1. Anasayfa
  2. Deneme
Trendlerdeki Yazı

Başlık İnanın Umurumda Değil

"Hatalarınızdan başlayalım. Hatalarınızı sorgulamak gelecekte daha iyi biri olmanıza yardımcı olmak dışında size hiçbir şey kazandırmaz. Üstelik çoğumuz, ben dâhil, hataları sorgulamak söz konusu olduğunda fevkalade beceriksiz canlılarız."


0

Başlık İnanın Umurumda Değil, ikna yazısı, sorgulamak, başlık umurumda değil diyor, yaratıcının varlığı, inanç, din, SİMS, bilim, başlık umurumda değil dediklerim, bilim insanları, Sorgulamak, sorgulayınca ne olur?, başlık umurumda değil mi, sorgulamak doğru mu, sorgulayınca ne olur, hayata dair şeyler, Başlık İnanın Umurumda Değil…

Bu bir ikna yazısıdır. Bu yazı boyunca elimden geldiği kadar sizi bazı şeylerin ne kadar boş olduğuna, bazı davranışların ve vazgeçişlerin ise ne kadar doğru olduğuna ikna etmeye çalışacağım.

İnanç ile başlıyoruz. Şahsen herhangi bir dine inanmıyorum. Gezegenimizdeki güzel ruhların çoğunun inandığı dinler aslına bakarsanız eğitim hayatınızdan farksızdır. Sürekli sınava tabi tutulursunuz, inançlı biriyseniz sürekli sınava dair endişeleriniz vardır ve sürekli hocalarınıza sınava dair sorular sorarsınız. Güzel bir benzetme oldu, ne dersiniz?

Hiçbir dine inanmamama rağmen, bir yaratıcıya ve bir dine inanmanın makul, mantıklı ve hoş olduğunu düşünüyorum. Varsayalım ki, tedavisi olmayan bir hastalığın pençesindeyim ve yıpratıcı bir süreçten geçiyorum. Hayatı boyunca insanları tıbbın el verdiği ölçüde kurtarmaya çalışmış ve pusulası bilim olan insanlar, şansımın sıfır olduğunu söylüyor. Şans, 0… Zero… None… İmkânı yok. Öleceksin. Bu noktada hangisi mantıklı, makul ve size iyi gelecek şıktır?

A- Bilim insanlarının söylediklerini kabul et ve ölümü bekle.
B- Yaratıcına dua et, bu savaştan sağ çıkabilirsen yaratıcına ve yarattığı bilim insanlarına bol bol teşekkür et, bu savaştan sağ çıkamayacağına emin olduğun anda kaybettiğin sevdiklerine kavuşacağını düşün.

Bu noktada ben bilim insanlarının söylediklerini kabul etmek yerine boş bir umuda tutunmayı yeğlerim. Boş da olsa, umut hayatta tutar. En kötü senaryoda kalan son günlerinizi kafanızda sevdiklerinize kavuşma hayaliyle geçirirsiniz.

Bu senaryoyu geride bırakalım, hiç ilahi tesadüflerin farkına vardınız mı? Aylar önce kız arkadaşım beni terk ettiğinde, yaratıcıyla oturup uzun bir konuşma yapmam gerekmişti. Kötü bir akşamdı, kız arkadaşımla kötü bir gece geçirdik, mesajlaştık, sorun ben gibiydim, daha doğrusu bir sorun var gibiydi. Oturup tanrıyla güzel bir sohbet ettik. Uzun ve güzel bir sohbet… İçimi kendisine açıp uzun uzun kız arkadaşımı nasıl ve ne kadar çok sevdiğimi anlattım. Mümkün olduğu kadar samimi oldum çünkü yaratıcını kandıramazsın. Sims karakterinin sizi kandırmaya çalıştığını düşünün. Hey, her şeyin önümde… Tuvalet ihtiyacından yalnızlık seviyene her şeyini ekranın sağında görebiliyorum, seni ben yarattım. Saçlarını ben seçtim, mayonu ben seçtim, vücut kıllarının seviyesini bile ben ayarladım -bu iğrenç özellik hakkında Maxis ile tartışmalıyız-. Beni kandıramazsın. Ben de yaratıcımı kandıramayacağım için uzun uzun kendisini ikna etmeye çalıştım. Yaratıcımla orta yolu bulabileceğimize inanıyordum. Her şeyden önce, onu çok seviyorum, dolayısıyla, hadi ama ben kötü biri değilim. İçimde herkes gibi parça parça kötülük olabilir, saf bir iyilik kümesi olduğumu iddia etmiyorum ama beni biliyorsun, kimden çaldım? Kimi öldürdüm? Kimi yaraladım? Bu güzel sevgiyi ve güzel ilişkiyi hak ettiğime ve kız arkadaşımı çok sevdiğime yaratıcımı inandırmış olmalıyım ki, sabah hoş bir konuşmayla her şeyi geride bıraktık.

Tabi hikâyenin bir de size anlatmadığım sevgilimin olan biteni düşündüğü kısmı var ama hadi biraz romantik ruhlar olup benim yaratıcıyla yaptığım konuşmanın güzelliğini görelim. O konuşma olmasaydı, o geceyi çok daha acı içerisinde geçirecektim. Dolayısıyla, teşekkürler yaratıcım.

Bir yaratıcının olmadığı senaryoda kazancım ne olacak? Bilimin üstünlüğünü kabul edip yaratıcının yokluğuna dair ateşli vaazlar vermenin bana kazandıracağı hiçbir şey yok. Üstelik yaratıcının varlığına dair kabul, bilimin reddi değilken, bir şekilde bilimin üstünlüğünün kabulü bir şekilde tanrının reddiyle sonlanıyor. Lütfen bir orta yol bulalım. Yalvarıyorum. Doktorumun onlarca yıllık çalışmalarına şükran duymak istiyorum, reçete edilen ilacı bulan ekibe minnettar olmak istiyorum, ancak rica ediyorum, bu olaydan altı, yedi ay sonra üzgün olduğum bir gece yaratıcımla konuşmak istersem, bana müsaade edin. Sizin emeklerinizi reddetmiyorum, bu tamamıyla benim ruhumla alakalı.

Bu konuda sizleri ikna edebildiysem, bir meseleye daha değineceğim. Sorgulamak.

Hatalarınızdan başlayalım. Hatalarınızı sorgulamak gelecekte daha iyi biri olmanıza yardımcı olmak dışında size hiçbir şey kazandırmaz. Üstelik çoğumuz, ben dâhil, hataları sorgulamak söz konusu olduğunda fevkalade beceriksiz canlılarız. Kötü bir şey yaptığınızı veya bir hata yaptığınızı hayal edin. Olayın üzerine derin bir pişmanlık duydunuz, kendinizden iğrendiniz, biliyorum, biliyorum. Ben de o denizde yüzdüm, sizi çok iyi anlıyorum. Hatanıza veya yaptığınız kötülüğe baktınız, kendinizi sorguladınız, bu sorgulama esnasında karşınıza içinizdeki iyilik ve vicdanınız çıktı. İçinizdeki iyilik, içinizdeki kötülükten büyükse ve vicdanınız hâlâ kanlı canlı oradaysa, bu sorgulamanın sonucunda aynı hatayı veya kötülüğü bir daha yapmamak için çaba harcayacaksınız. Çünkü artık biliyorsunuz, bu davranış tekrarlarsa, vicdanınızla yapacağınız ikinci savaş çok daha çetin geçecek. İşte işin sihri burada, tam da burada… Meseleyi burada bitirebilmekte…

Sizler gibi ben de meseleyi burada bitiremeyenlerdenim. Daha doğrusu bitiremeyenlerden-dim. Kötü bir şey yapmanın beni kötü biri yapacağına, insanların bana “kötü biri” diyeceğini düşünerek kendimi aşındırırdım. Hata yaptığımda, özür dilesem dahi, “yapmasaydım” demeye başlardım. İşte zehirli sözcük…

Yapmasaydım…

Yapmasaydım, etmeseydim, gitmeseydim, -dim ile bitecek onlarca sözcük türetin.

Acı gerçek bir: Zaman makineniz yok. Yaptınız.

Acı gerçek iki: Geçmişe dair sorgulamalar sizi hiçbir yere taşımayacağı gibi, zaman makineniz olmadığı için geçmişi değiştirmenize de izin vermez. Tabii bir dehaysanız ve yeterince pişmansanız zaman makinesini bulmanız da mümkün ama ihtimaller nedir? %0.1? İyimser bir ihtimal mi oldu yoksa?

Gitmemek için, söylememek için, biraz beklemek için, sabırlı olmak için her şeyimi verebilirdim. Ve acı gerçek üç: Her şeyinizi vermeniz çoğu zaman “artık” bir işe yaramaz. Dün çok az şeyinizi vererek becerebileceğiniz şeyleri bugün her şeyinizi verseniz dahi beceremezsiniz. Hayat, insanlar… Karmaşık denklemler değil mi? Fazlasıyla karmaşık.

Dolayısıyla, hatalarınız veya kötülükleriniz mesele olursa, sorgularken çok dikkatli olun. Mental sağlığınız için asla sorgulamamanız gerekiyor, ancak ben size bu tavsiyeyi verecek kadar bencil biri değilim. Hiç kimsenin de bu kadar bencil olmasını istemem. Bu gemide birlikte gidiyoruz, bu dünyada birlikte nefes alıyoruz. Ancak rica ediyorum, dikkatli olun. Sorgulamak size hizmet etsin. Başıboş bırakırsanız mutluluğunuza kendi ellerinizle bir cellat yaratırsınız.

Gelelim sorgulamayla ilgili ikinci ve son meselemize. Hayata dair sorgulamalar.

866. kelimesine geldiğimiz bu yazıyı ve çeşitli kitapları, makaleleri okuyorsanız, büyük ihtimalle hayatın içerisinde yer alan birçok şeyi sorguluyorsunuz demektir. Bu sorgulamalar sizi en son ne zaman mutluluğa taşıdı? Gördüğüm kadarıyla batı cephesinde yeni bir şey yok -merhaba Remarque-. Sokrates hâlâ ölüme mahkûm, Sokrates’in Savunması’nı her okuduğumda adamı tekrar ölüme mahkûm ediyorlar. Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz’ini okuduğumda satırlar arasında kendisini tüfekle nasıl vurduğunu gördüm. Dostoyevski… Ölüler Evinden Anılar’ı okurken kendisini kumar masasında perişan ediyordu, bunu gördüğüme yemin edebilirim. Bu sorgulayan beyinler, etrafınızda hayata dair sorgulamaları olan insanlar… Yolun sonunun mutluluğa çıktığını ne zaman gördünüz?

Lennie Small’u çok kıskanırım, John Steinbeck’i çok severim. İyi biri miyim, kötü biri miyim, içimdeki kötülüğün seviyesi nedir, vicdanımın sesi yükseldiğinde neden sesini kısamıyorum, ekonomi kavramının ahmaklığını insanlar görmüyor mu, yaratıcının varlığı nasıl kanıtlanabilir… Bilemiyorum, bu konulara kafa yorduğum her seferde daha mutsuz, daha hüzünlü birine dönüştüm. Biliyor musunuz, artık umurumda değil.

Benim adım Lennie Small. Atla. Atladım. Kurtardı. Teşekkür ettim. İnanın “neden atla dedi” sorgulamasının varacağı hiçbir yer yok.

Bu sorgulamayan, John Locke stili “man of faith” takılan yeni ben belki daha dangalak, belki daha “bu hıyarla ne konuşulur ki” tipi birisi, ama daha mutlu. İnanın daha mutlu.

Kötü biri olabilirim. İyi biri olabilirim. Vicdanımın sesi çok kısık veya çok yüksek olabilir. Tanrı var olabilir. Bu yazı bomboş bir yazı olabilir. İkna olmuş olabilirsiniz. Olmamış olabilirsiniz. Kendimle çelişmiş olabilirim. Bilmiyorum. Düşünmüyorum. Artık düşünmeyeceğim de.

Hoşça kalın, adios, ciao. Ve tanrı aşkına, where is Richey Edwards?

Yazarın (antropolog) diğer yazılarını da okuyabilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir