücünü gerçekten çok beğendim. Yazı konusunda altyapını bir tık yukarı çıkarırsan, bu hayal gücüyle çok güzel öyküler, metinler çıkaracağına eminim. Bu altyapıyı da bol bol okuyup yazarak geliştirebilirsin. Yazı yazarken tereddütte kaldığın kural ve kullanışlar için internetten kısa araştırmalar yaparak da hızlı bir gelişme elde edersin.

Emin ol, okuduğumuz o çok büyük yazarlar da hâlâ tereddütte kaldığı kural ve kullanışların araştırmasını yapıp metinlerini oluşturuyorlar.

Yazmaya devam… Ölmüş Bir Çocukluğun Gerçekliği

Ölmüş Bir Çocukluğun Gerçekliği

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir