Canım  – İLK – Öğretmenim!
  1. Anasayfa
  2. Anı

Canım – İLK – Öğretmenim!

Yazan: Aycadısı

0

Canım – İLK – Öğretmenim!

Geçen gece, artık ergenleşmeye yüz tutan oğlum, hafiften sivilcelenmeye yüz tutan sureti, ha bire kayan gıcırtılı ses tonu ve masumiyetini hiç kaybetmemesini dilediğim gözleriyle el ele tutuşarak mutfağa, yanıma teşrif etti… Ben akşam yemeğini yapıyordum, onun canı sohbet etmek istiyordu. (Azıcık daha büyüsün Türk Kahvesi de yapacağım ikimize!)

Konuşma şöyle başladı;

Oğlum: “Annecim, Öğretmenler Günü geliyor ya, Sercan Hoca’ya (artık ‘öğretmenim’ demiyor, büyüdüğünün göstergesi olarak ‘hocam’ diyor!!! ) bir armağan almak için aramızda para topladık. Doğa’nın annesi aldı bugün.”

Ben: “Aferin annem… Ne aldınız peki?”

Oğlum: “Kız çantası.”

Burada kahkahayı patlatıyorum… Zira onun dünyasında henüz kız-kadın ayrımı yok! ‘Olmasın da’ diye geçiriyorum içimden sessizce… O, dalga geçtiğimi düşünerek tüm ergen kibriyle kafa tutuyor bana, “Niye gülüyorsun ya?”

Ben: “Kızma oğlum… Sadece ‘çanta’ deseydin de anlardım… Ona güldüm ben.”

Oğlum: “Hee tamam o zaman… (Onu ciddiye aldığımı bilir ve kolay ikna olur.) Senden bir şey istiyorum ben, Annecim. Olabilir mi acaba?”

Ben: “Dökül bakalım… Bakarız!”

Oğlum: “Neşe Öğretmenim’e (Neşe Hanım, onun için çocukluğunun el değmemiş biricik Öğretmeni olduğundan hâlâ ‘Öğretmen’ diye anılıyor…) gidebilir miyiz? Ben ona da bir armağan vermek, yanına gidip elini öpmek istiyorum. Ne kadar büyüdüğümü görsün. Olur mu?”

Ben: “Hımm… Olabilir aslında. Sen okuldan çıkınca alırım seni, yanına gideriz birlikte. Peki ne alacaksın Neşe Hanım’a?”

Oğlum: “Kafamda var bir şeyler. Sürpriz olsun… Olur mu? Ona da, sana da!”

Ben: “Pekii… Olur. Okul çıkışı gidiyoruz o halde.”

Dün sözleştiğimiz gibi, halen çalıştığı anaokulunda yöneticilik yapan Neşe Öğretmen’in yanına gittik. Yaşını başını almış, ılık ılık bakan ela gözleriyle tüm dünyayı sarıp sarmalamaya ant içmiş bir kadın Neşe Öğretmen. Şıp diye tanıdı Ata Deniz’i. Hasretle kucaklaştılar. Burada söylemek zorundayım: Ergen oğlum, artık kimselere öyle sıkı sıkı sarılmıyor!

Oğlum; olmayan resim yeteneğiyle (!!!) ve kendisinden beklenmeyecek bir romantizmle, yıllar önce ikisinin birlikte çekinmiş olduğu bir fotoğrafı bulup turuncu renkli bir kartona yapıştırmış ve ‘kalp’ şeklinde kesmiş. Etrafına da yine beni küçük çaplı bir görüntü şokuna sokan (!!!) papatyalar ve arılar eklemiş… Kolaj yapmış ve itiraf edeyim, oldukça başarılı.

Geçmişe dokunmalıyım burada: Oğlum henüz dört yaşındayken tanışmıştık Neşe Öğretmen’le. Fazlasıyla yemek seçen, oldukça sınırlı gıdalarla beslenen bir çocuktu oğlum. Eşimle, çalıştığımız için sabahtan akşama kadar okuldaydı. Sıklıkla geç kaldığım için, oğlumu okulundan gelince karşılasın diye de bir hanımla anlaşmıştım. Anlayacağınız sabahın köründen, akşamın körüne kadar yoktum yanında…

Zamanla, kendi kendine bu durumu protesto etmek için bir yöntem geliştirdi oğlum.

Yemek yemiyordu!

Canının istemediği yiyecekleri yediğinde de direk öğürerek, o minicik suratındaki kılcal damarlar çatlayana kadar istifra ediyordu.

Durumu fark ettiğim gibi, o dönem oğlumun sınıfına öğretmenlik yapan, Neşe Öğretmen’in yanında aldım soluğu. Karşılıklı konuştuk. Çareler aradık birlikte. Ben biliyordum, çok inatçıydı çocuğum. Vicdan azabından da öleceğim zannederek, kendisinden yardım ve akıl diledim. O sakince gülümsedi.

“Siz hiç merak etmeyin. Ben özel olarak ilgileneceğim Ata ile.”

Ben, ‘peki’ diyerek, içimde binlerce buruklukla ayrıldım yanından… Durumu izah etmiştim zaten. E kadın da özel ilgi göstereceğini söylemişti. Daha da ne bekleyebilirdim ki?!

Derken aradan bir hafta geçti. Grip olmuştum ve iğnelerle ayakta durabiliyordum. İşyerimden izin alıp, öğleye doğru çıktım. Doğruca oğlumun okuluna gidip, onu da aldıktan sonra eve geçmeye karar verdim. Hiç değilse günlük rutinimizden farklı olarak, fazladan birkaç saati birlikte geçirebiliriz diye düşünmüştüm. Oğlumun da çok sevineceğini biliyordum.

Hasta halime rağmen, düzgün moralim sayesinde dimdik ayaktayken okula attım kendimi. İçim kıpır kıpır. Sevindireceğim ya çocuğumu!!!

Bir parmak bal çalma (!!!) heyecanıyla, ARI sınıfının kapısını tıklattım. Yardımcı öğretmen vardı içerde.

“Merhabalar öğretmenim. Ata Deniz’in Annesiyim… Neşe Hanım yok mu bugün?” diye sorarken de oğlumun çoktan üzerime atlayacağını düşünerek, şaşkınca çocuklarda gezdiriyordum gözlerimi. Hayret! Oğlum sınıfta yoktu!?

Yardımcı Öğretmen yanıtladı hemen, “Neşe Hanım ile Ata Deniz, birlikte dışarı çıktılar.”

Anne içgüdülerim tavan yapmıştı! Kalbim hopladı yerinden. Hasta mıydı oğlum acaba? Beni neden aramadıklarını düşünerek ve tabii ki sinirlenerek, ‘iyi günler’ deyip, koridora attım kendimi. Doğruca danışmaya gittim tabii. Onlar bilmiyorlardı… Öğretmenler odasına da girdim. Onlardan da yanıt yok! Okulun sahibinin odasına varmıştım ki, kat görevlilerinden biri ile karşılaştık. Hemen atıldım: “Neşe Hanım nerede, biliyor musunuz acaba?”

Kadın işaret parmağıyla bana “Şiişşşt!” dedi. Fısıltıyla ekledi: “Yasak ama, gelin benimle…”

‘Emir demiri keser!’ deyip, bir umut arkasına takıldım. Üç katlı binada, revirin, mutfağın vs.. bulunduğu en alt kata indik, kadın önde ben arkada. Sessizdim ve çok endişelenmiştim. Ben içimden ‘Ah oğlum! Keşke seni öpmeseydim… Hastalandın tabii… Bulaştırdım sana da… Hay ben benim…!!!’ diye söylendiğim sırada, en sondaki devasa kapının önüne kadar gelmiştik.

Kadın, kapalı olan kapının koluna asılırken, bana ‘buyurun’ işareti yaptı ve yana çekildi.

Gördüğüm manzarayı tarif etmeye çalışacağım size: Çelik aksamlı kocaman bir mutfak düşünün. Tam çıkışa doğru da koca bir çelik tezgâh ve çalışanların dinlenebilmesi için serpiştirilmiş birkaç tabure. Taburelerden birinde Neşe Öğretmen oturmuş ve oğlumu da kucağına almış. Tezgahtaki tepside, birkaç dilim beyaz peynir ve salatalığın olduğu bir tabak ile dış kabuğu soyulmuş ekmek içi var. Neşe Öğretmen, eliyle havada daireler çizerek, uçak vızıltısını seslendiriyor ve oğlumun minicik ağzı da uçağın indiği havaalanı görevini üstlenmiş. O ağzına aldığı her lokma için, öğretmeni tarafından ‘öpücükle’ ödüllendiriliyor o anda. Tabii ki beni fark etmiyor! Öyle mutlu ki…

Hiç sesimi çıkarmadan, arkamı döndüğüm gibi merdivenlere attım kendimi. Bir ‘Anne’ olarak, Neşe Öğretmen’in hakkını nasıl ödeyeceğimi düşünürken, birkaç damla gözyaşımı elimin tersiyle sildim. İçim öyle bir huzurla dolmuştu ki, gönül rahatlığıyla eve bile yalnız gidebilirdim artık. Oğlum nasıl olsa emin ellerdeydi….

Oğlumun hayatı boyunca unutmayacağı İLK ÖĞRETMEN’dir Neşe Öğretmen… İnsan gibi İNSAN, Kadın gibi KADIN, Adam gibi Adam, Öğretmen gibi ÖĞRETMEN’dir.

Tüm NEŞE ÖĞRETMEN’lerin Öğretmenler Günü Kutlu Olsun.

“Bir insanın anavatanı; çocukluğudur!” / Epictetus

Sevgiylekalın.

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. (Öğretmenim)

Canım – İLK – Öğretmenim!

Okumaya Devam Et
İlginizi Çekebilir
Takıntı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir