Aykız’ın Kalbi
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Aykız’ın Kalbi

0

Aykız’ın Kalbi

2020’den 2021’e yazdığım mektubun sonunda bir Aykız var. Bu yazı da bu yılın ilk yazısı; onunla biten mektup, onun içinde olduğu bir yazıya dönüşmeli. Neden? Çünkü Karlar Ülkesi’nin ücralarında bir başınıza, sevdiklerinizden uzakta, içinizdeki karanlıklara teslim olmamak için savaşırken bir anda çalan telefonun ucundaki minicik bir yürek size “Haydi, tombala oynayalım!” diyerek, ilk tombalasını sizinle oynamayı tercih ediyorsa, bu yazı yazılmalıdır ve hiç bekletilmemelidir.

Üçleme’nin Deniz Kıyısı ayağı ilk etapta hepimizi içinde barındırıyordu. İlk Sino gitti taa Sümbülî Havalar Diyarı’na, sonra ben tabi Karlar Ülkesi’ne. Tutuş da Deniz Kıyısı’nda Aykız’la birlikte kaldı. Esasında tabi biz üç kişiyken, Aykız bu üçlünün mucizesi olarak gelmişti bize. Nasıl beklemiştik biz onu. Ne heyecanlar, ne güzellemeler. Bir mucizenin her anına tanık olmak ne demek, bunu yaşayan biri olarak, bütün hücrelerime kadar hisseden biri olarak, şimdi onun daha da güzelleştirdiği zamanlara şahitlik ediyoruz. Belki birimiz Doğu’nun ücrasındayız, birimiz Batı’nın; tam ortamızda, gönlümüzün orta yeri her ikimizin de, bir Denizin Kıyısı, bir anne ile kızının sarıp sarmaladığı çiçekler diyarı. İnsan böyle bir diyardan hiç ayrılmak istemiyor ama bazen ne zamana söz geçirebiliyor ne de akışa. Suyun kıyısında olanlar için kendini suya bırakmak en çok tercih edilen sanırım. Bırakınca gidilen yerler ücralar oluyor, bu da ayrı bir tecrübedir tabi.

Yine de üç tatlı zaman, üç farklı mekân, birleştirilebiliyor, isteyince zamana “Geçme dur, ey zaman!” demekten öte, müdahale edilebiliyor. Meselâ bir zaman vardı, 2018 yazı, Denizin Kıyısı’nda öyle genişletmiştik, öyle güzelleştirmiştik ki… İnsan kendini mânânın derinliğini düşünmeden, sadece o güzelliğe bırakır ya ve aslında aradığı bütün o mânâyı o kendini bir türlü bırakmayı beceremediği güzellikte bulur. Tam öyle bir şeydi. Bugünkü gibi. Tam “iyi seneler” dileklerinden konuştuk, Üçleme’nin klasiği. Herkes olaysız dağılmışken Tutuş’un tekrar beni görüntülü aramasıyla başladı her şey. Bugün pişmiş tavuğun başına gelmeyen olaylar silsilesini anlatırken, o trajikomiklikte bir yandan gülüp, bir yandan o mutfakta her yeri batıran mutfak lavabosunun 2020’nin son hediyesi olduğunu konuşurken, bir an konu en unutamadığımız yeni yıla gelmişti. Tutuş kendininkini anlatmıştı, tam bana sorduğu sırada ben de kendiminkini anlatırken Aykız geldi. Kafasında mis geyikli tatlı tacı ile. Onunla konuşurken, bu akşam neler yapacağına dair, “Tombala oynayacağız” dedi. Tabi ben de “Aaaa harika, bak bende de var, ben oynayamıyorum ama sen benim için de oynar mısın?” dedim. Bir anda ortadan kayboldu, gitti, sonra biz tam vedalaşmak üzereyken Tutuş’la, elinde tombalası, “Haydi filhakikaaas, sen de çıkar tombalanı, beraber oynayalım.” dedi. İnsan bazen, ne diyeceğini bilemiyor. Mutluluk bazen nutkunuzu tutuyor, hissiyatı kelimeye dökemiyorsunuz. Tam ‘en güzeli Ankara’da geçirdiğim yeni yıldı’ diyecekken, bir anda aslında en iyisini yaşamaya başladım. Hayat işte. Tam böyle geçmişe, geçmişte olan bitene iç geçirirken, ya da gelecekte olması muhtemellere hayıflanırken, mucize avucunuza düşüyor, orada yeşermeye başlıyor. Öyle bir şeydi Aykız’ın bana yaşattığı. Hayatımın en güzel tombalasını oynadım onunla, ve daha da güzeli, ikimiz de iki numaralı kartı çekmişiz bilmeden, ve daha da ötesi oyunu ikimiz kazandık 🙂 Tutuş’la başa baş giden bir oyunda her üçümüzde de sona kalan tek sayı vardı ve Aykız’ın o minik elleri bizden yana seçti sihirli sayıları. Hayatımın en yalnız ama bir o kadar da en çok sevildiğimi hissettiğim, bir minik kalbin benim kalbimi kalbine alıp sevmeyi seçtiği, bu güzelliği bana bahşettiği bir zamanı yaşadım, yaşıyorum. Çünkü bir çocuğun kalbi, adından önce gelir ve böyle bir kalp sizi seviyorsa, âhir ömrünüzün en muazzam zaman dilimindesinizdir. Ötesi yoktur.

Bütün zamanlar gibi bir zaman aslında bu zaman da. Anlam yüklemek, insanın en mühim oyalanma hâli. Bu hâl içerisinde, anlam yükleme hakkımı kullanmak istiyorum. Tıpkı “Süper İyi Günler” kitabında Christopher’ın yaptığı gibi. Ondan farklı olarak kırmızı ya da sarı arabalarla işim yok benim ama Denizin Kıyısı ile Karlar Ülkesi’nde hiçbir mesafeye aldırmadan oynadıkları oyunda, aynı sayılara denk gelmek, üstelik de o sayılarla kazanmak, en az kırmızı arabalar kadar anlam yüklenecek bir şey. Duası kabul olmuş bir Şaman; göğe açtığı yüreğine Yaratan’ından bir cevap kondurulan bir kul; yeşilliğini bize gösterip de sırrını kendine saklayan çam ağaçları; bin türlü derde katlanıp, döne dolaşa yeryüzüne inerken mucizevi şekiller alan bir kar tanesi; bir mânâysa aradığımız, her birinin bizzat kendinde.

***

İnsan en yakınına en uzak. Neden? Gökten yağan lapa lapa karın düşündürdükleri bunlar. Her biri ayrı ayrı dans ediyor, döne dolaşa sarıyor sarmalıyor da birbirlerine tek zorluk çıkarmıyorlar. Bir kar kadar olamadı insan evladı. Oysa bir gönlün alamayacağı ne olabilir? Koca ummanlar yanında katre, bir gönle girdin mi, daha ne? Halide Edib’in Ateşten Gömlek romanının önsözünde sırtıma yük, daha doğrusu şu çağda yaşayanın gönlüne yük bir cümle var: “Kim bilir o uzak gelecekte Türk gençliğinin sırtındaki ‘Ateşten Gömlek’ ne kadar bizimkilerden başka olacaktır!”. O gömlek, hiçbir zaman diliminde daha fazla yakmamıştı herhalde benim neslimi. Yetiştireceğim öğretmenlerin sonları nereye varacak? Yaşasaydı nasıl yorumlardı bu zamanları öyle merak ediyorum ki.

Bir yeni yılın ilk günü bugün. Geleneği bozmadım, panoramayı yaptım ama bir mektupta. Şimdi yeni zamanın eşiği. O zaman yeni gelenekler başlatma zamanı. Kenara iliştirdiğim cümlelerle iğne oyasından hallice bir son oluşturalım buraya:

Bahar Sultanı ile Kış Şehriyarı’nın hiç bitmeyen savaşı varmış, bu savaşta Bahar Sultanı’nın askerleri, bin renkten, güzellikten çiçeklermiş. Kış Şehriyarı, her seferinde Bahar Sultanı’nın zevke sefaya fazla dalmasından faydalanarak ülkeyi işgal edermiş-nasıl dalmasın, bir yanı erguvanlar, bir yanı sümbüller, bir yanı inci çiçeği, hanım sallandı, hüsnüyusuf, civanperçemi, saksıgüzeli, cemali güzel; ne yapsın bunca güzelin içinde- de yine sonunda kaçınılmaz olarak yenilgiye uğrarmış. Şimdi o Bahar Sultanı’nın yerinde olmak vardı; böyle çiçek ordusuna sahip olup, fethedemediğim diyar kalmazdı benim de. En çok da gönül diyarı belki.

Yağmursuz, kapalı havalar var şu ara buralarda. Böyle havalar “sümbülî hava” diye tabir edilirmiş. Hatta Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk’ta bu tabiri şöyle kullanırmış: “Ahî gibi ebr-i nev-demîde/Beslendi hevâyı sümbülîde”

Güzele göz değen, kalbe ise söz değen zamanlarda hikâyesi olan şarkılar varmış. Lemi Atlı’nın Muallâ Gökçay için yazdıkları… Ya da Çiğdem Talu ve Melih Kibar’ın “İçimdeki Fırtına”sı… Mesut Cemil ile Dürdane Altan ya? Ne diyordu Mesut Cemil’in çok güzel okuduğu rivayet edilen bir başkasında?

“Evlerinin
Önü Mersin
Ah sular akmaz bi danem, tersin tersin.
Ah sular akmaz bi danem, tersin tersin
Mevlâ’m seni
Bana versin
Al hançerini gadınım vur ben öleyim
Ah gapınızda bi danem, kul ben olayım”

***

Bembeyaz bir karanlığın içindeki bir garibin kelimeleri bunlar. Ne de olsa yalnızlığı yol arkadaşı edinenler ne yapsa boşunaymış; çünkü kendileriyle doğarmış içlerindeki oyuk. Bir harab olmuş gönlü tamir etmekmiş hüner. Hüneri kelimelerinin kalbinde olan bir canım yazarın üç cümlesi bu yazılan, yeni yılın başlangıcı olan: “Artık benim değilsin ki kızayım. Kızıp sarılayım. Açık yara gibi gülüşün…”

Yazarın (filhakikas) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Aykız’ın Kalbi

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir