Mucize Hayat
1

Mucize Hayat

Dört buçuktan beş olamayanların yeşerip kuruyan hayallerini, gecenin ilerleyen saatlerine dek çalışıp didinenlerin karşılıksız emeklerini ve sessiz yığınların umutsuz bakışlarını gördüm. Aralarındaydım. Ben de onlardandım. Koşullar ne olursa olsun hayata tutunan, tutundukça yaralanan ve gitgide tasalanan o çocuklara, hüzünlü bir bakıştan ötesini sunamamamın bir yutkunuşu bu. Belki de bir ömür taşınacak yükleri ömrümüzün başında yüklendiğimizden midir, yoksa her çağın kendine has bir kuralı olduğundan mıdır bilemiyorum! Ama yorulduk. Yoruldum… Bu yorgunluk, her hücremin köşe başına sindi. Dindirilemeyecek bir acı yayılıyor bedenime. Bu acı gün geçtikçe artıyor. Anlamadığım bir dünyada, anlamadığım bir dil kullanıyor insanlar. Her şeyin o kadar çok ve her şeyin bir o kadar az olduğu başka bir gezen var mıdır, hiç sanmam! Ama çoğu da, azı da mutlu edemiyor artık. Sadece herkes, öyle ya da böyle bir kabuk inşa ediyor. O kabuğa sığmaya, o kabuğa sığınmaya çalışıyor. Oysa bir kaplumbağa, ne kadar da saklansa bir yerlerinden açık verir. Biz de kaplumbağalar misali, bir zırha bürünüyoruz. Ama acı duyuyoruz. Çünkü kabuk sert, kabuk bedenimize hükmediyor ve bir süre sonra o kabuğun şekline bürünüyor bedenlerimiz. Sonra gün yüzüne hasret, korkuyoruz kıvrımlarımızdan. Kamburumuz büyüdükçe, benliğimiz de siliniyor. Herkes gibi, her şey gibi oluyoruz.

Tepemizde devasa bir gökyüzü var. Yıldızlar kayıyor, dolunay gecemizi aydınlatıyor ve güneş bedenlerimizi ısıtıyor. Geçen günlerin kederiyle, yeni günlere hazırlıyoruz yüreklerimizi. Oysa yarın olmadı hiç! Olması sadece bir temenniden ibaretti…

Baş ağrılarından mustarip Veysi, ekmeğini paylaştığı eşine kederle baktı. Kaç sene olmuştu, aynı evin tek göz odasındaki keder ortaklığı? Geçen onca yıl, yitirdikleri dünyalar güzeli bir çocuk… Belki birkaç kuruş paraları olsa, yine de yaşarlar mıydı bu acıklı hikâyeyi? Bazen bazı insanlar doğuştan yenilmiştir ya hani, işte Veysi’yle Canan da bu insanlardandı. Olmadık işler hep ikisini bulur; çatısı akan, sobası tüten, çeşmesi durmadan damlatan bir hayat; onlar için sıradan bir hale gelmişti.

Veysi inşaatlarda ağır aksak çalışırken Canan, içinde hiç yaşayamayacağı evleri temizlemekle meşguldü. Akşam günün tüm yüklerini sırtlarına kuşanıp evin yolunu tuttuklarında, belediye otobüslerinde tutunacak bir yer bile bulamazlardı. Otobüs şehrin keskin virajlarında savruldukça, bedenleri başka bedenlere dokunur ve dokundukça yaraları da artardı.

Akşam, kederiyle çöktü üzerlerine. Veysi, ekmeği her günkü yorgunluğuyla bölerken Canan da dünkü yemeği ısıtıyordu. Sonra bir şey oldu. Hayat olmadık anlarda, olmadık sonuçlara gebedir ve bu gebelikten neyin doğacağı hiç belli olmaz!

Bir süre hiçbir şey söylemeden pencereye bakan Veysi ve Canan, ay ışığının vurduğu camdan yansıyan silueti öylece izledi. Sonra Canan bir hışımla kapıyı açtı. Dışarıda yağmurdan sırılsıklam olmuş bir kedi yavrusu pencerelerine tünemiş, o yoksul evin penceresine adeta sığınmıştı.

Canan kediyi Veysi’nin çatlamış ellerine bırakıp kurulamak için havlu getirdi. Veysi, inşaatın betonlaştırdığı elleriyle kediye zarar vermemek için usul usul okşamaya koyulmuştu. İki yılgın beden, küçücük masum bir kediyi hayatta tutmak için var güçleriyle savaştı. Ve bu savaşın galibi oldular.

Gece yarısını çoktan geçmiş, yavru kedi ısınmış ve karnı bir güzel doymuştu. Veysi, uyumamak için insan üstü bir çaba sarf ediyor, ancak gözkapaklarının kapanmasına engel olamıyordu. Canan ise, kediyle oynadıkça evin içinde hiç duyulmamış kahkahalar savuruyordu. Belki de son yıllarda yaşadığı en mutlu andı.

Gelip geçtikleri bu ev, geçen günler, biriken mutsuzluk ve bir anda pencere önünde beliren her şeyden habersiz bir kedi… Hayatın çıkmazlarında açılan ufacık bir delik… Işık tüm gücüyle o delikten abanıyor. Delik biraz daha zorlansa büyüyecek. Ama ne ışık bu denli bir güce sahip, ne de duvar o kadar güçsüz. Mümkünatı olmayan şeyler yüzünden ezilip büzülen ve kum yığınına dönen hayatlar için, mucize her daim beklenen bir şeydir. Kimisi bir ömür bekleyip ulaşamaz ona; kimisi de şanslıdır, mucize kapısını çalar. Bazen gelip geçilen ve görmezden gelinen bir şeydir mucize. Bazen de avuçlarının arasına alıp yeni bir yola çıkmanı sağlayan küçücük bir andır aslında. Görmek ve farkına varmak gerekir. Hayat, küçücük evlerinde büyük mutluluklar kurabilenlere güzeldir. Küçücük anlardan büyük anlamlar çıkarabilmektir önemli olan…

Veysi gözleri kapalı olmasına rağmen, Canan’ın o şen kahkahalarını işitebiliyordu. Yüzünde oluşan istemsiz gülüş, o andan zevk aldığının bir göstergesiydi. Bir anda; o masmavi düş, gözlerinden yayılıp odanın köşesindeki Canan’ı aydınlattı. Birbirlerine ilk günkü gibi gülümsediler. Çok uzun süredir birbirlerine gülen gözlerle bakmamışlardı. Hayat bu yoksunluğu yaşamak için çok kısaydı ve Veysi mucizenin farkındaydı artık.

“Gidelim buradan Canan. Köyümüze dönelim. Bu şehir, bu beton yığını harabe bizi mutsuz ediyor. Tutunamıyoruz. Elindeki o küçücük kedi bile buraya ait hissetmiyor baksana! O bize sığındı, biz de köyümüze sığınalım. Hayat çok acımasız ve günler geçip gidiyor. Gidelim buradan Canan!”

“Gidelim Veysi, Mucize’yi de alıp gidelim.”

Öykü: Mucize Hayat

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Mucize Hayat öyküsü)
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

Mucize Hayat

İlginizi Çekebilir
Kendim’e

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (1)

  1. Düşünsel kısımdaki kaplumbağa örneğini beğendim. Ve okuduktan sonra bir olay örgüsü ancak bu kadar güzel kurulabilir dedim. Hikayenin son cümlesi ise vurucu nitelik taşımış, birçok satıra bedel gibi. Okuduğum çoğu eserden sonra kendime sorarım “iyi ki okudum mu ” ve iyi ki okudum dedim. Kalemine sağlık abicim. Bana tat verdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir