Kırık – 2
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Kırık – 2

0

Kırık – 2

Kırık

 

Öykünün 2. Bölümü:

Odasının dokuz yıl sonra bile aynı olması, aynı kokması, tüm eşyaların gittiği günkü yerini koruması karşısında şaşkınlığını gizleyemiyordu. Annesine döndü. Gitmişti. Nihal’i tüm pişmanlıklarıyla, tüm anılarıyla, tüm nefreti, tüm aşkıyla ve babasıyla bırakıp, sessizce odadan çıkıp gitmişti. Sanki kalabalığın ortasında çırılçıplak kalmıştı Nihal, odası tüm görkemiyle karşısındayken. Yatağına oturup baktı eski mabedine. ‘Her yerde anılar’ diye düşündü. Duvarda önceden yaşadığı ve âşık olduğu şehrin, Balıkesir’in, tüm ayrıntılarıyla tasvir edildiği kara kalem bir tablosu vardı. Genç kızların ilk sevgililerine tutundukları aşkla bağlıydı Balıkesir’e. Her genç kız gibi terk edilmekten korktuğu için de terk etmişti zamanı geldiğinde. Duvarda göz gezdirmeye devam etti. Hiçbir zaman bir televizyon yıldızına hayran olmamıştı o. Yaşıtlarının aksine onun odasında dev gibi bir Nazım posteri vardı. Babasıyla birlikte asmışlardı. Ayağa kalkıp posterin yanına gitti. Okşadı, babasına dokunur gibi. Gözlerini kapatıp ellerini gezdirdi mabedinin duvarlarında. Geldiğinden beri ilk kez gülümsedi. Bir duvarı boydan boya kaplayan kitaplığından bir kitap seçti, “Marquez – Kolera Günlerinde Aşk”. Kitabı sıkıca sarıp, yatağına uzandı. Uyuyakaldı çok geçmeden. Rüyasında babasının kucağında, küçücük bir kızdı.

*

Akşam ezanın odaya dolan sesiyle uyandı. Korkmuştu. Nerede olduğunu anlamak için etrafına bakındı. Kaldırdığı gibi bıraktı başını yastığa sonra. Külçe gibiydi. Vücudunun her yanı sızlıyordu ağrıdan. Üstüne eşofmanlarını geçirip saçı başı dağınık vaziyette odadan çıktı. Mutfağa gidip hızlıca bir şeyler yedi, ilaç aldı. Bir de kendine koyu bir kahve yaptı ayılmak için. Mutfaktan çıkıp annesine seslendi. Salondan cevap verdi Handan. Salona girmesiyle kahveyi yere düşürmesi aynı anda oldu. Tıpkı kırıkları toplamak için yere eğildiğinde bir çift mavi gözün kendisine yönelmesi gibi.

Hızlı hızlı toplayıp kırıkları mutfağa yürüdü. Evet, bunun olacağını biliyordu! Evet, buraya gelmek demek onunla karşılaşmak demekti. Ama burada bu şekilde değil. Bunu nasıl hesap edemediğine şaştı. Cenazede hazırlıklı bir şekilde karşılaşmayı planlamıştı Nihal. Hazırlıklı karşılaşmak ne demekse artık… Belki bir iki laf edeceklerdi eski günlerden. Sonra bitecekti. Ama şimdi saçma sapan şekilde bir araya gelmişlerdi ki, bu da onu iki kez göreceği anlamına geliyordu. Hiç hoşuna gitmedi içinde bulunduğu durum. Asık olan yüzünü daha da asıp salona yürüdü yeni kahvesiyle. Bu kez iki kahve taşıyordu elinde. Annesinden yana bakmamaya çalışarak “Hoş geldin” dedi. Tuna ayağa kalktı. “Hoş bulduk Nihal” dedi ve Nihal’in karşı koymasına fırsat vermeden sarıldı Nihal’e. Nihal de karşı koymadı zaten. Dokuz senelik aradan sonra belki de Nihal’e iyi gelen tek şey bu sarılmaydı. Tuna’nın kokusunu içine çekti. Bu kokunun hatırlattıkları o kadar çoktu ki. Deniz kokuyordu Tuna, neredeyse her günlerini geçirdikleri Ege gibiydi kokusu. Çocukluğu kokuyordu, baba kokuyordu. Buna daha fazla dayanamayacağını hissetti. Kendine saçmalamaması gerektiğini telkin ederek kollarını gevşetti aniden. Tuna’nın ona sarıldığı gibi. Aniden… Şaşırdı Tuna ama belli etmedi. Her zamanki gibi gülümsemesiyle gizliyordu duygularını. Nihal annesine döndü. Kahve birikintisini temizleyip sessizce odadan çıkmıştı Handan. Sinirlendi Nihal annesinin saçma sapan zamanlarda ortadan yok olmasına, onun bu kadar anlayışlı olmasına şaşarak…

Yer gösterdi Tuna’ya oturması için. Sonra da kendisi oturdu. Bir konuşma başlatması gerekiyordu ama ne diyeceğini kestiremedi. Heyecanlıydı. Tuna’ya baktı. Tuna zaten ona bakıyordu. Otuz yaşın getirdiği tüm güzellikler Tuna’daydı. Yakışıklı olan yüzü, daha erkeksi, daha derin bir anlam kazanmıştı yıllarla. Ona tam olarak ne zaman âşık olduğunu bilemiyordu. Ona âşık olduğunu, ona âşık olduktan çok uzun süre sonra farkına varmıştı Nihal. Bu yüzdendi tam anı hatırlayamayışı. Kendini bildi bileli hayatındaydı Tuna. Sadece kendisinin verdiği dokuz uzun senelik ara dışında.

“Nasılsın?” Tuna’ydı konuşan.

Gülümsemesi dünyayı değiştirebilir diye düşündü Nihal. “İyi olmaya çalışıyorum. Sen nasılsın?” dedi.

“Ben de iyi olmaya çalışıyorum.” Gülümsedi Tuna.

“Nefise’yi son gören senmişsin. Nasıldı?” dedi Nihal ağlayarak.

Tuna pencereden dışarı baktı. Çocukluğunun zeytin ağacına… Nihal’le yeni yetişenleri toplayıp Handan’a getirirlerdi. Handan gülümseyerek başlarını okşardı çocukların. Kendisini büyük bir zahmetten kurtardıklarını, bunca işinin arasında ona destek olduklarını söyleyip teşekkür eder, onları birer çikolatayla ödüllendirirdi. Bahçeye koşarken tekrar arkasını dönerdi birden Tuna. Handan henüz olgunlaşmamış zeytinleri çöpe atıyor olurdu. Tuna görürdü bunu ama sesini çıkarmazdı. Anlardı. Handan tarafından çok sevildiklerini bilirdi çünkü. Tıpkı Handan’ın onlar için en iyiyi istediğini bildiği gibi.

Başını pencereden çevirip odaya baktığında tekrar, Nihal’i buldu gözleri.

“İyi görünüyordu. Her zamanki gibi yürüyüşe çıkmıştık.”

Her zamanki gibi? Nefise’yle Tuna yürümezlerdi ki birlikte. Tuna’ya baktı soran gözlerle. Anladı sonra. Dokuz sene önce birlikte yürümezlerdi. Dokuz senede çok şey değişirdi. Nefise’yi henüz on yaşındayken bırakıp gittiğini hesaba katmamıştı.

“Yani” diye devam etti Tuna, “Son zamanlarda yürümeye başlamıştık. Sen gidince işte öyle…” Boğazını temizledi. “Senin yarattığın derin boşlukla başa çıkabilmek için,” diye düşündü ama dile getiremedi bunu. Bambaşka cümlelerle devam etti konuşmasına. “Zamanla alışkanlık halini aldı. Son gördüğümde de sabah yürüyüşündeydik. Konuştuk oradan buradan. Sonra gitmesi gerektiğini söyleyip ayrıldı yanımdan. Malum, sınav hazırlıkları…” Hafifçe gülümsedi.

Ne kadar sakindi Tuna. O an onun gibi olabilmeyi çok isterdi. Oysa kendisi delirmiş gibi ağlıyordu. Belki de birinin dengelemesi gerekti durumu. Sordu gözyaşları arasından.

“Hiç benden bahseder miydi?”

Tuna gülümsedi yine. “Bahsederdik. Her gün. Seni özlediğini tekrar edip dururdu. Tabii ben de.”

Nihal bakakaldı Tuna’ya. Bununla nasıl başa çıkacaktı? Nefise’yi, küçük Nefise’sini son kez görememişti. Son yıllarda neye benzediğini bile bilmiyordu. Şimdi de bu… On dokuz yaşında, âşık olduğu şehri terk ederken ardında iki kırık kalp bıraktığının bilincindeydi. Ama bu kadar derin… Bununla nasıl başa çıkacaktı?

Tuna ayağa kalktı. Sarılmadı bu kez. Elini uzattı. Tokalaştılar. Yarın görüşmek üzere. Cenazede…

*

Yıllar sonra Nihal’le karşılaşmalarının getirdiği kafa karışıklığıyla yatağına uzandı. Nihal… Tekrarladı hâlâ âşık olduğu kadının adını, beynine kazır gibi tıpkı. Nihal… Saçları hiç değişmemişti. Giyim tarzı hiç değişmemişti. Gittiği günkü gibiydi. Değişen tek şey güzelliğiydi. Anlam kazanmıştı güzelliği. Yirmi sekiz yaşın getirdiği tüm güzellikler onunlaydı. Tüm bunları düşündükten sonra kalbinin geçmişe gitmesine engel olmadı Tuna Arna.

*

Yazarın (Tuğçe Çelebi) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. Kırık – 2

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Kırık – 2

Kırık – 2

İlginizi Çekebilir
Öykü: İnsan Ne İster?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir