Bademler
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Bademler

Fakat ilk önce bunu unutuyoruz. Yarının sadece bir ihtimal olduğunu ve her şeyin pamuk denen o ipliğe bağlı olduğunu… Hepimizin ölecek yaşta olması ihtimalleri ne denli çoğaltıyor böyle.

0

Bademler

Akordeonun sesi tüm sahil kasabasını kaplıyordu. Ege’nin begonvilleri boy vermiş, sarmaşık misali sarılmıştı önüne çıkan duvarlara… Yaseminler ise nadide kokusuyla sahil kasabasını esir alıyordu. Temmuz’un akşam serinliği yavaş yavaş kendini belli etmeye başladı. Hafif esinti denizden çıkan insanların tuzlu bedeninde tatlı bir buseye dönüşüyordu. Kasabanın sahile yakın bir evinde büyük bir sofra hazırlanıyordu. Bu sofra binlerce kez hemen hemen aynı tarihlerde aynı kişileri ağırlamış, aynı kişilerle gülmüş, aynı kişilerle şarkılar söylemişti…

Uzun, geniş masanın üstüne beyaz örtü serilmeye çalışılıyor fakat inatçı esinti örtüyü havalandırıp duruyordu. Örtü uçmasın diye telaşla tabak ve kadehler masanın üstüne yerleştiriliyordu. Denizden çıkan huzurlu ve tuzlu vücutlar banyodan sonra sofrayı kurmak için bahçeye iniyorlardı. Çocuklar havuzun başında gemilerini yüzdürüyor, evin sahibi mangalı yakıyor, sofra yavaş yavaş diziliyordu. Ege’nin günbatımı yakında başlayacaktı.

İnsanların çoğu sofradaki yerlerini almaya başladı. Herkes gelmeden yemeğe başlanmazdı. Kimisi bir kap yemek yapmış sofrada ona uygun yer arıyordu, kimisi çocuğunun elinden tutmuş kahkahalar eşliğinde kapıdan giriyordu, kimisi sinirliydi “nerede benim buz kalıbım” diyordu, kimisi telaşlıydı “bugün az ekmek yiyeceğim yeni diyete girdim” diyordu, kimisi heyecanlıydı “kuzenim geldiğinde belki saçımı yapar” diye geçiriyordu içinden, kimisi huzurluydu “onca yol bu aile için değer” diyordu, kimisi yorgundu, kimisi çok açtı, kimisi “ne zaman dolacak bu kadehler” diyordu, kimisi masum dedikodu peşindeydi, kimisi “bir çeşit yemek daha mı yapsaydım?” diyordu, kimisi “acaba şu şarkıyı da söyler miyiz?” diye ezber yapıyordu, kimisi “Abim bu cümbüşü nereye koydu? Bir iki parça çalar mıyız?” diye düşünüyordu, kimisi birbirine kitap öneriyordu, kimisi “Amca önerdiğim kitabı götürdün mü?” diyordu, amcası gözlerini kocaman açıp “Ödünç verdin sanmıştım” diyordu ve kitabı teslim etme telaşına giriyordu, kimisi tabağına hangi yemekleri koyacağının peşindeydi, kimisi yeni torununu anlatıyordu, kimisi burada yaşamanın hayalini kuruyordu.

Böylelikle herkes gelmeye başladı, kalabalık artıyordu. Bazıları gelemeyecek kadar uzaktaydı. İnsan bazı şeylerin sonsuza dek süreceğinden öyle emin ki çoğu anın son kez yaşandığını fark edemiyor. Şöyle dönüp bir geçmişe bakın, ne kadar çok anımız meğer son kez yaşanmış. Ne kadar çok anımıza bir daha asla ulaşamayacağız. Geçmiş kayıp mı oluyor? O anı yaşayan herkes öldüğünde o an hiç yaşanmamış mı sayılıyor?

Son kez yaşanan bir anı uğurladıktan sonra tüm aile en büyük eksiği ile yeniden bir aradaydı. Kim bilir belki de yine son kez yaşanan bir andı bu. Hepimizin ölecek yaşta olması ihtimalleri ne denli arttırıyor böyle! Yaşıyor olmak, hepimizin aynı anda yaşıyor olması bir mucize aslında fakat kimse buna, şu ana bir mucize gözüyle bakmıyor. Alelade bir an değil bu, hepimiz hayattayız, yan yanayız ve mutluyuz. Niçin mucize gibi yaklaşmıyoruz? Niçin her anın farkında değiliz? Gün içinde başımıza gelen güzellikleri ya bir gün unutacağız ya da kaybolup gidecek. Öyleyse daha çok sahip çıkmamız gerekmez mi? Daha az küsmemiz, daha çok sevmemiz, daha az olumsuzluklara takılıp daha çok olumlu yönlerde kaybolmamız gerekmez mi? Daha çok kitap okuyup, tiyatroya gidip çiçek isimleri öğrensek fena mı olur? Ağız dolusu seni seviyorum desek ya birden, sevdiğimiz insanları görmek için güle oynaya bitirsek o yolları, sarılsak doya doya, sevgimizi her an göstersek, eğlensek, sahiden yaşasak bir daha gelmeyecekmiş gibi çünkü sahiden bir daha gelmeyeceğiz. Tek bir şansımız var o da; şimdi! En erdemli şekilde, en yaşamdan zevk alacak şekilde idame ettirsek hayatımızı. İnsanca, severek, sevilerek, gerçek bir şeyler yaparak yaşasak ve devam etsek. Fakat ilk önce bunu unutuyoruz. Yarının sadece bir ihtimal olduğunu ve her şeyin pamuk denen o ipliğe bağlı olduğunu…

Hoş sohbet başladı masada, yeri geldi kahkahalar uçuştu, yeri geldi gözler doldu, yeri geldi sesler yükseldi, siyaset konuşuldu, şiir konuşuldu, tiyatrodan bahsedildi, eskiler konuşuldu, şarkılar söylendi, kadehler tokuşturuldu. Sohbet bazen dokuza bölündü, bazen bire çıktı, bazen durdu, bazen hızlandı, bazen yavaşladı. Dokuza bölünen sohbetlerin birinde şöyle bir konuşma geçiyordu;

“Sevecek hakiki bir insana rastlanmanın mucize olduğu bu devirde, insan birini sevme kabiliyeti gösterebiliyorsa kendine gelen sevgiyi ıskalamamalı. Bu hayatta yapılacak ve her daim hatırlanacak tek şey; sevgi. Ancak sevgi ile yaşar ruhum.” dedi genç kadın, kocaman gözlerini açarak. Gözleri doldu aşkının şiddetinden ama yine de kısmadı ela, büyük gözlerini.

Yaşlı adam, duyduğu cümle karşısında oldukça keyiflendi. Rakısından bir yudum aldı, yakın gözlüğünü çıkardı ve gözlerini ovuşturup genç kadına baktı ve şöyle düşündü; Devir değişiyor, zaman geçiyor, sevgiyi anlatan cümleler farklılaşıyor fakat sevgi denen o mucizevi şey her daim baki kalıyordu. Yüksel’in Haydar’ı, benim eşimi, Doğan’ın karısını sevmesi gibi…

Sevmek, bir insanı sevmekle başlayacaktı her şey ve bu iğrenç dünyayı her şeye inat güzellik kurtaracaktı. Yaşlı adam şöyle dedi kalın ve tok sesiyle;

“Kızım, bizim ailede evliliklerin tek bir amacı vardır. O da eşlerin birbirini alabildiğince sevmesidir. Gerisi teferruattır.”

Sevdiler.

bademlerYazarın (Simay Kurtoğlu) diğer yazılarını da okuyabilirsiniz

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Bademler

Sait Faik zamanında; "yazmasam deli olacaktım” demiş. Ben de o vesileyle yazıyorum. Yazmak benim ben olmamı sağlayan bir unsur.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
daha neler edebiyat

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir