1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Hasretle…

"Her şeyden bir haber, kendi dünyalarının dertleriyle ilerleyen bir sürü insanın bir sokağın orta yerinde yürüyüp şehrin içinde bir yerlere gidişini hüzünlü bulmuşumdur hep…"


0

Hasretle anıyorum o günleri. İnsanlar artık mektuplaşmıyor. Mektup yazmak, mektup almak kültürünün ortadan kalkıyor olmasıyla da kendilerinden neler kaybettikleri üzerine düşünmüyorlar… Hasretle yazılan mektuplar. Hasret çeken gönüllerden süzülen cümleler…

  • Demir Özlü’nün “Kanal Kentlerinde – Berlin & Amsterdam” adlı güncesinde geçen “İnsanlar artık mektuplaşmıyor. Mektup yazmak, mektup almak kültürünün ortadan kalkıyor olmasıyla da kendilerinden neler kaybettikleri üzerine düşünmüyorlar.” kısmıyla başlayan bir yazı kaleme alın.

 

“İnsanlar artık mektuplaşmıyor. Mektup yazmak, mektup almak kültürünün ortadan kalkıyor olmasıyla da kendilerinden neler kaybettikleri üzerine düşünmüyorlar…”

-Efendim, anlamadım?

-Hiç aklıma bir şey geldi de… Ee napacaksın alacak mısın onları?

-Yani ne bileyim, okur muyuz birlikte?

-Sen bilirsin…

Sevinç’le birlikte her hafta bitpazarına gitmeyi alışkanlık edinmiştik. İkimiz de kendimize göre bir şeyler alıyor, satılan eski ürünleri uzun uzun inceleyip beğendiklerimizi de ince bir pazarlıkla hayatımıza katıyorduk. Bir zamanlar başka insanların hayatlarına dokunan bu eşyalar, şimdilerde evimizin her köşesinde kendine bir yer buluyordu.

Yine bir pazar günü, koştur koştur bitpazarındaki yerimizi aldık. Uzunca bir turun ardından, önümüzde sıkılan portakalların suyunu afiyetle içip gene dolanmaya başladık. Portakal suyu içtiğimiz yerin yanındaki sergide kırık oyuncaklar, eski botlar, kül tablaları ve daha ilgimizi çekmeyen bir sürü ürün uyumsuzluklarıyla bir arada satın alınmayı bekliyordu.

Sevinç o karmaşanın içinde bir poşet buldu. Bir hazine bulmuşçasına hemen yanı başına çöküp poşeti açmaya koyuldu. Ben de tüm dikkatimi poşetin düğümünü açmaya çalışan Sevinç’in heyecandan titreyen ellerine verdim. Poşeti bir hışımla açan Sevinç, içinden çıkan kâğıtları incelemeye koyuldu ve “Mektup! Mektup bunlar!” diyerek bana bir bakış attı.

“İnsanlar artık mektuplaşmıyor. Mektup yazmak, mektup almak kültürünün ortadan kalkıyor olmasıyla da kendilerinden neler kaybettikleri üzerine düşünmüyorlar…”

-Efendim, anlamadım?

-Hiç aklıma bir şey geldi de… Ee napacaksın alacak mısın onları?

-Yani ne bileyim, okur muyuz birlikte?

-Sen bilirsin…

Mektupları aldıktan sonra, bir süre daha dolaştık. Ancak mektupların üzerimde yarattığı etkiyle ilgimi çoktan yitirmiştim. Bunu Sevinç de sezmiş olacak ki eve geçmeyi önerdi. Eve geçtikten sonra da havam değişmemiş, hatta daha da kötüleşmiştim. Balkona oturup sokağın içinden gelip geçen insanları izlemeye koyuldum. Her şeyden bir haber, kendi dünyalarının dertleriyle ilerleyen bir sürü insanın bir sokağın orta yerinde yürüyüp şehrin içinde bir yerlere gidişini hüzünlü bulmuşumdur hep… Üzerime çöreklenen hüzün bulutları, baktığım her şeyde kederlendirecek ayrıntıları gözümün içine sokmayı başarıyordu her zamanki gibi… Derin düşüncelerin içerisinde kaybolup gidecekken Sevinç gelip sürüklendiğim girdabın içinden çekip almayı başardı.

-Sen yine dağıldın… Nereye dalıp gittin öyle? Sigaranı da küllüğe içirmişsin…

-Ne bileyim dalmışım işte. Ee, ne yaptın?

-Napayım aldığımız şeyleri temizledim. Mektupları okumak için heyecanla senin iyileşmeni bekliyorum. Kuzum noldu sana bakayım?

-Hiç. Hiçbir şey olmadı.

-Olmuş, olmuş bir şeyler. Neyse, öğrenirim ben nasıl olsa… Hadi okuyalım şu mektupları…

-Sen hiç mektuplaştın mı? Yani ailenden biriyle falan?

-Okulda derste yazmıştık. Ama bizimkiler hep bir aradaydı. Ben de teyzemlere yazmıştım. Yan sokakta oturuyorlardı. Hatta gidip kendim posta kutusuna bırakmıştım.

-Şanslıymışsın… Mektup garip bir şey… Yolunu gözlemeyen, zarfın içinde taşınan şeyin kıymetini kavrayamayan için romantik bir araç…

-Akif ne oluyor ya? İstemeden kötü bir şey mi yaptım?

-Yok be gülüm sen ne yapacaksın? Benim çocukluğum annemle birlikte mektup beklemekle geçti. O yüzden biraz hüzünlendim hepsi bu.

Nereden bilecekti mektup demek babam demekti. Babamın kokusu, babamın kelimeleri, cümleleri… Kâğıt parçalarına çizdiği resimlerdi mektup. Sayfalara dokunmak babama dokunmaktı. Sigarasının külüne tutunmaktı mektup… Akıttığı gözyaşlarından bir damlaydı mektup. Bir iletişim aracından çok ötede, bir bekleyişti benim için mektup… Yetişemediğimiz günlerin kısa bir özeti, hayatı cümlelere sığdırma çabasıydı…

Sevinç’le birkaç mektup okuduktan sonra, hastalık haberi veren bir mektubu okumaya başladık. Ortasında Sevinç durakladı, “Okumayalım” dedi ve mektupları poşetin içine geri koydu. Babamla ilgili her şeyi biliyordu ama mektuplaşmalarımı anlatmamıştım hiç. Hele o son mektubunu…

-Babamla çok mektuplaştık. O yüzden mektuplar benim için büyük bir yaradır aslında… Sana mektuplaşmalarımızdan bahsetmemiştim. Babam hapishanede ölmeden önce bir mektup yazmış. Son mektubu… Ağırlaşınca apar topar hastaneye kaldırmışlar. Sabah mektup bize doğru yola çıkarken biz ölüm haberini almışız. Babamı toprağa koyduktan bir hafta sonra mektup elimize ulaştı. Annemle birbirimize bakıp ağladık. Bir süre açamadık. Bir süre zarfın içinde öylece durdu. Neden sonra, açıp okuduk. Yine aynı sevecen cümleler, aynı büyük hayaller… Bir ev resmi… Bahçesinde biz… Gülümsüyoruz…

Ve nihayet “Hasretle gözlerinizden öperim…”

*Görseldeki mektup, bitpazarından satın aldığım mektuplardan…

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

 

Hasretle yazılan mektuplar. Hasret çeken gönüllerden süzülen cümleler…

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir