Bakır Kızılı Saçlarımla Sevdim
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Bakır Kızılı Saçlarımla Sevdim

Yazan: Özlem D. P.

0

Bakır Kızılı Saçlarımla Sevdim

Şimdi biz ayrılıyor muyuz, dedim. İnsan emin olmak istiyor. Emin olayım ki gözüm arkada, gönlüm beklemede olmasın diye. Yok, dedi. Sen şimdi kimseye söylemeden birkaç eşya al yanına, otobüse atladığın gibi buraya gel, aynen bunları duydu kulaklarım. Yani sana kaçıyorum öyle mi, dedim. Kahkaha attım üzerine. Annem anlatırdı köyden kaçan arkadaşlarını… Hatta bir arkadaşı kaçmış, oğlan vazgeçmiş de kız gerisin geriye dönmüş. Bohçayı da bahçeye gömmüş, diye. Annem ketumdu. Adını bile söylemedi kızın. Olur da bir yerde konusu geçer, başkaları da tanır falan diye. İnce kadın, kimselerin olamayacağı kadar…

Yapamam, dedim. Kendime bunu yakıştıramam. Hem aileme sırtımı dönüp gidemem. Hoşça kal, dedim usulca. Biliyorum uzatsam ağlayacağım ve en istemediğim şey ise, o âna bu duygusallığı sıkıştırmak. Avcumda bir ateş… Elimde bataryasından ayırdığım telefon ve ikiye kırdığım bir hat. Numarayı ezberlememek ne iyi… Ulaşma isteğini köreltiyor. Hiç böyle sessiz ayrılan oldu mu bilmiyorum. Ama çok sakindi benimki. En azından öyle görünüyordu…

Her gün işe gidiyor, bir şeyler öğretiyor ve bir şeyler öğreniyordum. Sağ kolumda anlamsız bir acı. Elime yayılan bir titreme. Tam yedi kilo vermişim 18 günde. Zaman çok hızlı! Perdeleri açarım hep. Pencereden geçen arabaları seyretmek kardeşimle yaptığımız en güzel şey. Aşağıdan gelenler onun, yukarıdan gelenler benim. Benim tarafımdan geçen her kırmızı arabada hayıflanıyor o. Arabaya bak be, diyor. Bas oğlum gaza, ne korkuyorsun diye şoföre kafa tutuyor. On yedi yaşında… Annem bıkmadınız şu oyunu oynamaktan, diyor. Yirmi yedi yaşımda olduğumu söylemiyor ama kocaman oldunuz demek istiyor, ben anlıyorum.

Zeki, kenara kayıyor. Annem bana bakıyor. Niyeyse çeviremiyorum kafamı. Küçüldün, diyor. Ses yok. Elini saçlarıma götürüyor. Beyazların çıkmış, diyor. Büyüyorum anne, diyorum. Oysa içimden yaşlanmışım diye geçiriyorum. Selda’ya gidelim yarın, boyasın, nasıl istiyorsan, diyor. Ben de mi anne olunca istemediğim şeylerden çocuğum mutlu olsun diye taviz vereceğim diyorum… Asla, diyorum! Biliyorum büyük konuşuyorum. Olur, diyorum. Eminim hiç bu kadar uysal görmemişti beni. Gel dizime yat, diyor. Ağlarım diyorum içimden, Zeki bozuyor. Oo diyor, biz de varız burada… O, iyi ki var. Yoksa hava hep puslu, sisli, yağmurlu olacak evde. Sağanaktan kurtarıyor beni. Kıskançsın, diyorum, takılıyorum.

Pencereden arabalara bakıyorum. Üstü açık bir araba geçiyor. Atlayıp San Fransisco’ya gidiyorum. Boynumda uzun, gök mavisi bir fular. Arka koltuğa doğru uzanıyor. Saçımı boyamışım. Bakır kızılı, dalgalı, omuzlarımdan aşağıya düşmüş. Tek başına yolculuk güzeldir. Terapi eder seni yollar. Aslında çok kimseyi alabilirdim yanıma ama ruhum hiç istemediği kadar kendiyle kalmak istedi. Her yarım saatte bir durup seyir noktalarından bana sunulan güzelliklere açtım kalbimi. Fotoğraflarını çektim çiftlerin, çocuklu ailelerin… Onlar da benimkileri. Saçımı çok beğendiler. Annem istedi diye yaptım, dedim. Koca bir yalan! O kestaneye boya demişti. Ama sesini çıkarmadı da görünce.

Spor mu yapıyorsun, ne incesin, dediler. Süt dişim kadar gülüp bir şey demedim. Ne demeliydim ki? Çok sevdim. Olamadı. Ben de zayıfladım. Siz de sevin, ayrılın. Zayıflarsınız bence, falan mı deseydim? Bilemedim… Susmayı tercih ettim. Boşlukları doldurmayı ben öğrendim peki ya onlar?

Sanırım ben en çok susmayı öğrendim şu birkaç ayda. Ne çok da lafınız var, derdi babam. Benimkiler bitti sanırım baba. Ne zaman alırım, nerden alırım harflerimi bilmiyorum. Şimdi daha çok yolculukla, yolla konuşuyorum. Hani bu modern zamanların kendini keşfetmesi falan değildi benimkisi. Bir nevi kendimle kalıp yeniden konuşmayı öğrenmeye çalışmaktı. Hayatın anlamını falan kavramaya çalışsaydım Yemen olurdu gideceğim yer. SoKotra Adası’na kendimi atıp keçilerin etrafımda dolandığı sofralarda, kirli ellerden çıkmış pak yemeklerle şükrümü eda ederdim. Ama değildi amacım ve bu sebepten San Fransisco’da tam da hayatımın geri kalanını geçirmek istediğim yerdeydim. Çünkü İstanbul’a benziyordu. Benden, bizden bir şeyler vardı sokaklarında, yokuşları adamı terletiyor, ama değdi be, dedirtiyordu. Caddelerinde insan seliyle boğuşuyor, ama bir solukluk köşeler de bulmuyor değildim.

Şalım gözüme dolanıyor, annem dürtüyor. Selda’yı aradım, sabah 10.30’da müsaitmiş, diyor. Tamam, diyorum. Ne renk olsun, diyorum anneme. Sen hep kızıl olmak isterdin, bakır kızıl yap; diyor. Gülüyorum. Bu sefer iki süt dişim kadar. Annem, diye haykırmak istiyorum. Boğazımda iki yumruk… Elini tutuyorum sadece. İyiyim, diyorum, merak etme. Zeki yine araya giriyor. Ah be çocuk, diyorum. “Abla, dondurma ısmarlayayım” diyor. Tamam, diyorum. İkimiz de beyaz spor ayakkabılarımızı giyiyoruz. İkimizde de beyaz tişört, kot pantolon var. Aramızda on yaş. Oysa herkes benim iki, üç yaş büyük olduğumu sanırdı. İçim gıdıklanırdı duyunca öyle lafları. Annem arkamızdan bakıyor. Ona vanilyalı alacağız.

“Abla, üzülüyor musun,” diyor. Ben sadece abla deyişindeki merhameti duyuyor ve ona sarılıyorum. Üzülmüştüm, diyorum sessizce. Yani iyileştin mi, diyor. İnsan konuşmam dediklerini nasıl da bağırıyor içinden. Ama harfler hep bir kestirme peşinde. Baksana artık vanilyalı yemiyorum, diyorum. Rengârenk dondurmama bakıyor. Geçiştiriyorsun, diyor. Evet, diyorum. Neyse ki Zeki’liğini yapıyor. Koca ağzıyla üstteki çilek topunu yutuyor elimdeki külahın. Anneme söyleyeceğim eşek, diyorum. İyileşmişsin, diyor. Tam bir eşeksin Zeki ve senin bu eşekliğini seviyorum en çok be çocuk…

Ertesi gün saçlarım bakır kızılı ve ben; kaybettiğim beni bulduğum bin iki yüz seksen dokuzuncu günde, tekrar sevmeye başlıyorum. Bir daha değiştirmem saç rengimi ve yaşadığım yeri.

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. 

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Bakır Kızılı Saçlarımla Sevdim

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir