1. Anasayfa
  2. Anı

Bir Edebiyat Dersi Hatırası


0

Değerli Korsan Edebiyat okuyucuları,

Sizler ile bir edebiyat dersi hatıramı daha paylaşacağım. Önceden Voltaire üzerine dertleşmiştik bu vesileyle. Bu kez dertleşmek için değil de, kocaman bir ayıbımın üzerini örtmek için yazıyorum. Aslında bu yazım, Molière’ye ve Camus’a ithafen bir özür yazısı olmalı affedilmez hatama karşılık.

“Günlerden bir gün…” diye başlamak düşüncesi canımı sıkıyor. Geçmiş zaman artık beni ziyadesiyle yoruyor. Tabii en az gelecek zaman tahayyüllerim kadar… Yorucu olan zaman kavramı nihayetinde! Öncesi ve sonrası bazen pek bir anlam ifade etmiyor.

Hasılı yine bir edebiyat dersi, sınav öncesi son ders…

Hocamızın babasının ağır hastalığı nedeniyle hemen hemen bütün yarım dönem, dersimize hocamızın yerine tayin ettiği asistanı girmişti. Asistan unvanına takılmayın lütfen! Kendisi öğretmeyi bilen bir öğretmen. Bir öğretmen için başka da bir unvana gerek yok bence. Öğretmeyi bilen!..

Edebiyat dersinde akımları görüyorduk. Sayısı yirmiyi geçmeyen sınıfımızda arkadaşlarımızla gruplara ayrılmıştık. Her grup bir akımı detaylarıyla sunacaktı. Ben ve üç arkadaşım “Existentialisme”, yani “Varoluşçuluk” ve “Surrealisme”, yani “Gerçeküstücülük” akımlarını anlatacaktık. Dürüst olmak gerekirse, o sunumumuza kadar yaptığımız bütün sunumlar slaytta yazılı olanları birebir okumaktan ibaretti. Darılıp gücenmesinler, bazı hocalarımız sunum yapmayı bu şekilde öğrenmemize göz yummuşlardı o zamana kadar, İstanbul Üniversitesi’nde! Ama bu pek kıymetli asistanımız bize sunum nasıl yapılır öğretecekti.

Dönem boyunca sunumlar yapıldı. Sıra bizim sunumumuza geldiğindeyse ben ve arkadaşlarım konuları bölüştük. Ben ve bir arkadaşım daha varoluşçuluk akımını aldık. Onu da kendi aramızda bölüştük. Ben genel olarak varoluşçu bakış açısını ve Jean Paul Sartre’nin hayatı ile birlikte bu bakış açısı üzerine yazdığı bir makaleyi açıklayacaktım. Arkadaşım ise Camus başta olmak üzere diğer varoluşçu yazarları anlatacaktı. Haliyle dört kişilik grubumuzun kalan iki üyesi de gerçeküstücülük akımını anlattılar bizden sonra. Velhasıl biz sunduk. Hayır, tabii ki slaytta yazılı olanları birebir okumadık.  O yazdıklarımızdan, özetle aklımızda ne kaldıysa hiç slayta bakmadan iyi kötü şakıdık. Bülbül gibi şakımak tabirini kullanmayı çok isterdim, lakin en geç dört yaş itibariyle edinmeye başlamadıktan sonra ileriki yaşlarda edindiğiniz hiçbir dili bülbül gibi şakıyamıyorsunuz maalesef. Tabii pratiğinizi kuvvetlendirmek için çabalamadığınız takdirde… Neyse ki biz iyi kötü şakıdık.

Varoluşçuluk akımının ne olduğunu, ne olmadığını çok iyi biliyordum. Sartre’yi, Camus’ü çok iyi tanıyordum. Molière ve Camus demiştim yazımın başında. Varoluşçuluk, gerçeküstücülük derken Molière ne alaka diye soracak olursanız, klasik dönemi anlatırken Mollière’yi es geçmek bittabi günahların en büyüğü. Dönem içinde onun sunumu da yapıldı. Haklı olarak da hocamız diğer akımlar ve o akımların sanatçılarıyla birlikte Molière’yi de sınava dâhil etti. Bu arada sınav zamanı hocamız okula dönmüştü. Babası vefat etmişti.

Evet, o son edebiyat dersinde hocamız sınavda neler sorabileceğine dair bizi bilgilendirdi. Beş soru vardı. Şimdi hepsini hatırlamıyorum, ancak Molière’yi bilhassa soracağını ifşa etmişti kendince üstü kapalı. Ben de sınava girerken bütün Fransız Edebiyatı’nı kaba bir tabirle yalayıp yutmuştum. Ancak Molière’yi uzun uzun çalışmaya vaktim kalmamıştı. Zaten vaktim olsa bile kafam da basmayacak kadar yorulmuştu artık. Bir tek edebiyat dersimiz yoktu ne de olsa! Sınav günü hoca, Molière’yi sormamış olsun diye dua ettiğim kadar başka hiçbir konuda böyle dua etmemiştim herhalde. Sonuç olarak sınavda Molière sorulmamıştı. Ters köşe! Hoca Camus’ü sormuştu onun yerine ve ben koskocaman Albert Camus başlığını atıp satırlarca Molière anlatmıştım. Çünkü bilinçaltı! Çünkü insan psikolojisi! Çünkü kıymetli hocamın ters köşesi! Ve sınavdaki gayretim! Doğrusu takdire şayandı. Hayatımda hiçbir konuda kendimi bu kadar motive etme çabasına girmedim sanıyorum. “Hadi kızım Ece, sen mi yazamayacaksın Molière’yi? Çalışmamış olabilirsin, ama biliyorsun! Daha önce eserlerini okudun! Hayatına, yaşadığı döneme az çok hâkimsin! Hatırla Ece, hatırla!” O an için hayatımın en korkunç, şimdiyse hatırladıkça hayatımın en komik monoloğu. Bu şekilde motive ederek kendimi, Molière’yi anlatmıştım Albert Camus diye! Ne aptallık!

Sınavdan sonra arkadaşım “Camus hakkında ne yazdın?” diye sorunca düştü jeton bende. Camus mü? Hiç bu kadar utanmadım hayatımda! Hiç bu kadar ezilmedim! Koskoca Camus’ü ve Molière’yi karıştırmak! Üstelik ikisi hakkında da yeterince yorum yapabilecek kabiliyete sahipken… Bu hususta kendimi asla affetmeyeceğimi bilin isterim. Keşke ikisinden de özür dilemek ve ikisinin de gönlünü almak için bir şansım olsa… Canım Camus ve canım Molière, ikinizi de ne çok sevip, saydığımı bilebilseydiniz keşke.

Velhasıl ki söz epey uzadı. Molière’yi anlatırım belki sizlere bir dahaki yazımda. Belki sonra da Camus’ü… Şimdi yazıyı daha da uzatıp sizleri sıkmak, vaktinizden çalmak istemem.

Muhabbetle…

25.07.2017

Yazarın (eceeskiköy) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Yazar-Çevirmen Fransızca Öğretmeni

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir