Neydi O Şarkı?
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Neydi O Şarkı?

0

Neydi O Şarkı?

Nihayet ayna karşısında üzerimi düzeltip evden dışarı çıkacak hale geldim. Kaç saat oldu diye bakmamak için gözlerimi saatten kaçırıyorum ama aklımda bir ses “Yine geç kaldın. Ne vardı bu kadar oyalanacak?” diyor her zaman olduğu gibi. Karakteristik özelliğe eklenecek en berbat özelliğim her zaman geç kalmak… Saat kaç olursa olsun mutlaka 15 dakika, hatta bazen yarım saat geç kalırım. Bir yere gidecek olmanın, aslında dışarı çıkacak olmanın ruhumda yarattığı sıkıntı yüzünden sürekli oyalanıyorum. Sanki ne kadar geç gidersem ya da evden ne kadar geç çıkarsam o kadar iyi olacakmış gibi. Biz insanların biyolojik saati var, evet fakat benim gibi insanların ruhsal durum saati diye bir şey de var sanırım. Bir de ritüeller var tabii. Sabah uyandıktan hemen sonra su içmek, yüz temizliği, diş fırçalamak sonra kahve içmek, keyfim yerindeyse biraz esneme hareketleri vesaire… Tüm bunları yaptıktan sonra sıra dışarı çıkmak için hazırlanmaya geliyor, işte tüm sıkıntının başladığı nokta. Asosyal değilim. Hatta aşırı sosyal ve dışa dönük bir insan olarak anlatır beni az çok tanıyanlar. Nedenini asla çözebilmiş değilim. Yine de kendimi oldukça başarılı bir oyuncu olarak görmemi sağlıyor bu durum. Zira kimse o kalabalıkta ya da onlarla birlikte olduğum süre içinde ne kadar rahatsız olduğumu ve bir an önce eve gitmek istediğimi anlamıyor. Bazı zamanlar da geliyor ki eve gidesim gelmiyor. Ki bu durumu değişken hayat şartlarıma ve ruhsal durum dengesizliğime bağlıyorum. Lafı uzatmamalıyım geç kalıyorum. Tüm bu konuşma bile bana biraz daha vakit kazandırmak içindi. Hayır, asla bencil biri değilim. Sadece duruma göre kendimi öncelikli sayıp insanlardan faydalanabilirim. Ayrıca bunu kim yapmıyor ki? Bu gömleği o kadar çok seviyorum ki bir insanın bir eşyayı bu kadar çok sevmesinin sebebini anlamıyorum. Ama bu gömlek için vereceğim cevabım; içinde rahat hissetmem, aynaya bakınca aşırı iştahımın sonucu ortaya çıkan göbeğimi görmüyor olmam ve tabii şu ince dekolte detayının güzelliği olur. Hatta bu gömlekten kaç tane varsa alıp ömrümün sonuna kadar giyebilirim. Yo! Giyemem sıkılgan bir insanım ben. Şu an kimi kandırıyorum acaba şu an? Neyse…

Şimdi kontrollere başlıyoruz;

Saç- Tamam. Her ne kadar toplumsal normlara aykırı da olsa benim için tamam bu kırmızı pembe karışımı kısa saçlarım.

Makyaj- Tamam. Her ne kadar makyajdan hoşlanmasam da yapmadan sokağa çıktığım zaman illa bir kafenin tuvaletinde makyaj çantamla vakit geçiriyorum yaşım ilerledikçe makyaja meyleder oldum. Kırışıklıklar, lekeler vesaire artık evden makyajsız çıkmamayı kabullendim.

Kıyafet- Tabii ki tamam.

Durun bir dakika! Olamaz! Parfüm? Parfümüm bitmiş. Unutkanlığımın cezasını mı çekeceğim şimdi? Benim için parfümün ne kadar vazgeçilmez olduğu gerçeği bile onu unutmama yetmedi demek. <<Keşke… Evet, keşke gereksiz şeyleri unutsam bu kadar ısrarla>> Pekâlâ, şimdi ne yapacağım? Hâlâ evden çıkamadım, parfümüm yok bunun için strese girmemeli miyim? Stres karıncalarını hissediyorum şu an. Bir saniye! Kolonya? Yooo, hayır! Kolonya sürünüp çıkamam değil mi? Kıvrak zekâlı bir insan olduğumu size anlatmak yerine kalan parfümü biraz kolonya ile karıştırarak geçici çözüm bulduğumu söylemekle yetinmek istiyorum. Öğrencilikte hayatta kalma sırları… Şu an halime gülmeden duramıyorum. Siz de gülün, gülün lütfen çekinmeyin. Hep birlikte gülelim kalabalık bir gülme eylemi herkesin ruhuna iyi gelir. Yasemin kokulu kolonya parfümüme oldukça hoş bir nota oldu açıkçası… Biri beğenip sorduğunda “Yurtdışından almıştım. Adını hatırlamıyorum evden çıkarken sıktım öyle ama senin için eve gidince adına bakarım. ”cevabı vereceğim. Kıvrak zekâ burada!

Kapıyı açtım. Nihayet! İnanabiliyor musunuz? Ben inanamıyorum. Telefonum çalıyor. Tabii ki “Neredesin?” sorusu için gelen bir arama bu. Geç kalacağımı bilen insanlar bile bir süre sonra daha ne kadar geç kalacağım konusunda bilgi edinmek istiyorlar tabii. Fakat telefonu şimdi açmayacağım, ayakkabılarımı giyip, kapıyı kilitleyip, apartmandan çıkıp biraz yürüdükten sonra geri arayacağım ve 15 dakika sonra oradayım diyeceğim. Yine taksiye para ödemek zorunda kaldım. Biraz olsun mali durumumu göz önünde bulundurarak bile hareket etmiyorum. Taksiye para vermek yerine otobüse binmek bana fazladan bir kahve daha içirir ama heyhat! Ben keyfine düşkün, ritüellerine sadık biraz da disiplin yoksunu bir bireyim. Aklıma Knut Hamsun’ın ”Açlık” romanı geldi. Sokakta karşılaştığı kendi gibi parasız kalmış biri için yeleğini emanetçiye verişi, sonra o yelekte kalan kalemini almak için tekrar emanetçiye gidişi… Gerçi roman süresince açlık hiç peşini bırakmadı. Bazen kolaya kaçmayı alışkanlık haline getirdiği, bazen gururunu açlığına bahane ettiğini sırf bu sebeple zifiri karanlıkta kemik ve çiğ et yemek zorunda kalışı vesaire vesaire buraya nereden geldik? Benim durumumla karşılaştırdığım konuya bak! Zalimlik hatta şımarıkça zalimlik… Utandım!

Aksilikler peşimi bırakmıyor tabii ki. Şaşırmıyorum. Deist bir insanım ben. Bu sebeple bu durumlarda yukarıya bir bakış atıp bugünün şanslısı benim sanırım diyorum. Çoğunuza göre yanlış bu davranışım ama “E bu da sizi pek alakadar etmez” açıkçası. Yana yakıla taksi arıyorum. Her zaman acil durumlarda sığındığım ailemizin taksisi her acil durumda olduğu gibi ulaşılamıyor. Hiçbir zaman ilk onu aramaktan vazgeçmiyorum. İnat işte ya da umut… Bir gün acil durumda işe yarayacak diye ısrarcı bu umut, sanki arabeskin barındırdığı sancılı bir umut gibi. Arabeskin ülkemizde nasıl sancılı bir süreçten geçtiğini bilmeyen yoktur herhalde. Ona atıfta bulunmak istedim. Burada da yeni nesil çağdaş sanatsever tarzı bir ukalalık yaptım galiba. İşte yine gülesim geldi. Hadi bir kez daha gülelim. Yürüyorum. Sokakları severim. Genelde boş olduğunda… Fakat en kalabalık saati şimdi, yine de etrafımdan geçen insanlarla ilgili düşünceler geliştirmek de zihnime iyi geliyor. Bu yüzden sıkıntısızca yürüyorum. Kulaklığımı da taktım ne dinlesem diye düşünmekten vazgeçip karışık listeyi karışık çal olarak ayarlıyorum ve beni bir heykel gibi yolun ortasında tutan o şarkı başlıyor çalmaya. Zaman çarpı iki hızla akıyor, taksi umurumda değil, insanlar yanımdan geçip giden gölgelere döndü, nefesim durmak üzere sanırım, gözlerimden yaşlar süzülüyor. Hayır, hayır! Nefret ederim insanlar arasında ağlamaktan, çaresize dönüşmekten. Engel olamadığım karanlık çöküyor ruhuma. Havadan tuz ruhu yağıyor sanki. Âttila İlhan’a sarılıyorum şu an evet! Korkudan gevezelik etmek istiyorum, bir yandan da kulaklığı kulağımdan çıkarıp atmak yerine telefonumu arıyorum müziği kapatmak için. Hâlâ, yol ortasındayım, gölgelerin gözlerini görebiliyorum. Stres karıncalarını hissediyorum. O da ne? Biri kolumu tutuyor. Bir ses var kulağımın dibinde, tam duyamıyorum. Kulaklığı çıkarmak aklıma şimdi geldi.

“İyi misiniz?”

Bu soruyu duyana kadar yüzüne heykel donukluğu ile baktığım kişiye nihayet gücümü toplayıp cevap veriyorum;

-Evet. Hayır. Aaa… İyiyim sanırım. Teşekkür ederim.

“Şurada biraz dinlenin isterseniz. Su için biraz.”

Yüzünü fark edene kadar bana su uzatan ellerini fark ettim. Ne kadar da beyaz ve soğuk duruyor. Neyse sudan bir yudum içiyorum fakat sanki bir damacana su dökülmüş kurak bir toprağın suyu çekişi gibi çekiyor suyu damarlarım. O canlanmayı hissediyorum.

-Teşekkür ederim. İyi geldi.

Sadece gülümsüyor. Hâlâ yüzünü göremiyorum. Çok garip. Sokak da bir farklı görünüyor. Az önceki kalabalık yok sanki. Elleri beyaz ve soluk. Telefonum arkadaşlarımı aramalıyım. Bu gün biraz daha fazla geç kalacağım çünkü. Eve geri dönüp uyumak istiyorum. Bugün bu birey kayıplara karışacak.

Yine bir tuhaflık, telefonum çalışmıyor. Az önce beni derbeder eden o sesi çalan telefon çalışmıyor.

“İyi misiniz?”

-Evet. İyiyim. Teşekkür ederim. Bundan sonrasını kendim halledebilirim. Tekrar teşekkür ederim.

Kibarca kurtulmaya çalışıyorum bu yüzünü seçemediğim, beyaz ve soğuk ellerden ibaret kişiden. Fakat bana;

“Size eşlik edeyim gideceğiniz yere kadar.” diyor. O kadar mı kötü görünüyorum? Ayrıca evimi yabancı birinin bilmesinden hiç haz etmem. Kargo adresim bile her zaman iş adresimdir. Dışarıdan yemek bile söylemem bu yüzden. Her ne kadar bana yardım etmiş de olsa buna izin veremem. Tam hayır teşekkür ederim diyecekken;

“Neslihan! Hadi gir koluma.” dedi.

Ne? Adımı ne zaman söyledim. Çantam mı saçıldı? Onu toplarken mi gördü? Kaldı ki bana adımla hitap etmesi, hem de böyle dikte edercesine. Hiç yerinde değil. Hiç hoş değil. Tüm bunları düşünürken gözüm etrafıma takılıyor. Bir kalabalık var. Bir uğultu. Hatta çınlama. Kulağımı tırmalıyor. Kalabalığa koşan insanlar var sanki üzerimizden geçiyorlar. Karşımdaki kişinin yüzüne bakamıyorum çünkü öyle bir parlıyor ki gözlerim acıyor. Telefonum hâlâ açılmadı. Nefes alıyor muyum, almıyor muyum anlamıyorum. Bir kulağımda çınlama, bir kulağımda karşımda duran şeyin “Neslihan hadi!” deyişi. İmdat! Diye bağırmak üzereyim ve bağırıyorum ama sesim… Sesim çıkmıyor. Kimse bana dönüp bakmıyor. Kimse beni görmüyor. Ne var o kalabalıkta? Bir kuvvetle ayağa kalkıyorum. Kalabalığa doğru koşuyorum, kalabalığı ezercesine ilerliyorum kimse bana bakmıyor hâlâ, o kadar itiş kakış ama kimse tepki vermiyor. Kalabalığı yarıyorum tam ne olduğunu görecekken o geliyor, kolumdan tutup çekiyor beni;

“Göremezsin!” diyor. “Şimdi benimle geleceksin. İtiraz etmen bir işe yaramaz. Sesini kimse duymadığı gibi seni gören de yok. Benimle gel!”

Ne olduğunu anlar gibiyim. Hayır! Bu olamaz. Ben en son şarkı arıyordum, taksi bulacaktım, geç kaldım, arkadaşlarım beni bekliyor. Sahi o çalan şarkı neydi ki?

“Şarkı değildi duyduğun.”

-Neydi peki?

Neydi O Şarkı?

Yazarın (Venüsyalı Biri) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Neydi O Şarkı?

Bence sadece yaşamalıyız ama nasıl? Yaşamaktan başka gaye değil de nasıl yaşamak lazım diye çok sorum var ölmeden bir kaçına cevap bulmak dileğiyle günleri geçiriyorum.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
Öykü: Çiçek Etkisi

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir