Binlerce Yıldızın Altında
  1. Anasayfa
  2. Deneme
Trendlerdeki Yazı

Binlerce Yıldızın Altında

"Gömülmedin, ekildin ve talihsizliğe bak ki ekilmedim, gömüldüm."

0

Binlerce Yıldızın Altında

Binlerce yıldızın altında yürüdüm bir mevsim boyunca kıyıları ve patikaları. Yürüdükçe düşündüm ve düşündükçe yazdım, adımlar cümlelere dönüştü, mesafeler paragrafları yarattı. Binlerce yıldızın altında doğdu yazılan her şey.

Binlerce yıldızın altında merak ettim bugün, aynı duygular mı uyanır birini her sevdiğimizde ve bir uyanış mıdır aşk uzun, rüyasız bir uykudan? Bir yaratma hadisesi midir, yoksa eşsiz yıldıztenin gibi kendine has ve biricik? Masalımız yarım kaldı yahut tamamlandı, üzerinden zaman geçtikten sonra yarım kalan hikâyeler de tamamlanmış kabul edilir, edilmek zorundadır çünkü anlamazlar, anlatamazsın yarım kalan masalların rüyalarında nasıl tamamlandığını ve düşlerini nasıl renklere buladığını. Bir ağaca bakarsın belki ölgün, yarım kalan masal gelir gözünün önüne, bir çiçeğe bakarsın rengi alacalı, başlarsın yarım kalan masalı aynı canlılıkla tamamlamaya, düşlerinde. Düşlerin acı yanıdır hissiyatın dünyasında hüküm sürebilirler yalnızca, bazı düşleri gerçek kılacak eylemler namümkündür. Çünkü boğulmuştur bazı eylemler çoktan yarım kalan masal denizinde. Denizkızlarını idam ettikleri sularda eylemleri de boğdular. Yıldıztenini anlattığımda suratıma anlamsızca bakan insanlardı idam edilen denizkızlarına ve boğulan eylemlere ses çıkartmayanlar. Bazen yorgunum ve sesim çıkmıyor, bazen yıldızteninden süzülen ışık bana güç veriyor. Anlatıyorum ama anlamıyorlar, yapamıyorum çünkü eylemleri boğdular yarım kalan masal denizinde. Her gün yüzüyorum çünkü yarım da kalsa içinde kalmak istiyorum, her akşam kıyısında yürüyorum çünkü vedalaşamıyorum.

Binlerce yıldızın altında yürürken bir baba ile oğluna rastladım bu gece. Top oynuyorlardı ve içimden dedim ki, ne zaman? Gole belki de penaltı vuruşu kadar yakınken, kaleci vuruşu kadar uzağım şimdilerde. Endişeliyim, bir daha topun başına geçebilecek miyim?

Binlerce yıldızın altında buldum tanrının ışığını, kaybolan lakin unutulmayan, yol gösteren ve beni ben değil, beni iyi yapan. Beni olmak istediğim insan olma yolunda ışığı altında yürüten. Karanlıkta yürümeye namüsait bir yol şüphesiz. Öyle bir yol ki yürüdükçe iyileştiğim ve iyileştikçe iyi biri olduğum. Arzumdur ışıkların altında, en parlak yıldızıma yürümek ve iyi biri olmak. Ve ustaların sesini dinlemek de akilane olur, o yüzden kısa kesiyorum: “İyi biri olmak hakkında konuşma. İyi biri ol.”

Binlerce yıldızın altında yaşadığım bu şato, oturduğum bu taht, onlarca kıskanılan güzellik -güzellik diyorlar- ne kadar da anlamsız, hele ki bir oda ve bir an, seninle paylaşabileceğim, tüm anlamı içinde barındırırken.

Binlerce yıldızın altında geçen üç ayın sonu. Marcus Aurelius, Selim İleri, Osamu Dazai ve daha fazlası, kimi ufuk açıcı, kimi sıkıcı. O beyaz şato, o defalarca fethettiğim yakın ve uzak kıyılar, kuşların üzerine kümelendiği adalar ve ucu bucağı benim ufuk çizgimi aşan denizlerle beraber siyah martılar… Geride kaldılar ve üzülmüyorum, pişmanlık duymuyorum. Biliyorum ki tek tük birkaç soluk, ölgün yıldızın altında yürümeyi seviyorum. Seninle yürüme ihtimalini seviyorum ve bu ihtimal biliyorum, öldürecek bazı şeyleri, bulandıracak denizleri ve söndürecek yıldızları. Binlerce yıldızın altında yürüdüm ve şimdi özgürüm. Soluk, ölgün yıldızlarımı, şehir ışıklarını, otomobil seslerini ve seninle olmayı seçiyorum, burada yahut başka bir yazıda, bir düşte veya hayat bu belli olmaz, bir sonbahar akşamında. Çünkü biliyorum, utanmıyorum ve esen rüzgârın altında bu satırları yazıyorum,
İhtiyacım var,
Sana ihtiyacım var Serotonin.

Binlerce yıldızın altında bir gece öyle karardı ki içim, kapladı karanlık tüm benliğimi ve taştı içimden, taştı ruhumdan, buladı dünyamı alacakaranlığa ve kaybettim yolumu. Binlerce yıldız yoktu artık üzerimde, sadece alacakaranlık ve sadece endişe, o dehşet ve o korku, attığım her adımda takılıyordu ayaklarım ölü günlere ve daha doğmayan yarınlara, karanlık o kadar boğucuydu ki bugün yoktu, bugün dahi kaybolmuştu, sadece içimden taşan o soğuk karanlık vardı. Ezici karanlığımın karşısına binlerce yıldızın altında dikilmedim, tek bir yıldız vardı orada, göremesem de inandığım orada olduğuna, benim kutup yıldızım, sana inandım, ışığına, o yıldızteninden, evet, yıldızteninden dökülen ışığın varlığına, oradalığına inandım ve dikildim karanlığımın karşısına. Şimdi ölgün o karanlık, yolcu koltuğunda daima benimle ama. Işığına inanıyorum yıldızteninden süzülen ve bana güç veriyor, şüphesiz ki bana güç veriyor ve ben, o güçle, durdurulamaz oluyorum. Beni boğan, ezen, örseleyen karanlığımı ölgün hale düşürüyorum çünkü güçlüyüm karanlığımdan, seçiyorum aydınlık tarafıma bakmayı ve inanıyorum daima, alacakaranlık da olsa her yer, ardında olacağına.

Binlerce yıldızın altında yürürken bu gece, hüzünle fark ettim, “iyi ki” dediğim şeyleri “bir zamanlar” diye anar olmuşum. Her şey değişiyor, bir zamanlar hariç, bir zamanlar değişmiyor. Bir zamanlar, olduğu gibi kalıyor. Mazinin kolu uzanamıyor bugüne ama kokusunu unutamıyorum. Ben senin için yine iyi ki derim ama sana bakarak iyi ki diyemem ki…

Binlerce yıldızın altında yürüyorum yine, sahildeyim. Yola çıktığım yeri ve yaptıklarımı değiştiremem ama varacağım yeri ve yapacaklarımı seçebilirim, biliyorum.

Binlerce yıldızın altında yürürken fark ettim bunu, imkânlar azken inadına sarılıyor insan, kendine bir kapı açmak için tırmalıyor kimi zaman umudu olmasa da, pes etmiyor. Küreği yoksa eşeliyor, kılıcı yoksa yumruklarını sıkıyor karşısında ne olduğu fark etmeksizin kimileri. İmkânım yoksa daha inatçı olurum neticede, denemeden pes etmektense her şeyimi verdikten sonra başaramadım demek isterim. Başaramasam bile üstelik, ışık dahi olmasa, göremesem dahi yıldızteninden süzülen tek ışığı ama inansam orada olduğuna… Yeniden ayağa kalkarım.

Binlerce yıldızın altında, hazırım bu gece: Bir dağ var aramızda korkularımdan oluşan, cesaretin sırtına binip aşacağım,
Ne kararsızlık ne de yılgınlık var heybemde, yoluma çıkan engelleri yakacağım.

Binlerce yıldızın altında… Yıldızteninden süzülen ışığa hayranım ve ona inanıyorum. Binlerce yıldızla vedalaşıyorum bu gece, ışık kirliliğine geri dönüyorum. Binlercesini kiriyle görünmez kılan ışıklar ve tüm o keşmekeş, tüm o kalabalık senin yıldızteninden süzülen ışığın tek bir zerresine dahi dokunamaz. Senin ışığın ölümsüz ve ben içimde ondan bir parça taşıyorum. Karanlığımla savaşımda asla yalnız olmadım.

Binlerce yıldızın altında kendimle konuşuyorum bu gece: Mükemmelin iyiye düşman olmasına izin verme, unutma ki güzelliği göremeyen gözler, perişan ve yılgın kapanır çöküşle beraber.

Binlerce yıldızın altında bir macera arıyorum: Gece vakti ufukta gördüğüm ışıkların peşine her düşüşümde görüyorum ki güzellikleri uzak oluşlarından geliyor. Yoksunlar gündüz vakti uzaklıktan ve parıltıdan, uzaklar şu an yanı başımda ve yitirmiş halde büyüsünü.

Tek tük birkaç yıldızın altında… Yıldız savaşçısı yürüyor, içinde karanlığıyla ve yıldızteninden bir parça ışıkla. Işığın içimde ve bana huzur veriyor, karanlığımı dönüştürüyor. İçimdeki siyah çiçek benim karanlığım ve senin yıldızteninden ışığın, siyah çiçek bana güç veriyor.

Yıldız yok, ışık yok.
Gömülmedin, ekildin ve talihsizliğe bak ki ekilmedim, gömüldüm.

*Boş bir evde zaman akar mı sahiden, nesneler bakar mı saatlere ve böler mi günü parçalara? Zamanın ehemmiyeti var mıdır boş bir evde, yoksa orada ışığını kaybetmiş bir gönlün anlamsızlığından hallice midir zaman? Bir mevsim, onlarca gün aynı yıldızların altında yürüdüm. Mavinin, ışıkların ve güzel addedilen şeylerin güzelliği, boş evdeki zamanın önemi kadar işte…

Binlerce Yıldızın Altında

Yazarın (antropolog) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Binlerce Yıldızın Altında

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir