1. Anasayfa
  2. Öykü

Heybetli, Kızıl Bir Mutluluk


0

Öykü: Heybetli, kızıl bir mutluluk

Heybetli, Kızıl Bir Mutluluk

Kuşkusuz korkuyordum. Ama çocukça bir cesaretle neler yapılmazdı ki? Aşamayacağım hiçbir şey yoktu o yıllarda. Garip kahramanlıkların peşinde koşuyordum. Her düşüşün ardından daha umursamaz, daha hırçındım. Galiba önce bedenim yaralanıyordu. Ruhumdaki onarılmaz yaralar ise sonra gelecekti. O yılların hızına kaptırmıştım kendimi ve annemi yine o yıllarda yitirmiştim. Belki söylemeye cesaret edemediğim cümlelerden kaçıyordum köşe bucak. Ve belki de kendi ayağıma çelme takıyordum. O is kokan sokaklara pataklatıyordum kendimi. Yüzüm gözüm kapkara oluyordu, kaşım açılıyordu ve kokuşmuş ellerime kanım boşalıyordu bir hevesle. Sayısız defa tekrarlıyordu bu döngü. Biliyordum, ilk kaybımın annem olması, daha nice kaybedişler yaşayacağım anlamına geliyordu. Ki kaybettim annemden sonra, çocuk gülüşlerimi de!

Bir bahçemiz vardı. Ufak olmasına rağmen içinde bir sürü nar ağacı bulunmaktaydı. Ailecek istisnasız her sene giderdik nar ağaçlarıyla dolu o küçük bahçemize. Babam çuval çuval toplardı narları. Daha sonra bir kısmını ev için ayırır, gerisini pazarda satardı. Annemsiz ilk sene, babam ve kız kardeşimle gidecektik nar bahçesine. Sanki her yanım ağrıyordu, sanki ağlıyordum usul usul kimseye sezdirmeden. Yol boyunca kış soğuğunu izledim arabanın camından. Bulutlarla yarışıyorduk adeta. Bulutlar hep hüzünlendirmiştir beni. Bırakmıyorlardı işte yine peşimi!

Nihayet vardık ve hemen işe koyulduk. Ancak o sene sanki nar ağaçları da kırgındı, bitkindi, hatta üzgünlerdi annem için. Fazla meyve yoktu üzerlerinde. Babam kısa sürede çuvala topladı tüm narları. Yanımızda hep kahvaltılık getirirdik. Ve gün sonu oturur hep birlikte afiyetle yerdik. Yine getirmiştik kahvaltılıklarımızı. Semaverimiz bile vardı. Ama annem eksikti işte. Afiyetle yiyorduk ama eskiden bu sofrada kahkahalardan, şakalaşmalardan neredeyse yemek yiyemezdik. Öyle huzurluydu ki o günler. Şimdi ağzımızı bıçak açmıyordu işte. Sanki lanetlenmiştik. Babam da dahil her birimiz yarımdık artık.

Babam her sene karşıda duran kayın ağacından bahsederdi. Sonbaharda kızılyapraklarıyla çok heybetli olduğunu ve görmemiz gerektiğini tekrarlayıp dururdu. Oysa biz hep kışın başında gelirdik buraya. Yani, o heyecanla anlattığı ağacın yaprakları çoktan dökülmüş olurdu. Yine gözleri, yaprakları dökülüp dımdızlak kalan o ağaca ilişmişti. Az sonra sonbahar diyecekti. Yaprak, kızıl, devasa kelimeler çıkacaktı ağzından. Ama bu sefer farklı bir şey oldu. Babam bana bakıp: “Bak o ağacın ortasında bir kuş yuvası var. Çıkabilir misin o ağaca?” deyiverdi. Bir anda bana öğretilen, daha doğrusu yıllarla sabitlenmiş bir döngüyü kırmıştı babam. Kekeleyerek cevap verdim: Evet, tabi ki de! Babam samimi bir gülümseme takınmıştı yüzüne, kız kardeşim Ayşe ise tempo tutmaya başlamıştı bile. “Hadi ne duruyorsun, fırla. Oraya çıktığında fotoğrafını çekeceğim, bana güzel bir poz ver tamam mı?”  dedi babam. Ben heyecanla kafamı salladım. Babam garip bir insandı. Elleri nasır tutmuş bir çiftçi olmasının yanında, fotoğraf makinesini yanından bir an olsun ayırmazdı. Bu yüzden şanslı saydım yıllarca kendimi. Zira çoğu insanın çocukluk fotoğrafı yok denecek kadar az!

Koşa koşa ağacın yanına vardım. Ağacı hep uzaktan gördüğüm için bu kadar büyük olduğunun farkına varmamıştım. Yanına geldiğimde gökyüzüne yükselen bir dev gibi göründü gözüme. Tırmanmaya başladım. Benim için çocuk oyuncağıydı tırmanmak. Kuşkusuz korkuyordum. Ama nihayetinde çocukça bir cesaretle neler yapılmazdı ki? Babamın dediği kafese kadar çıktım. Kafesin üzerinde Ahmet ve Yeşim yazıyordu. Babam ve annemin isimleri… Babam bağırdı: “ Hadi poz ver bakalım.” Ben ağlıyordum o an; ama sanki daha da tepeye çıkacakmış gibi bir poz vermiştim.

Eve dönerken, babam göz ucuyla beni izliyordu. Farkındaydım. Ama gözlerinin içine baksam kız kardeşimin yanında ağlama riskim vardı. Kardeşlerin yanında ağlanmaz demişti annem! Babama bakmadan; “O kafesi sen mi yaptın?” dedim. Babam güldü ve “Nasıl güzel olmuş mu?” dedi. Ben de “Güzel ama içinde kuş yok, boşuna yapmışsın.” dedim. Babam yine güldü ve “Kışın göçüyorlar, sen o ağacı sonbaharda görmelisin. Kıpkızıl yaprakları, o heybetli duruşu ve yavru kuşların cıvıltısı… Sen o ağacı sonbaharda görmelisin.” deyiverdi. Yine söylemişti işte. Yine sonbahardan, yapraktan, kızıldan bahsetmişti. Güldüm. O da güldü. Kardeşimin başı omzuma düştü. Uyumuştu. Bir nar mevsimi daha bitmişti.

Yıllar sonra döndüm o kasabaya. Nar ağaçları aynı yerlerinde duruyordu. Epey de büyümüşlerdi. Kayın ağacı da sapasağlam karşımdaydı. Kıpkızıldı yaprakları, heybeti ürkütücüydü ve yanına yaklaştıkça kuşların cıvıl cıvıl ötüşü duyuluyordu. Babamın yaptığı kafesin hemen yanına kendi yaptığım kafesi astım, üzerinde Deniz ve Ezgi yazıyordu…

2014 Amasra

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Heybetli kızıl bir mutluluk)

İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir