Mucize
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Mucize

"Taş duvarlara adını kazıdığım günden beri, taş kalpli insanlar tarafından taşlandı yüreğim."

0

Bir serçe konuyor balkonun korkuluklarına. Bu evlerin balkonları hep kirli! Korkulukların soğuk demirlerine dirseklerimi dayayıp, serçenin ardından bakıyorum. Çok yalnızız diyorum kuşun ardından. “Çok yalnızız serçe kardeş!” Kendimizi niye bu çıkmaz sokağa soktuk, neden çıkamıyoruz bu sokaktan?

Tüm sıfatlarımı bir kenara bırakalı çok oldu. Üzerimdeki tüm hırslarla vedalaştım. Basite indirgeyip, bir serçe telaşıyla yaşıyorum şu hayatı. Ama kanatlarım çok yorgun ve günden güne yaralanmakta… Uçamıyorum öyle uzaklara. Takılı kaldığım sokaklarda göz süzüyorum mutlu insan tablolarına. Yüz metrekarelik bir duvar yığını bu yaşadığım… Elimin, eline değmediği günlerin yıkımı… Molozların yığıldığı bir tarla kalbim. Ama ne yapabilirim? Gelmiyorsun. Gelmiyorsun ve ben senin gelmediğin her gün biraz daha öldürüyorum gözlerimi. Gözlerim yollarını gözlemekten kuruyor. Ki ben gözlerime acımıyorum. Kendime de acımıyorum. Hatta kimseye acımıyorum! İnsan bilerek ve isteyerek yaralarını kanatıyor. Ya da yaralarının kanatılmasına izin veriyor. Kimse göründüğü kadar saf değil aslında. Herkes bu hayatın gerçeklerinden haberdar… Bu çöplüğün içinde sahte gülüşlere sarılıyor herkes! Ama gelsen; biz bu yıkık dökük hikâyelerin içinde, bahçesinde çiçekler yetişen sımsıcak bir ev olurduk. Yağmurda sığındığımız ağaç dalları, güneşte ferahladığımız deniz, sonbaharda kuruyan yaprakları sakladığımız odamız olurdu. Günün bilinmez saatlerinde kahvelerimizi yudumlayıp; olmadık hikâyelerle güler, ağlar ve birbirimize sarılırdık.

Şimdilerde dağlar bükülüyor. Güneş eğiliyor. Ateş kazanıyor ve su kaybediyor. Sen yokken, gelmiyorken ben ölüyorum Gökçe… Kumsal mesela… Kumsalda yürüyorum ve ayak izlerim kayboluyor, denize çok uzakken bile… Yaptığım kaleler henüz bitmeden çöküveriyor. Çocuklar beceriksizliğimi gördükçe bana gülüyorlar ve bana inat, kat kat kuleler yapıyorlar. Bense biraz daha kuma gömülüyorum. Ah gelebilseydin eğer… Elinin kuma değmesiyle birlikte bir şaheser yapardık seninle. Adını parmaklarımla yazardım denizin kenarına ve hiç silinmezdi o sahilden adın… Senin adını silebilecek hiçbir deniz olamaz yeryüzünde… Ve nihayetinde adınla anılırdı o sahil: Gökçe Sahili…

Taş duvarlara adını kazıdığım günden beri, taş kalpli insanlar tarafından taşlandı yüreğim. Kocaman yüreğime yığdıkları cesetleri atamadım karanlık mezarlara. Ve kalbim kimsesizler mezarlığına döndü bu genç yaşımda. Bak gülebilseydin gözlerimin içine, bu dünyanın bir umudu olurdu dönmek için. Ve belki parmak uçlarınla anlamlandırdığın şu hayatta, bütün barışları inşa edebilirdik seninle…

Şimdi odanın tozu, saçımın kılı, gözümün çapağıyla bir başıma bekliyorum. Yalnızlık kimseye mahsus değilmiş. Ya da yalnızlık bana mahsus kılınmış… Ama biliyorum, kafamda çözemediğim onlarca sorunun çözümü sensin. Cevap sende! Bu kördüğümü, o güzel ellerinle çözmen gerekecek. Ve yine biliyorum ki, hiç zorlanmayacaksın.

Bazen ölüm aklıma geliyor. Ya sen gelmeden ölürsem? Ya da sen bana yetişemeden ölürsen? Ya hiç kavuşamazsa ellerimiz? Bundan büyük kıyamet mi olur söylesene dünya adına? İşte sana gerçek kıyamet senaryosu: Biz kavuşamazsak umut biter ve İsrafil gözleri yaşlarla dolu bir şekilde üfler Sur’u. İsrafil’in umurunda değildir kıyametin kopması. Üzüldüğü şey, ellerimizin kavuşamamasıdır… Çünkü ellerimiz dokunsa birbirine; tüm günahlar affolunur, savaş biter, açlık çözülür, gözyaşı akacaksa mutluluktan akar ancak ve çiçekler kaplar şehirlerin dört bir yanını… Asfalt erir, toprak tüm gökdelenleri midesine indirir… Yemyeşil bir vadi belirir. Huzurla yatarız hamaklarımızda.

Gökçe dokunsak birbirimize günün birinde, mucize olur…

16.15 21.11.15

Eski Gökçe yazıları:

Gökçe tabi, başka ne olabilir ki?

Geldiğinde, Geleceksin ya, Gelirsen eğer…

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir